Google Play Store
App Store

Tecrübeyle öğrenmek, hemen tüm kültürlerde, okumanın karşıtı değil, ona eşlik eden bir deneyim olarak kabul edilir. Bu coğrafyada belki de yüzyıllardır duyulan, “Bir musibet bin nasihatten iyidir” ya da “Her şerde bir hayır vardır” söylemleri tam da tecrübenin önemine işaret eden ortak bir kültürel kabul gibidir. Elbette ‘musibet’ tercih edilen değil ama doğrudan ders alınan bir öğreticidir.

Modern bilimlerin henüz inşa edilmediği yüzyıllar boyunca özellikle doğal afetlere karşı, toplulukların hayata tutunma biçimleri doğrudan/dolaylı tecrübelerle mümkün olabilmiştir. Konut ve yerleşme tercihleri de büyük ölçüde deprem, çığ, sel gibi yıkıcı tecrübeler dikkate alınarak oluşmuştur. Hemen tüm yerleşme-konut deneyimlerinde önceki ‘musibetler’in yıkıcılığına tanıklık etmenin etkileri vardır.

Tuhaf ama üzerinde bulunduğu fay hatlarının ayrıntılı bir haritasına sahip olduğu halde Türkiye, deprem tecrübesinden neredeyse hiç öğrenmemiş bir ülkedir. Evet, bir deprem coğrafyası olarak türlü musibetlerin mekânı olmuştur ama yine de deprem tecrübesinden öğrendiğini gösteren pratikler son derece sınırlıdır. Hatta fay hatlarıyla inatlaştığını söylemek çok daha doğru olur. Hemen tüm depremlere rağmen kamunun konut ve şehirleşme-yerleşme pratikleri bunu doğrulayan onlarca örnekle doludur.

***

Sadece yakın tarihimize baktığımızda bile böyle olduğunu net biçimde görebiliriz. Mesela 1939 Erzincan depreminde neredeyse bütün şehir yıkıldığı halde, yeni şehir aynı fay hattı üzerinde, eski şehrin biraz ilerisine kurulmuştur. Böyle olunca sonraki yıllarda şehrin yeni depremlerle karşılaşması ve yeni felaketler yaşaması kaçınılmaz olmuştur. 1992 depreminde şehirde neredeyse sadece kamu binalarının yıkılması ise sanki bu duruma işaret eden bir ‘doğal mesaj’ olmuştur.

Sonraki yıllarda başka örneklerini gördüğümüz gibi Türkiye’deki her deprem, başka bir zamandan/mekândan aynı mesajı vermiştir. Mesela 26 Temmuz 1967’de Pülümür depreminde 97 kişi, sadece bir gün sonra aynı büyüklükteki Adapazarı depreminde ise 89 kişi hayatını kaybetmişti. Her birini izleyen yaklaşık otuz yıllık süre içerisinde aynı yerlerde ikinci büyük depremler meydana gelmiş ve bunların yıkıcı gücü çok daha fazla olmuştur. Benzer durum diğer depremler için de geçerlidir.

***

Fay hatlarıyla inatlaşmayı adeta alışkanlık haline getiren Türkiye’de her depremden sonra depremzedelere yeni konut yapmak, kamu idaresinin yaptığı belki de tek iştir. Ama bilimsel hiç bir temele dayanmayan bu politika, inşa ettiği konutlar bakımından da güven vermemiştir. Mesela 1992 Pülümür depreminin ardından inşa edilen bir ‘güvenli’ mahalle, geçtiğimiz aylarda ironik biçimde ‘konutların depreme dayanıklı olmadığı tespit edildiğinden’ yine kamu tarafından yıkılmış, bir sonraki depremi bile bekleyememiştir. 1999 Adapazarı depremi ise bu kez büyüklüğü daha düşük olduğu halde, daha ağır bir bedeli ortaya çıkarmıştır. Üstelik her zaman olduğu gibi bütünüyle yıkılan mahalleler neredeyse aynı yerlere yeniden inşa edilmiştir.

Bütün bu deneyimleri düşününce 6 Şubat 2023 depremlerinin yıkıcı etkilerini saatlerce göremeyen kamunun, üst düzeyde ilk mesajının ‘yıkılan konutların yerine yenilerinin hızla yapılacağı’na dair olması hiç şaşırtıcı değildi. Çünkü kamuyu-şehirleri adeta esir alan inşaata odaklı bu zihniyetin ‘musibetten’ öğrendiği yegâne ders yeni(den) inşaat yapmaktı. O kadar ki yıkılan evlerin olduğu bazı alanlar bile, yeni inşaatlar için hızla ‘rezerv alan’ ilan edilmişti.

Şu sıralar yeniden ve sürekli sallanan Türkiye’de son büyük depremin üzerinden tam iki yıl geçti fakat yazık ki ne fay hatlarıyla inatlaşmanın on binlerin ölümündeki etkisi konuşuldu, ne de yıkıntılar altında günlerce bir kurtarıcı bekleyerek son nefeslerini veren insanlar ve hayvanlar. Ne şehirleri son yıllarda birer beton yığınağına çeviren rantsal politikaların dehşeti konuşuldu, ne de buna karar veren kamu yöneticilerinin kusurları. Büyük yıkımın ve yüzbinlerce can kaybının tek kusurlusu olarak sadece ‘deprem’ kaldı. Daha kötüsü Türkiye’nin ‘Fay’lı Şehirleri’ yeni musibetli akıbetlerini bekliyorlar; hafızasız, çaresiz ve umutsuz.