Google Play Store
App Store

Ben adada büyüdüm. İstanbul’da, Marmara’da bir adada. Yani İstanbul’un köylüsüyüm. Bize elektrik zor gelir, kesilir; su zaten haftada birkaç kere tankerle gelir. Evler soğuk, her yerden deniz esiyor, güzel de esiyor. Karşımızda büyüyen bir şehir, İstanbul var.

İşte böyle bir ortamda büyüdüm, günler saatleri kovaladı bazen sadece ilginçlik olsun diye, bazı zamanlar da aylar ayları kovaladı, karşımızdaki şehir irileşti, etlendi iyice büyüdü, griye büründü. Siz de yaşadığınız yerlerde böyle şeylere tanık olmuşsunuzdur zaten.

Adada yaşarken haliyle denizle çok fazla muhatap olmak zorundasınız. Hiçbir şekilde yüzmediğinizi, balık tutmadığınızı ya da suya çimmediğinizi bile düşünsek, er ya da geç bir vapura binmiş oluyorsunuz. Artık o vapurda, o gün hava nasılsa, denizin ve vapurun insafına kalmış oluyorsunuz. Sallanmayan bilemez, şimdi doğruya doğru. Vapur içindeki bardakların, tabakların kırıldığı yıllar vardı. O yıllarda herkes adalardan İstanbul’a geliyordu.

Laflar dolaştı. Adada olmanın en güzel şeylerinden biri de sürekli denizle iç içe olabilmek. Yaz olsun, kış olsun suya alışık oluyor ada insanı.

∗∗∗

Bazen dikkatsiz yüzenlere de bir uyarımız vardır. Fazla açılma… Genelde yüzmeyi çok iyi bilmeyip adalara gelip de denize girmek isteyen, mekanına uyumsuz çocuklar olur. Hemen fark edersiniz davranışlarından, sesinden ya da hareketinler ya da hareketlerinden… O çocukları gördüğümüz zaman biraz tedirgin olmuyoruz değil. Neden acaba? Belki bizim, yani yüzme bilenlerin ya da sessizce yüzmek isteyenlerin beklentileriyle denk bir noktaya gelemeyecek? Bilemeyiz. Belki de başka bir şey vardır işin içinde. Suyun içinde bağırışlar, çağırışlar, bir tanesi tam yüzme de bilmiyor ama arkadaşlarına eşlik etmek için kolluk takıp girmiş suya. En azından kafası çalışıyor, şuradaki diğeri eski bir lastik içini şişirmiş, onun ortasına yerleşmiş, açıldıkça açılıyor…

“Şeycim fazla açılma!” diye feryat etti bir teyze kıyıdaki beton bloğun üzerine çıkıp ama şeycim ve laz arkadaşları eğlenceden, keyiften bu uyarıları duyacak halde değil. Kahkahayı da sevmiyoruz toplumca, eğlenen insana da pek iyi gözle bakmıyoruz nedense ama böyle de eğlenilmez, şuursuzca eğlenildiği bu kadar da belli edilmez ki. Bunlar gün batımına kadar suda kalacak belli… Neyse gençler eğlensin, ada halkı da biraz tolerans göstersin kendisinden olmayana, adaya uyum sağlayamayana…

Akşama doğru her zamanki gibi poyraz esmeye başladı. Su dalgalandı, dalgalar kabardı, denize giden tekneler yavaştan limana geri dönmeye başladı, balık tutan aileler, son çaparilerini atıp çektiler, istavrit bol yine çok şükür. Bugünleri de göremeyeceğiz belki ileride? Belki lüfer bile bulamayacağız istediğimiz boyda bir zaman. Kofananın adını unutacağız belki de tadından önce… Zaten ne zaman yaşadığını bir günü tekrar yaşayabilirsiniz ki? Hiçbir günü tekrar göremeyeceğiz.

∗∗∗

Halk plajının beton zeminine giderek tepelerin gölgesi düşmeye başladı, ortam serinledi, yazlıkçılar ve adalılar teker teker toparlandı. Şeycim ve saz arkadaşlarını pek hatırlayan yoktu, çünkü seslerini duymuyor, suretlerini görmüyordu kimse.

Ertesi gün sabah okula gitmek için 6.30 vapurunu bekliyorum. Paşabahçe, Fenerbahçe ya da Dolmabahçe gelir bu saatte, hızlı gemiler ne de olsa. İskeleye doğru giderken sahilde bir nümayiş. Şeycim’in bedeninin çevresinde polis, sahil güvenlik, faytoncular, sabah benim gibi okula gidecek çoluk çocuk toplanmış. Teyzenin teki “Fazla açılmış, boğulmuş” dedi.

Vapura durduk yere çocukluk travmamı da yüklenip bindim, bir saat süren yol boyunca da ödevlerimi yaptım. Diğer çocuklara ne oldu acaba diye biraz düşündüm, sonra yıllarca bu olayı unuttum.