Fesih, Lozan ve muhalefet
Beklenen oldu ve PKK kendini feshettiğini duyurdu. 5-7 Mayıs’ta “güvenlik nedeniyle” iki farklı alanda kongresini gerçekleştiren örgüt, aldığı kararları kamuoyuyla paylaştığı 12 Mayıs tarihli açıklamasında, “PKK 12. Kongresi, pratikleşme süreci Önder Apo tarafından yönetilmek ve yürütülmek üzere PKK’nin örgütsel yapısının feshedilmesi ve silahlı mücadele yöntemini sonlandırması kararlarını alarak PKK adıyla yürütülen çalışmaları sonlandırdı” dedi.
Böylece Kasım 1978’de Diyarbakır’ın Lice ilçesine bağlı Fis köyündeki bir evde Abdullah Öcalan, Cemil Bayık, Duran Kalkan, Sakine Cansız ve ölümü kongrede doğrulanan Ali Haydar Kaytan’ın da aralarında olduğu 21 kişi tarafından kurulan PKK, aradan geçen 47 yılın ardından Mayıs 2025’te tarih sahnesinden çekildi. Şüphesiz silahların susması ve şiddetin son bulması bakımından bu karar, Türkiye halkının, bilhassa emekçilerin, ezilenlerin ve yoksul milyonların yararınadır.
PKK’nin fesih ve silah bırakma kararını duyurduğu bildirgede, sonucun gerekçesi olarak Ortadoğu’daki güncel gelişmelere işaret edildi. “3. Dünya Savaşı kapsamında Ortadoğu’da yaşanan güncel gelişmeler de Kürt-Türk ilişkilerini yeniden düzenlemeyi kaçınılmaz kılmaktadır” cümlesi, Bahçeli’nin DEM Partililerle tokalaşması ve Öcalan’a yaptığı çağrıyla 7 ay önce görünür olan dinamiklerin gerekçesinin, “demokrasi ve barış sabırsızlığı” değil, “jeopolitik mecburiyet” olduğunu ortaya koydu.
7 Ekim 2023’te Hamas’ın Aksa Tufanı saldırısının ardından İsrail-ABD ortaklığının bölgeyi kan gölüne çevirerek Hamas, Hizbullah ve son olarak Esad’ın Suriye’de devrilmesiyle İran'ı yalnızlaştırıp Direniş Ekseni’ni kıran operasyonları, PKK bildirgesinde sözü edilen Ortadoğu’daki güncel gelişmelerin özeti. Emperyalistlerin şekillendirdiği yeni bölge denkleminde, her iki taraf da “süreç” denilen güncellenme döneminde üzerine düşen “uyumlulaşma” adımlarını atıyor.
PKK bildirgesinde dikkat çeken başka bir detay da Lozan Antlaşması’na ilişkin eleştirel atıf oldu. PKK, kendi kuruluş gerekçesinin, Lozan’ın ve 1924 Anayasası’nın “Kürt inkarcı siyaseti” olduğunu kaydederek, “ulusların kendi kaderini tayin hakkı” ilkesi doğrultusunda silahlı mücadele stratejisini benimsediğini ifade etti.
Lozan’a yönelik sözler, pek çok çevre tarafından tepkiyle karşılandı. Malum, Lozan’ın Cumhuriyet’in kuruluş sürecindeki rolü oldukça kritik. 1 Kasım 1922’de Meclis’ten çıkan kararla saltanatı ilga edip Osmanlı monarşisine son veren Mustafa Kemal’in siyasi liderliğindeki Ankara hükümetinin uluslararası düzeyde varlığının resmen tanındığı antlaşma 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan’dır. Bu antlaşmadan 3 ay sonra, 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edildi. PKK metninde olumsuz referansla anılan 1924 Anayasası da Cumhuriyet’in ilk anayasası oldu.
Örgütün Lozan’a dönük eleştirisi, ister istemez sürecin muhatabı olan iktidarın bu konuya yaklaşımını akla getirdi. Bilindiği gibi siyasal İslamcı AKP iktidarı da Lozan’a karşı oldukça negatif görüşlere sahip. Erdoğan'ın 2016’daki “Lozan'ı bize zafer diye yutturmaya çalıştılar. Oysa Lozan, bir zafer değil, hezimetin ta kendisidir” açıklaması bu görüşün en veciz ifadelerinden biri. Erdoğan devam eden yıllarda daha itidalli bir tavır izlemeye çalışsa da Lozan’a yönelik muhalefetini gizlemedi.
Kürt hareketi, Kürt coğrafyasını 4 parçaya bölüp Kürtleri dikkate almadığı için Lozan’ı kabullenmez ve 1924 Anayasası’yla Türkiye’de yaşayan herkesi “Türk saydığı” gerekçesiyle Cumhuriyet’i eleştirirken, siyasal İslamcılar da fetihçi hamasetle meseleyi yorumlayıp Türkiye’nin hak etmediği ölçüde dar sınırlara hapsedildiğini savunarak Lozan’a karşı çıkıyor. Elbette iki ideolojik perspektif de Lozan’a muhalefet ederken “Kemalist çizgiyi” hedefe oturtuyor.
Dolayısıyla pek çok yerde ayrışsalar da Lozan’a ve Cumhuriyet’e yaklaşım konusunda örtüşen bu iki bakışın, sürecin getirdiği enerjiyle “yeni anayasa yapımında buluşup Erdoğan’a bir dönem daha başkanlık yolunu açabilecekleri” yönünde bir kuşku açığa çıktı. DEM Parti Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit’in geçen gece Tele 1 yayınında dile getirdiği şu sözler bu şüpheye yanıt olması açısından önemliydi: “Bütün muhalefet dışında kalmış, toplumun önemli bir kesimi karşısında duruyor ama biz o anayasaya evet diyeceğiz! Bu bizim kendimizi reddetmemiz anlamına gelir. AKP'nin istikbali için mücadele etmedik. Arkadaşlarımız AKP'nin bir dönem daha iktidarda kalması için cezaevlerine girmediler.”
Bütünsel olarak düşünüldüğünde Koçyiğit’in sözleri Kürt siyasi hareketinin tamamını temsil etmeyebilir. Bu geniş yapının içinde farklı görüşleri savunan ve farklı bir yerde durmayı doğru bulan kesimler de var. Hareketin liderlik düzeyinde nasıl bir strateji geliştireceğini de zaman içinde anlayacağız. Ancak şu bir gerçek ki, Kürt seçmenin çok önemli bir kısmı, ideolojik ve sosyolojik karakterleri gereği bu düzene muhalif olmayı ve tek adam rejimine direnmeyi sürdürecektir.
Kürt hareketi içindeki eğilimler tartışılabilir olsa da Erdoğan’ın süreci, iktidarının devamlılığını sağlayacak bir basamak olarak kullanmak isteyeceğine şüphe yok. Ortağı Bahçeli’nin, onu sürece ısıtma çabası sırasında bu hedefe dönük vurgular yaptığı hatırlanacaktır. Zira ayakta kalmak için baskıya mecbur olan Erdoğan’ın sırf “demokrasiyi ve barışı güçlendirecek” diye bir yola girmesi mümkün olmadığı gibi, kendisine fayda sağlamayacak “barışı” günü geldiğinde bloke edeceği de açıktır.
Yine de rejimin bu hareket motivasyonu, sürecin devam ettiği koşullarda Türkiye’de ona karşı verilen adalet, demokrasi ve özgürlük mücadelesinin büyüyemeyeceğini garanti etmez. Burada belirleyici olan, mevcut muhalefet bileşenlerinin (toplumsal ve kurumsal) rejim bloku karşısında alacağı pozisyon olacak. Ülkede barış ve demokrasinin gelişmesinin koşulu iktidara avantaj getirecek bir plana angaje olmak değil, iktidara karşı tavizsiz ve net bir mücadele yürütmektir. Bu cepheyi büyütme yolunda tüm muhalefet aktörlerine önemli sorumluluklar düşüyor.