Ferhat Akbaş ve Eczacıbaşı
Eczacıbaşı’nın geçtiğimiz pazartesi günü görevden aldığı Ferhat Akbaş, arkasında bir dolu tartışma ve toparlanması gereken bir camia bıraktı. Bu karara birkaç farklı açıdan bakmak istedik.
Eczacıbaşı yönetimi 17 Mart 2025 günü yaptığı açıklamayla, 3,5 yıldır takımın başında olan Ferhat Akbaş’la yollarını ayırdıklarını açıkladı. Eczacıbaşı’na gelişi, Hz. İsa’nın Kudüs’e girişi gibi görkemliydi, kulüpteki hayatı aynen Kudüs’te olduğu gibi daha çok insanı kızdırarak geçti, gidişi de aynen onun gibi çarmıha gerilerek oldu. Özellikle son 1,5 yıl her voleybol tartışmasının 1 numaralı maddesi olan antrenörün, bulunduğu noktaya gelmesi sırasında rol oynayan, kendisi dahil aktörler ve anlayış hakkında birkaç kelam edelim.
Ferhat Akbaş: Bundan birkaç yıl sonra dönüp Eczacıbaşı yıllarına bakınca neler hissedecek bilinmez, fakat Akbaş’ın içinden çok fazla dersler çıkarabileceği bir dönem olduğu aşikar. 29 Nisan 2021 günü “bu köklü kulübün kupalarla dolu tarihini, dinamik bir yapılanma ve enerji dolu bir yaklaşımla daha da parlak bir geleceğe dönüştürmek için el ele vereceğiz” sözleriyle başladığı yolculuk, onun antrenörlük kariyerinin hem en tartışmalı hem de sportif açıdan en başarısız dönemi oldu. Akbaş yardımcı antrenör olarak Çin ve Türkiye’de, baş antrenör olarak da Romanya ve Polonya’da lig şampiyonlukları başta olmak üzere çeşitli kupalar kazanmış bir isimdi ancak Eczacıbaşı dönemi, genel anlamda büyük bir hayal kırıklığı olarak hatırlanacak. Öyle ki Akbaş 2017-21 yılları arasındaki 4 yılda CSM Bükreş ve Chemik Police’de her sezon en azından 1 kupa kazanabilmişti. Eczacıbaşı dönemi ise prestij açısından Eczacıbaşı’nın ana hedeflerinin uzağındaki CEV Kupası ve Dünya Kulüpler Kupası şampiyonlukları dışında kupasız geçti. 38 yaşındaki, Japonya’nın yeni antrenörünün (tarihlerindeki ilk yabancı antrenör olacak) Eczacıbaşı döneminde 2 farklı alanda problem yaşadığını gördük. Bunlardan birisi saha içinde oynanan oyunla ilgiliydi. Kurulan farklı takımların, sahip olduğu potansiyele ulaşamamaları, sezon boyu kadro istikrarının sağlanamaması ve hem orta oyuncu hem de smaçör ikili konusunda son 2 sezondur çok net olarak belli olan kararsızlık, mart ayından sonraki, sezonun en önemli döneminde rakiplerin iyi analiz edilmemesi bunun en belirgin örneklerindendi. Öyle ki, turuncu-beyazlılar bu sezon, Plummer-Rettke-Boskovic 3’lü hücum turu ile dünyanın en fizikli ve tehditkar ön turuna sahip gibi görünüyordu. Hatta bunun sinyallerini 26 ocakta kazandıkları Fenerbahçe maçı ile vermişlerdi. Fakat sadece 2 ay sonra geldikleri yerin o gün verilen umutlarla hiçbir alakasının olmaması da, bu istikrarsızlığın ve başarısızlığın önemli göstergelerinden. Şampiyonlar Ligi çeyrek final ilk maçında, Akbaş döneminin dibe vuruşunun ilanı olan Milano mağlubiyetinden 1 gün önce, takımın en büyük kozu olduğunu söylediği blok defansın felaket bir durumda olması dahi, gelinen nokta hakkında bir fikir verebilir.
Akbaş’ın bir başka sıkıntı yaşadığı şey, takım içi iletişim ve zaman zaman dışarıdan görülebilen uyum sorunu idi. Sporda, bir kulübün çalışanları birbirine profesyonel ilişkinin dışında bir sevgi ile bağlanmak zorunda değiller ve spor tarihi, “canciğer” arkadaş olmadan da başarı yaşamış nice takımla dolu. Fakat Eczacıbaşı’nda, özellikle yıllar ilerledikçe, takımın geneline sirayet eden ve saha kenarından çok net olarak görülebilen bu tatsız ortam, bazı maçlar kötüye gittiğinde, sığınabileceğiniz karşılıklı güven ortamının yokluğunu da beraberinde getirdi. Örneğin, (karşılaştırmak görev süresi ve karakter açısından haksızlık olabilir ama) 1 hafta önce, Fenerbahçe karşısında takımıyla “bir” olan ve Akbaş’ın da geçmişte beraber çalıştığı Giovanni Guidetti bunu sık sık kullanabiliyor. Son olarak da bazı krizlerin idaresinde, sınıfta kaldığını söylemek lazım. Geçtiğimiz sezon mental ve fiziksel olarak hazır olmadığını belirttiği, önce kadro dışı kalan sonra da kulüpten ayrılan Yasemin Güveli’nin, ligin ikinci yarısında, forma giydiği Çukurova ile, set başına blokta açık ara lider olması buna örnek verilebilir. Bu eksiklikler, iletişim hataları ve yanlış seçimler, geliştirilebilecek bir şey ve Ferhat hocanın kariyerinin ileriki döneminde bu konuda daha iyi bir profil çizmesini diliyoruz.
Yönetim: Eczacıbaşı yönetiminin son 2 yıldaki seçimleri ve uygulamaları da oldukça tartışmalıydı. Önce, geçtiğimiz yaz, ilk 3 yılında, takımı ileri seviyeye taşıma, yeni yetenekleri takıma kazandırma ve kupa kazanma gibi konularda pek parlak bir görüntü vermeyen bir antrenör ile yeni bir 3 yıllık anlaşma imzalandı. Ardından sezon devam ederken kendisi Japonya ile sözleşme imzaladı, ve nihayetinde de, kazanılması muhtemel 2 kupada yola devam edilirken, Japonya’daki görevi nedeniyle Akbaş’la yollar ayrıldı. Ne bu yeni 3 yıllık sözleşmenin süresi doğruydu, ne de sonra alınan kararlar. Eczacıbaşı yönetimi, her uzun süre görev yapan antrenörün, Guidetti olmayacağını, istikrarın, eğer kötü performans söz konusuysa, başarısızlığa istikrar kazandıracağını görebilmeliydi. Ayrıca eğer yolları ayırma kararı, Japonya ile atılan imzadan kaynaklanıyorsa, bu imza 20 şubatta atılmıştı, hatta bu atama, imzadan çok daha önce belli olmuş ve sadece resmiyeti bekliyordu. Yani kulüp bu aksiyonu, bu kadar kötü oynanan ve çöpe atılan Şampiyonlar Ligi çeyrek finalinden önce alabilirdi. Fakat, dediğimiz gibi bu 2 yıl boyunca oyuncu kararları da dahil, çok parlak bir yönetim performansı gösterilmediğini belirtmek lazım. Uzun süredir takımın bünyesinde bulunan bazı oyuncuların, bu yaz takımdan ciddi olarak ayrılma ihtimali, 4 yıl önce, büyük bir motivasyonla çıkılan yolculuğun sonunda ulaşılan yeri daha da karanlık bir hale getirecek. Kimbilir belki de bu toplu erozyon, bir şeyleri yeniden kurmanın fırsatı olabilir, tabii son birkaç yıldaki hatalar tekrarlanmazsa.
Oyuncular: Son 2 yılda kulübün kaynayan bir kazana dönüşmesinde, oyuncuları tamamen bu denklemin dışında, bir “kurban” olarak düşünmenin çok sağlıklı olmadığını düşünenlerdenim. Evet, işlerin saha içinde yolunda gitmediği net olarak görülüyordu, fakat kulübün içine düştüğü ve adeta kademe kademe ilerleyerek artık bir kabusa dönüşe onarılamaz ilişki yumağında, en azından saha içindeki performansı geri döndürmek için bir kıvılcım bekliyordum. Ancak oyuncular da, bütün tepkinin, neredeyse oybirliği ile kabul edilmiş şekilde Akbaş’a yöneltilmesinden çok rahatsızlık duymadılar. Özellikle ocak ayından beri, Akbaş’ın kulüpten ayrılacağının belli olmasının ardından, hele o Fenerbahçe maçından sonra, Milano serisinde daha fazla karşı koyan, isyan eden, kariyerleri ve birbirlerine saygı için mücadele eden bir oyuncu grubu görebilirdik. Evet bu kaotik ortamda bazen bu motivasyonları bulmak zordur, fakat ben bu maçlarda, oyuncuların voleybolun en basit, temel gerekleri olan, blok defans sırasında zıplama veya blokta ellerini rakip sahaya doğru kapatma gibi aksiyonları bile almadığına şahit oldum. Kulübün içinde bulunduğu bu ortamı tek başına geriye çevirmek oyuncuların görevi değil ve bunu yapmak zor olabiliyor, ancak ben yine de, İstanbul’da oynanacak bir Şampiyonlar Ligi Final Four’u için daha çok özveri bekliyordum. Her sorunun kaynağı, hatta voleybola yıllarını vermiş bazı eski sporcuların deyimiyle, “Eczacıbaşı’nı tek başına mahveden” Akbaş’ın gidişi sonrası, tablonun nasıl olacağını Kupa Volley ve Sultanlar Ligi play-off mücadelelerinde göreceğiz.
Medya: Herhalde işi en kolay olan grup buydu. Birkaç istisna dışında tüm voleybol kamuoyu, taraftarlar, bir şeylerin iyiye gitmesi için neler yapılabileceği ihtimalini konuşmak yerine (hoş bu konuşulduğunda da istifa, tek çare olarak görülüyordu ya) kelle almak peşinde olduğu için, medya da bu trene atladı ve asla inmedi, zaten ne taraftarlar gibi alınan sonuçlara üzülüyorlardı, ne oyuncular gibi kupasız bir kariyere imza atıyorlardı, ne de antrenör gibi topun ağzına oturtulmuşlardı, yani kaybedecekleri bir şey de yoktu, birkaç istisna dışında hiçbirisinin de Eczacıbaşı’nın daha başarılı bir kulüp olmasını istediğini sanmıyoruz. Hatta bir süre sonra medya içindeki insanlar birbirlerini daha az eleştiri yapmakla suçlamaya başladı. Her hafta, amaç bir önceki haftadan daha keskin, daha abartı eleştiriler yapmak olunca bir süre sonra maksadını aşan yorumlar ve hiçbir kaynağı olmayan iddialar ortaya atılmaya başlandı. İş saha içini konuşmaktan çok bambaşka yerlere gitti ve maalesef kimse bir şeyleri onarmak için beyin fırtınası yapmaya yanaşmadı. Bu bizim son 1-2 yılda, hızla değişen, bu sporu yorumlama kültürünün doğal bir sonucu. Geçen yıl Akbaş – Lavarini sanık sandalyesindeydi, bu sene Akbaş – Fenoglio. İzleyen yıl muhtemelen bu 2 takımın yeni antrenörleri olacak. Eleştirilerin haklı-haksız olması apayrı bir tartışma konusu, fakat çarenin bir günah keçisi belirleyip, tüm başarısızlığın, her yönüyle, o tek şahısa yıkmak ve o şahsın görevle ilişkisini kesmek olduğunun, takım sporları söz konusu olduğunda, bir hayli saçma olduğunu umarım bir gün anlayacağız.
Taraftarlar: Eczacıbaşı taraftarlarının da bugün kulübün geldiği ortamda ufak bir payı olduğunu düşünsem de, bu konuda kendilerini anladığımı belirtmem lazım. Evet bu sezon eleştiriler oldukça acımasızdı, empatiden uzaktı ve aynen medyada olduğu gibi, 2. sınıf Hollywood macera filmlerinin saf kötü adamına yöneltilmiş gibiydi, ancak 4 yıldır bir hayalin peşinde koşan kitlenin de yanlış seçimler ve bir türlü işlerin yoluna girmemesi sonucu isyan seviyesine geldiğini de kabul etmek lazım. Hem medyanın hem taraftarların saha içindeki performansları değerlendirirken de bazı tutarsızlıklar içinde olduğunu gördük. Sezonun ortasında, bu kaosun içine düşen ve oldukça vasat hatta birçok maçta vasatın altında bir performans gösteren Plummer’ın motivasyon ve mental durumu hiç konuşulmadan, istatistik kağıdına bakılırken, bazı oyuncuların motivasyonsuzluk ve uğradıkları haksızlıklar sebebiyle düşük performans gösterdikleri konuşuldu, halbuki burada yapılması gereken, her türlü ön kabul ve ön yargıdan uzak olarak saha içi performansa odaklanmaktı ve oyuncuların sportif performanslarına aynı eleştirel gözle bakılması olmalıydı.
Eczacıbaşı’nda Ferhat Akbaş’ın istifası, Star Wars’da Sith Lord’u İmparator Palpatine’in ortadan kaldırılmasına benzer bir etki yaratmış gibi duruyor. Galakside işlerin yoluna girip girmeyeceğini göreceğiz.