Faşizm tartışmaları: Hindistan, Türkiye
Günümüzün toplumsal, siyasi sorunlarını geçen yüzyıla özgü olgu ve kavramlarla çözümlemek ve çözmek yanıltıcı olmaktadır. İdeolojik söylemlerdeki benzerliklerden tarihsel paralellikler çıkarılmamalıdır
Hindistan’dan bir portre
Narendra Modi, 2014’te Hindistan’da sağcı Janata Partisi’nin (BJP’nin) başına geçti ve partisini açık farkla iktidara taşıdı; başbakan oldu.
Bu sonuç, Hindistan’ın ilerici çevrelerinde birkaç nedenle tedirginliklere yol açtı.
Bir kere, Modi’nin zaferi, laik Hint Cumhuriyeti’nin kurucusu olan Kongre Partisi’nin (kısaca “Kongre”’nin) çok ağır yenilgisi ile gerçekleşmişti. Kongre, yeni parlamentoda ana muhalefet eşiğine dahi ulaşamamıştı. Bazen Kongre’ye destek veren komünist partiler de sert kayıplara uğramış; BJP ülke çapında örgütlü, etkili tek siyasi güç konumuna çıkmıştı.
BJP lideri ve yeni başbakan Modi’nin kimlik özgüllükleri de tedirgin ediciydi. Başbakanlığından çok önce kendisiyle röportaj yapan bir psikolog (Ashis Nandy), izlenimlerini şöyle aktarmış: “Hindistan’a karşı her Müslümanın potansiyel bir terörist ve hain olarak yer aldığı evrensel bir komplo teorisini çok sakin bir üslupla anlattı. Röportajdan sarsılarak çıktım; zira klasik ve klinik bir faşist vaka ile ilk kez karşılaşıyordum. Potansiyel bir katil, bir katliamcı da aynı kategoriye girer.”
Modi’nin siyasi geçmişi, bu değerlendirmeyi destekliyordu. Başbakanlığa Gujarat Eyalet Başkanlığı’ndan gelmişti. 2002’de bu eyalette bini aşkın Müslümanın ölümüyle sonuçlanan kıyımın sorumluluğunu taşımaktaydı. BJP liderliğini, “dış güçlerin inşa ettiği bir sapkınlık olan laik Cumhuriyeti tarihe gömme” misyonu ile üstlendiği anlaşılmaktaydı.
BJP-sermaye ilişkileri de dikkat çekiyor: Narendra Modi, seçim kampanyasında Gujarat’ta gerçekleştirdiği “piyasa mekanizmasına ve uluslararası sermayeye açılmayı” Hindistan’a taşımayı vadetmişti. Kongre’nin devletçi, “piyasa düşmanı” saplantılarını lanetlemişti. Modi’nin başbakanlığı da uluslararası ve büyük Hint sermayesinden tam destek aldı; coşkuyla karşılandı. Büyük sermayenin desteğinde ırkçı, tutucu bir lider ve siyasi hareket… Geleneksel faşizmin sentezi akla geliyor.
Hindistan 2019 seçimlerinin arifesindedir. Beş yıllık Modi / BJP iktidarının geleceğe taşınıp taşınmayacağı belirsizdir. Hindistan solunda “ne yapmalı?” sorusu gündemdedir. Komünist, sosyalist partilerle -laik Kongre arasında bir anti-faşist cephe kurulmalı mı? Sorunun yanıtı, “faşizm” teşhisinin ülke için geçerli olup olmamasına bağlıdır.
Hindistan’daki sol örgütlerde tartışmanın seyrini izlemem mümkün değil. BirGün Pazar’ın yazarlarından Vijay Prashad’dan katkılar beklenebilir. Ben, faşizm tartışmalarında Hindistan’dan iki örnek üzerinde odaklaşacağım. Bizlere de ışık tutabilir.
Faşistler iktidarda; faşizm değil…
Hindistan’ın Marksist iktisatçılarından Prabhat Patnaik, Monthly Review Online’da ( 27 Ekim 2017), “Faşizmin Günümüzde Yükselmesi” başlıklı bir yazı yayımlamış. Hindistan örneğine de ağırlık vererek…
Patnaik, günümüzde yaygınlaşan yükselen faşizm olgusuna, önce “ne değildir?” sorusuyla yaklaşıyor. Ona göre güncel faşizm, liberallerin yakıştırdığı sağ popülizm kavramıyla karıştırılmamalıdır. Geçen yüzyılın İtalyan / Alman faşizmlerinden de ayrıştırılmalıdır.
Patnaik’a göre günümüz faşizminin ülkesel özgünlükleri vardır; ama, tümünü birleştiren ideolojik, olgusal özellikler de geçerlidir.
En başta faşizmin akıldışı olması gelir. Faşizm, bilimsel önermelere, kanıtlara dayalı tartışmaya, aydınlanmaya, her türlü aykırı düşünceye karşı genel bir husumet halidir. Bu genel akıldışılık, “diğeri” kavramıyla bağlantılı “üstünlük” iddiasını da içerir. “Diğeri” tanımları ve “üstünlük” aidiyetleri ülkelere göre değişir: BJP faşistlerine göre “Hinduluk”, AfD faşistlerine göre “Almanlık”…
Bu yazının başında Modi ile ilgili tespitlerimin bir bölümünü 2014’te, “Aşina Olduğumuz Bir Portre” başlığı altında yayımlamıştım. “Aşinalık”, elbette o tarihlerdeki Türkiye başbakanı ile ilgilidir. İki siyasetçi de ülkelerindeki laik cumhuriyete, kurumlarına, simgelerine kesinlikle karşıydı. Ülkelerin tarihi, yapısı, AKP ve BJP’nin ideolojik kaynakları, “düşman” anlayışını değiştirmektedir; ama “düşmanlar”ın etkisiz kılınması, susturulması, mümkünse dışlanması hususunda görüş birliği vardır.
Bu ideolojik özellikleri Patnaik iki tarihsel gözlemle tamamlıyor. Birincine göre faşizm, orta sınıf tabanı olan, iktidarı hedefleyen bir harekettir. “Sivil” niteliği ve kitle tabanı ile askerî baskı rejimlerinden ayrılır. İktidara ulaşabilmesi için faşizm büyük sermayeyle anlaşmak zorundadır.
Patnaik, bize, aydınlanma değerlerinin tümüyle kavgalı, tutucu bir ideoloji ve hareketin, kapitalizmin bünyesinde var olduğunu anlatmış oluyor. Burjuvazinin faşizmi iktidara taşıma tercihi ona göre ekonomik kriz koşullarında oluşur: Düzen partileri bunalım karşısında çaresiz kalınca, geleneksel siyasetin Merkez Sağ / Merkez Sol sarkacı terk edilir; burjuvazi faşizme iktidar kapısını açar.
Patnaik, günümüz kapitalizminin yapısal bir kriz içinde olduğunu; düzen partilerinin ve neoliberalizme teslim olan geleneksel solun bunalıma yanıt getiremediğini belirliyor. Sonuç, faşist hareketlerin iktidara aday, ortak olmaları; hatta iktidara yerleşmelidir. Örneğin Hindistan’da faşistler (Modi), büyük sermayenin desteğiyle iktidardadır; ama orada veya herhangi başka bir ülkede faşist bir devlet (henüz) oluşmamıştır.
Patnaik Hindistan için geniş bir anti-faşist ittifakın gereksiz olduğunu düşünüyor. Sosyalist örgütler neoliberalizme karşı etkili, asgarî bir program önermeli ve buna katılan her hareketle ittifak oluşturmalı. Laiklik, bu asgarî programın öğesi değildir.
Faşizm gündemde değildir
Hindistan’dan bir felsefeci olan N.Mukherji tartışmaya katılıyor ve günümüzdeki baskıcı düzenleri, uygulamaları “faşist” olarak nitelendirenlere (Patnaik’e de) karşı çıkıyor. (Economic and Political Weekly, 14 Temmuz 2018).
Mukherji’nin faşizm tanımı, iki dünya savaşı arasındaki İtalya ve Almanya rejimlerine dayanmakta; aslında onlarla sınırlı kalmaktadır. Bu rejimler, istisnaî, ülkelere özgü koşullar sonunda ortaya çıkmış; yerleşmiştir.
Öncelikle emekçiler, artan eşitsizlikler, yoksullaşma, , kazanılmış haklarının aşınması nedeniyle toplumsal bunalım ortamına sürüklenmiştir. Sınıfsal gerilimler yükselmekte; tepki olarak “üstünlük” tezleri, “iç / dış düşmanlar” imgeleri içeren faşist ideoloji yaygınlaşmaktadır.
Bu ortamın faşizmi iktidara taşıması için, kapitalizmin çökme eşiğine gelmesi; dahası, sosyalist, komünist partilerin liderliğinde devrimci bir işçi sınıfı hareketinin yükselmesi gerekmiştir. Egemen sınıflar sosyalizm tehdidini, faşizmi iktidara getirerek önlemişlerdir.
Bugünün Hindistan’ında ve dünyasında anti-kapitalist devrimleri gündeme getiren son iki olgu yoktur. Günümüzün toplumsal, siyasi sorunlarını geçen yüzyıla özgü olgu ve kavramlarla çözümlemek ve çözmek yanıltıcı olmaktadır. İdeolojik söylemlerdeki benzerliklerden tarihsel paralellikler çıkarılmamalıdır.
Neoliberal rejimlerin dünya çapında yarattığı toplumsal çöküntüler, etkili sol muhalefetlerin yokluğunda aşırı sağ akımları iktidara taşıyabilmektedir. Hindistan’da Modi iktidarında olduğu gibi… Bu ortamlarda sol akımların “faşizm” odaklı temalardan uzak durması; liberal duyarlıkları tedirgin eden uygulamalar, baskılar üzerinde değil, halk sınıflarının sıkıntıları, talepleri üzerinde odaklanması gerekir.
Hindistan sermayesinin iktisadî öncelikleri, Modi’nin Hindu fanatizmini frenlemektedir; frenleyecektir.
Hindistan – Türkiye Benzerlikleri
Bu yazının başında Modi ile ilgili tespitlerimin bir bölümünü 2014’te, “Aşina Olduğumuz Bir Portre” başlığı altında yayımlamıştım. “Aşinalık”, elbette o tarihlerdeki Türkiye başbakanı ile ilgilidir. İki siyasetçi de ülkelerindeki laik cumhuriyete, kurumlarına, simgelerine kesinlikle karşıydı. Ülkelerin tarihi, yapısı, AKP ve BJP’nin ideolojik kaynakları, “düşman” anlayışını değiştirmektedir; ama “düşmanlar”ın etkisiz kılınması, susturulması, mümkünse dışlanması hususunda görüş birliği vardır.
Yazı, şu cümlelerle son buluyordu: “2014 Hindistan’ını on bir yıl öncesinin Türkiye’si ile karşılaştıralım. Tutucu köktendinciliğin sağladığı kitle tabanı sayesinde her iki ülkede de tek parti iktidarı kalıcı görünmektedir. Yabancı ve yerli sermaye için ise, köktendinciliğin nihaî hedeflerinin toplumsal, siyasal sonuçları değil, neo-liberal programa kesin bağlılık önemlidir.”
Bu benzerlik 2018’de devam ediyor mu? Hindistan’ın federal yapısı, Modi’nin maksimum programına engeller getirmekteydi; Modi de ilk iktidar döneminde bu programı arka planda tuttu. Aynı “ihtiyatlı çizgi”, AKP’nin ilk dört yılı için de geçerli olmuştu.
Bugünün Türkiyesi’ne geldiğimizde, iktidar el değiştirmemiş; buna karşılık üç anayasa referandumu ve 2018 Cumhurbaşkanlığı seçimi sonunda “Parti” iktidarı, tam yetkili “Lider”e devredilmiştir. Anayasal, yasal, kurumsal değişiklikler, uygulamalar, 2018’de oluşan iktidarı fiilen kalıcı hala gelmiştir. Süresi? Bilemeyiz.
Muhalif akımlar bu durumun farkında değildir veya açıkça ifade etmemektedir. Geçmişten kalan özgürlük alanları hâlâ vardır; ama kesintisiz daralmakta ve (daha da önemlisi) etkisizleşmektedir.
Kısacası, Patnaik’in Hindistan için tespiti (“faşistler iktidardadır; ama faşist devlet [henüz] oluşmamıştır”) Türkiye’de geçerli değildir. Uzun iktidar yılları ya faşistleri “evcilleştirir”; ya da faşizmi yerleştirir. Türkiye ikinci durumu yaşadı.
Hindistan faşizmi on bir yıl arayla Türkiye’yi izlemeye başlamıştı. Umalım ki 2019 seçimlerinde Hindistan halkı bu benzeşmeye son verir. Aksi halde? Kesin konuşmayalım. Tarihsel benzetmeler yanıltıcı da olabiliyor.