Fraser, “Feminizm; sınıf siyasetinin içinde, kapsayıcı, işçi hareketini destekleyen; sendikacılığı ekoloji mücadelesiyle ve ırkçı ve heteronormativite karşıtı mücadeleyle birleştiren bir harekettir” diyor.

“Feminizm antikapitalisttir”
Nancy Fraser (Fotoğraf: Philosophie Magazine)

Ekin Keleş & Ulaş Bager Aldemir

21. yüzyıl, bütün ötekilerin birleşik ve devrimci mücadelesini dayatan bir konjonktüre sahip. Kadın hareketi ise bu yüzyılın en önemli başkaldırı mevzilerinden biri. Öte yandan reel sosyalizmin çağımızdaki politik gereksinimlere cevap veremediği de ortada. Bugün; cinsiyet, sınıf, ulus ve her türden sosyal gerçekliğin birbirine indirgenmediği ama sınıf siyasetinin de kimlik şovenizmiyle örtbas edilmediği müşterek bir tavra ihtiyacımız var. Bu nedenle her türden özcü perspektiften uzak durmalıyız. Çünkü cinsiyet mücadelesini kadın-erkek ikiliğine indirgeyen heteronormatif stratejiler kadar, kimliği sınıftan izole, mutlak bir değer olarak öne süren stratejiler de sistemi yeniden üretmekten başka bir işe yaramıyor. Dolayısıyla doğanın ve hayvanların sömürgeleştirilmesi, bedenin cinsiyetlendirilerek sömürgeleştirilmesinden bağımsız düşünülemeyeceği gibi, bütün zenofobik ve gerici pratikler de emek-sermaye çelişkisinden bağımsız düşünülemez. Bu temelde, çağımızın önemli feminist düşünürlerinden Nancy Fraser’la kadın hareketinin sınıf mücadelesiyle ilişkisini konuştuk.

Feminizm, kültür tarihini yapı-söküme uğratarak, insan yaşamının her katmanına damgasını vuran eril tahakkümü görünür kıldı. Öte yandan ekolojik ve sınıfsal mücadelelerin de zaman zaman cinsiyetçiliğe karşı verilen mücadeleyle kesiştiğini görüyoruz. Atomize olmamış, dayanışmacı ve müşterek bir siyasetin feminizmden öğrenmesi gerekenler nelerdir? Bir başka deyişle, 21. yüzyılın devrimci ufkunda feminizmin rolü nedir?
Bu soruyla ilgili iki noktaya işaret etmek istiyorum. İlki, kapitalist toplumda eril tahakkümün yeri ve rolü; ikincisi ise feminizmin anti-kapitalist mücadeledeki konumu ve işlevi. Bana göre, eril tahakkümün kapitalist toplumda yapısal bir temeli bulunmakta. Bu temel, üreme ve üretim emeği arasındaki ana ayrımı da içine almaktadır. Bu doğrultuda kapitalizm, kadın ve erkeklere atanmış roller arasında keskin bir çizgi çizen ilk toplumdur, insanlığın ilk çağlarında bile bu atanan rollere uygun işlerin hepsi emek olarak görülmekteydi. Kapitalizm mutlak ve keskin bir şekilde ev içi emek ve ev dışında gerçekleşen emeğin arasına bir çizgi çekti ve evdeki emeği, meta üretiminin gerisinde bıraktı. Bu ayrımla, kapitalizme içkin cinsiyet ayrımı da kadının itaatkârlığını yaratmış oldu. Bu nedenle, kadının itaatkârlığına karşı mücadele, sınıf çatışmasını da kapsayan, anti-kapitalist bir mücadeleyi içermelidir. Düzgünce örgütlenmiş feminist ve ırkçılık karşıtı mücadele bir sınıf mücadelesidir. Sınıf çatışmasının sadece fabrika çalışanlarına has olduğunu düşünmek büyük bir yanılgı. Eğer sorunuzu yeniden şekillendirecek olursam; sınıf mücadelesi, geleneksel Marksist düşüncenin öngördüğünün aksine daha geniş kapsamlı ve farklıdır. Buna göre, sınıf mücadelesi feminist hale gelmeli ve üreme-üretim dikotomisini ele almalıdır. Ve feminizm de eğer, kendisini sadece kadınları iş hayatında yüksek mevkilere getirmenin bir aracı olarak görmüyorsa Marksist düşünceden nemalanmalıdır.

Sizce feminizm, kuir teori ile nasıl bir ilişki kurmalıdır?
İşçi sınıfının kapitalist toplumda örgütlenişi üzerine materyalist bir analiz kullanmaktayım. Dahası, öncesinde belirttiğim gibi üreme ve üretme arasındaki ayrım son derece temel ve toplum üzerinde örgütleyici bir yapısı mevcut. İki cinsiyetli sistem kapitalist toplumda bahsedilen üreme ve üretme ikiliği tarafından yapılanmıştır. Bu ayrım, bazı insanlara maskülenite, bazılarına ise feminenite atamaktadır. Tüm bu güçlükler transların ve kuirlerin de dahil olduğu temel ayrıma bağlıdır. Antikapitalist mücadele bu insanların yaşadığı problemleri değersizleştirip, geleneksel anlamdaki sınıf mücadelesini öncelememelidir. Aynı zamanda kuirlerin ve dışlanmış diğer kesimlerin mücadelelerinin de sınıf yönelimli olması gerekir.

Liberal feminizmin kapitalizmle barışık tavrını bir çeşit pink washing olarak yorumlayabilir miyiz? Sınıf mücadelesini görmezden gelen bir feminizm ne ölçüde radikal olabilir?
Feminizmin tarihinde, çeşitli komplikasyonlar ve karışıklıklar mevcut; bunlar, bir tarafta liberal, burjuva ve orta-sınıf feminizmini önceleyen, bir taraftan da sınıf mücadelesine tekelci bakan politik hareketlerden oluşmakta. Sendikal hareketler ve feminizm arasında her zaman dışlayıcı ve kuşkucu bir ilişki var olmuştur. Feminizm içinde önceden de azınlıkta da olsa, antikapitalist ve işçi sınıfı destekçisi eğilimler mevcuttur. Fakat feminizm, geleneksel olarak sadece kadının özgürleşmesini merkeze alan ve kısır, dar bir düşünce olarak görülmüştür, bu liberal feminist hareketler de yetenekli kadınların yükselmesine içkin olmuştur. Bu düşünce, sadece zaten belirli ölçüde eğitim almış, finansal özgürlüğe erişebilen kadınlara yardımcı olabilmektedir. Öte yandan, işçi, beyaz olmayan, sosyalist ve anti-kapitalist kadınlar çetrefilli bir savaş vermekte. “Feminist Manifesto” alternatif bir feminist düşünce yaratmak için kaleme alındı bu nedenle. Bu doğrultuda liberal feminizm, radikal bir hareket değildir. Çünkü eril tahakküm, üreme ve üretme ayrımını ele almayan, antikapitalist ve sınıf siyasetini içeren bir perspektife sahip olmadan yenilemez. Sınıf siyaseti geleneksel olarak feminizmi dışlamış ve onun liberal bir öğreti olduğunu iddia etmiştir. Ancak feminizm; sınıf siyasetinin içinde, kapsayıcı, işçi hareketini destekleyen; sendikacılığı ekoloji mücadelesiyle ve ırkçı ve heteronormativite karşıtı mücadeleyle birleştiren bir harekettir. Bu şekilde, radikal feminizm, Ortodoks Marksist düşüncenin öngördüğünün aksine daha kapsamlı anti-kapitalist bir cephe haline gelerek önemli bir yere sahip olmaktadır.

Çeviren: Ekin Keleş