Google Play Store
App Store

Toplumun, devletlerin, siyasete yön verenlerin ve tabii ki siyasi iktidarı elinde bulunduranların davranış biçimlerini yakından takip edenler için, hayatın doğal akışı içinde gösterilen refleksler hiçbir zaman şaşırtıcı değildir.

Demokrasiyi, demokratik bir yönetimin gerekliliklerini, yani her türlü özgürlüğü halka “lüks” ve fazla gören, özgürlükten tek anladığı şey kendi politikalarını hiçbir engelle ve direnişle karşılaşmadan uygulayabilmek olan siyasi anlayış, “aykırı ses” çıkmaması için elinden geleni yapar. Doğası budur, çünkü.

İktidardaki AKP ya da tek yönetici tek yönlendirici konumundaki “Şahsım” için 2002 yılındaki seçimle gelip koltuğa oturdukları andan itibaren, yaklaşık 22 yıldır yukarıda tarif ettiğim davranış biçimi belirleyici olmuştur.

Yıllar önce demokrasiyi “Varılacak durağa kadar binilecek, ama istediği anda atlayıp inilebilecek bir tramvay” olarak tanımlayan bir siyasi lider için hiç de şaşırtıcı değildir tabii.

∗∗∗

En başlarda, yola ilk çıktıklarında, bir “askeri vesayet” söyleminin arkasına sığınarak geçmişte Cumhuriyet’in kurucu değerlerine/ayarlarına sahip çıkmaya çalışan askerlerle derdi olan “sözde liberal, özde faşizm payandası” kesimlerin de desteğini alabilmek için Avrupa Birliği kriterlerine yanaşma rolü oynayan, Anayasa’da bu yönde bir iki kozmetik değişikliğe imza atan AKP - Şahsım rejimi, 2009’dan başlayarak kadim müttefiki Fethullahçı Şer Teşkilatı ile, silahlı kuvvetlerde acımasız bir tasfiyeye başladı. Sadece “Asker/Ordu düşmanı” görünmemek için, toplumun birbirinden çok farklı kesimlerinden unsurları, akademisyen, yazar, çizer, gazeteci vb. insanı da da içine kattığı büyük torbalar halinde insanları derdest eden AKP - FETÖ kumpas yargısı, sonradan tek tek çöken uyduruk davalarıyla, her türlü “itiraz, hoşnutsuzluk, muhalefet” odağını temizleye temizleye, “demokrasi tramvayından daha o günlerde aşağı atlayıverdi.”

FETÖ elebaşı Ağlak Vaiz’in ifadesiyle “Mezardaki ölülere bile oy kullandırarak” 2010 referandumunda, yine “Yetmez Ama Evetçi” liberal görünümlü faşizm destekçilerinin yardımıyla yargıyı tamamen kendisine bağlayan sistemi kurgulayan rejim, sonra iyice “vites büyüterek” ve gaz pedalına yüklenerek demokrasi ile her türlü bağını kopardı.

Peşinden yaşanan olayları, 2015 seçimlerini ve “Haziran’da kaybedince çamura yatmalarını”, ardından dökülen kanları, tekrar seçimi, devletin silahlarını askeri ve sivil bürokrasisini teslim ettikleri hainlerin Temmuz 2016’da “bağıra bağıra gelen” darbe girişimini, o girişim bahane edilerek iyice askıya alınan özgürlükleri, olağanüstü hal altında gidilen 2017 referandumunu hatırlatmaya bile gerek yok.

İşte, en önemli dönüm noktasını da bu referandum oluşturmaktaydı.

O gün, yani 16 Nisan 2017 günü, “Hayır” oyu çıkacağını hissettikleri anda, gün ortasında aniden yasaları açıkça çiğneyerek “hileli sonucunu” tescil ettirdikleri arızalı referandumla, devletin yönetim biçimini zorla değiştirdiler.

Tam da “cebren ve hile ile” tanımını hak eder biçimde yaptılar bunu.

Yaptıkları şey, açıkça “Parlamento denetimini tamamen ortadan kaldırmak, hatta Bakanlar Kurulu’nu iptal ederek, iktidar içinde dahi “müzakere (pazarlık) - münazara (tartışma) - murakabe (denetleme) sistemini tarihe gömerek her şeyi “Tek Adam/Şahsım”a bağladılar.

Anayasa ve tüm yasalarda “Bakanlar Kurulu ya da Hükümet” sözcüklerinin geçtiği her şey, otomatik olarak (adeta bir yazı işlem (word processor) programı ile) “Cumhurbaşkanı” sözcüğü ile yer değiştirdi.

Ve evet... Bizler buna direnemedik.

Başta Ana Muhalefet Partisi olmak üzere bu demokrasi görevini unutan tüm güçler, “Sokaklarda tatsızlık çıkmasın. Aman, şimdi kan man dökülmesin” ürkekliği ile atıl kalarak, bu yepyeni ve karanlık, kopkoyu faşist rejim döneminin önünü açtılar.

Şimdi kalkmışız, akıllara durgunluk verecek biçimde bir komiklikle, “Aa!.. Cumhurbaşkanı bir genelge yayınlamış. Seferberlik ve savaş hali ilanına kendi başına karar verebilecekmiş... Olur mu öyle şey?..” diye ağlaşıyoruz.

Bal gibi olur.

Sistem öyle kurgulandı. Daha yeni mi farkına varıyorsunuz?

∗∗∗

“Şahsım”, 2017 Nisan ayının o meş’um gecesinde bağırta bağırta “Atı alan Üsküdar’ı geçti...” diye alay ede ede geçirdi o Anayasayı.

Bugün, durup dururken “yaratmadı” ki o yetkileri.

Şimdi, iktidara yönelik her türlü “aykırı ve muhalif ses, savaş olarak algılanıp” ona karşı seferberlik ilan edebilecek.

Eskiden seferberliği (TBMM’ye onaylatmak kaydıyla) Bakanlar Kurulu’nun ilan edebildiğini hatırla. Bugün o yetkiyi tamamen, “şahsen” kullanma hakkına sahip tek adamın kullanabilmesinde (şeklen) nasıl bir gariplik var ki?

Demokrasi bir kez buruşturulup atılmış. Ama siz, “şunu yapabilsin, ama bunu yapamasın” mı diyorsunuz?

Peki, bütün bunlara bir de son dönemlerde peşpeşe çıkarılan “Dezenformasyon” yasasını “İçerik - erişim engelleme” uygulamalarını, istediği anda sosyal medyada “bant daraltmaları” yeni kurgulamaya çalıştıkları “Etki ajanlığı” tanımlamalarını, AYM kararlarını peşpeşe yırtıp çöpe atmaları, AİHM kararlarını tanımamayı, Belediyeden üniversitelere yaygınlaştırılan “Kayyumist” anlayışı, yazanı çizeni düşüneni hemen kelepçelemeyi de ekleyince, hepsi birden “Büyük resmi” tamamlamıyor mu?

Daha neyi konuşuyoruz?