Google Play Store
App Store

Kamusal alan, dünyaya kimin sahip olacağıyla ilgili bir mücadele yeri olma potansiyeline sahip ve bu yüzden politikacılar tarafından kolayca kimlik fantezilerine uygun hale getirilebiliyor. Dünyanın pek çok yerinde, "yaşam tarzımızı savunmalıyız" diyen politikacılar iktidarda ya da muhalefette taraftar toplamaya çalışıyor. Örneğin ABD'de Cumhuriyetçi bir senatör, "Ayağa kalkma ve savaşma zamanı. Yaşam tarzımızı yeniden savunmanın zamanı geldi” diye söylerken, bu sözlerin benzerlerini başka ülkelerde farklı siyasi kamplarda işitmek mümkün. Yaşam tarızını savunma meselesi, günümüz dünyasının temel siyasi meselelerinden birisi. Toplumların farklı renkleriyle bir bütün olabileceği inancı, popülist sağ politikacıların yükselişiyle tehlikeye girmiş oldu. Sağ politikacılar, öyle bir hava yaratıyorlar ki, korktukları şey gerçekleştiğinde, sanki dünyadaki yerimizi kaybedeceğiz ve içinde yaşadığımız dünya bizim için anlamı olmayan bir dünya haline gelecek; hem duygusal, hem de fiziksel refahımızın risk altında olacağı bir dünya...

ÇÖKÜŞ KORKUSU

İnsanların irrasyonel bir biçimde içinde bulundukları kampa destek vermelerinin nedeni, kendilerini risk altında hissetmeleri. Bütün mesele, dünyadaki yerimizi kaybedip kaybetmeme riski. David P. Levine, 'Psychoanalysis Society and the Inner World' adlı kitabında, bu korkuyu yaşayan ve ona göre oy veren milyonlarca insanın, gerçekte çok korktukları bu şeyin çoktan gerçekleştiğini bilmediklerini yazmıştı. Artık hiç kimse bu dünyada evinde hissedemiyor, iktidara gelseler bile. Çünkü iç dünyamızda her şey çoktan olup bitmiş durumda. Winnicott'un son makalelerinden 'Çöküş Korkusu'nda da yazdığı gibi, çoktan çökmüş bir şeyin çökeceği korkusuyla çırpınıp duruyoruz. Çöküşün yaşanması yetmiyor, eğer bir deneyime dönüşmediyse korkusu gizliden gizliye devam ediyor. Artık bildiğimiz dünya yok, ama varmış gibi, olmayan bir şeyi tutmaya çalışıyoruz.

David P. Levine, uzaylıların da benzer bir şeye hizmet ettiğini söylüyor, tıpkı göçmenler, yabancılar, farklı cinsel tercihleri ya da inanışları olan insanlar gibi. Nesli tükenmekte olan bu dünyada aşina olduğumuz şeyler hızla azalıyor. Bu aşinalık çabası insanları körleştiriyor, iç dünyalarında körleştiriyor, sadece aşina oldukları şeyleri görmek ve onlara tutunmak istiyorlar. Mesela, Trump'a oy veren birine "Niçin Trump'a oy verdiniz?" diye sorduklarında, "Çünkü aile yok oluyor, translara karşı olduğum için" diyor.

DIŞ DÜNYA

Levine, özellikle kırsal alanlarda yaşayanların, dünyada olup bitenlere karşı kendi fantezi dünyalarında başka  bir tür gerçeklik yarattıklarını iddia ediyor. Kurulan ve inanılan fanteziler, bir tür gerçekliğe sahip oluyor. Biri hakkında bir şey mi dendi, gerçekliğine bakmadan fantezi-gerçekliği destekliyorsa kolayca inanılıyor. Levine, bu yaklaşımı kırsal bölgelerde yaşayanlara atfetse de, toplumun bütün kesimleri için bu fantezi-gerçeklik geçerli gibi geliyor bana. Covid zamanı, aşıların içinde mikro çipler olduğu ve insanın zihnine girip yönlendirdiği fantezisine pek çok kişi inanmıştı. Kısacası, çoğu insan için artık "dış dünya" o kadar da gerçek değil. Çağımızın öznesinin psikotik olduğunu söyleyen düşünürler, bu açıdan haksız sayılmaz. Bu fantezi-gerçekliklerle mücadele etmeden, toplumların bütün renkleriyle bir arada ve herkesin kendi evinde hissettiği bir dünyada yaşamayı başaramayacağız.

Levine, herkesin topluluğa karşı güçlü bir dürtüsü olduğu gibi, aynı zamanda topluluğu birbirine bağlayan bağları bozmak için de güçlü bir dürtüsü olduğunu yazmıştı. Yaşam ve ölüm dürtüleri gibi. Ancak topluluk bağlarını bozarak insan kendini bağımsız ve benzersiz bir varlık olarak kurabilir. Sadece neoliberal politikalar değil, insanın bu dürtüsü de toplumsal bağları koparmak için arzulu, hatta bu politikalar bu arzuyu kışkırtabildiği için bu denli etkili olabildi.

Sadece gerçek, özgürleştirir.