Çocuklar anne babasını kaybetmiş olsun olmasın, yurttaş olsun olmasın, devletin deprem sebebiyle veya daha önce korumasız durumda kalmış çocukları araştırmak, bulmak ve yasalarda öngörülen usul ve esaslara uygun biçimde koruma altına almak zorundadır.

Fetva ve tarikat kıskacında çocuklar için yol ayrımı: Hak mı merhamet mi?

Özge YÜCEL

6 Şubat 2023’te başlayan depremlerde güvenlik, arama kurtarma, barınma, ulaşım gibi kamu hizmetlerinin zamanında ve etkin biçimde yerine getirilmemesi sonucunda anne babası ölen ya da nerede olduğu bilinmeyen, enkazdan çıktığı sırada ebeveyni yanında olamayan çok sayıda çocuğun korunmasız kaldığı anlaşılmıştır. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı da depremde çok sayıda çocuğun refakatsiz kaldığını kabul ederek refakatsiz çocuklar için arama sayfası oluşturmuştur, bu sayfada kimliği bilinen, bilinmeyen, aileye teslim edilen ve kuruluş bakımına alınan çocuklar hakkında bilgiler paylaşmaktadır.

Depremin etkilediği kentlerde bulunan kişilerin aktardığı haberlere göre çok fazla sayıda çocuk kayıp durumdadır, 23.02.2023’te güncellenen resmî verilere göre de 106 çocuğun kimliği bilinmemektedir. Çocuklar anne babasını kaybetmiş olsun olmasın, yurttaş olsun olmasın, devletin deprem sebebiyle veya daha önce korumasız durumda kalmış çocukları araştırmak, bulmak ve yasalarda öngörülen usul ve esaslara uygun biçimde koruma altına almak zorundadır. Şu soruları sormak bir yurttaş ve hukukçu olarak boynumuzun borcudur:

•Çocuklar kim tarafından nasıl, hangi kararla nereye yerleştirildi?

•Annelerin sağ olması ve herhangi bir yere yerleştirilmeye izin vermesi yeterli mi?

•Çocukların sağlığı için nasıl bir önlem alındı?

•Çocukların eğitimi için nasıl bir önlem alındı?

•Bulunan çocuklar ile ilgili olarak yapılması gerekenlerden bazıları şöyle sıralanabilir:

•Annesi veya babasından ikisinin de nerede olduğu bilinmeyen veya öldüğü belirlenen veya anne veya babası sağ olduğu halde bakılamayan, velisi tarafından gözetilemeyen çocuklar için Sosyal Hizmetler Kanunu’na ve Çocuk Koruma Kanunu’na göre korunma kararı ve bakım tedbiri alınır, Bakanlık bünyesinde kurulan sosyal hizmet kuruluşlarına (çocuk yuvaları, yetiştirme yurtları) yerleştirilir, yapılan incelemeler sonucunda çocuğun üstün yararına uygun düştüğü takdirde koruyucu aile yanına yerleştirilebilir.

•Veliler velayetten doğan bakma yetkisi ve yükümlülüğünü başkasına devredemez, dolayısıyla bir kuruma veya aile yanına yerleştirme konusunda anne veya babanın rızasının tek başına bir değeri yoktur, mahkeme ve Bakanlık resen araştırmak ve gerekli önlemi almak zorundadır.

•Sosyal Hizmetler Kanunu gereği haklarında derhal korunma tedbiri alınmasında zorunluluk görülen çocuklar mahkeme kararı alınıncaya kadar, Bakanlık bünyesinde kurulan sosyal hizmet kuruluşlarında veya aile yanında vali veya kaymakamın onayı ile bakım altına alınır. Bu bağlamda çocuğun akrabalarının yanında bakılması ve gözetilmesi sağlanabilecektir.

•Çocuğun akrabalarından birinin sürekli olarak bakması çocuğun üstün yararına uygun düştüğü takdirde aile mahkemesi tarafından ilgili akraba çocuğa vasi olarak tayin edilir.

•Koruyucu ailelik ilişkisinin kurulmasına Türk Medeni Kanunu ve Çocuk Koruma Kanunu hükümlerine göre mahkeme tarafından resen gerekli araştırmalar yapıldıktan sonra çocuğun üstün yararına uygun düştüğü takdirde karar verilir ve bu halde bakım tedbiri ortadan kalkmaz, koruyucu ailelik devlet gözetiminde sürdürülür.

•Çocuklar için Çocuk Koruma Kanunu’na göre bakım tedbiri yanında maruz kaldıkları travmanın ağırlığı düşünüldüğünde sağlık tedbiri ve eğitim tedbiri alınarak çocukların psikososyal destek alması, tedavisi ve eğitimine devam etmesi sağlanır.

•Çocukların anne babasının bulunabilmesi, çocukların kimliğinin belirlenmesi için Cumhuriyet Savcısı tarafından resen soruşturma açılır.

•Çocuklar adına hakların takip edilebilmesi için çocuğa temsil kayyımı atanır.

Ne yazık ki yaklaşık üç haftalık süreçte aldığımız haberlere göre bazı depremzede çocuklar için hastaneye götürülmek üzere ambulansa alınan, enkazdan çıkarılıp bir araca bindirilen bazı çocuklardan haber alınamamıştır. Bazı depremzede çocukların sosyal hizmet kuruluşuna yerleştirilmek yerine yatılı Kuran kursuna yerleştirildiği ortaya çıkarılmıştır. Söz konusu kurs merkezinin Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı olduğu belirtilse de İsmailağa Cemaatine yakınlığı ile bilinen bir vakıf tarafından işletildiği öğrenilmiştir. Alican Uludağ’ın haberine göre İsmailağa Cemaatinin lideri olan kişinin müridi olarak kendisini tanıtan kişinin gazeteciye “çocukların kalacak yeri olmadığı için Müftünün yönlendirmesiyle kendilerinin koruma altına aldıklarını” söylediği anlaşılmaktadır. Ek olarak habere göre travmaya uğramış depremzede çocuklara hafızlık eğitimi de verilmektedir. İsmailağa Cemaatine bağlı Hiranur Vakfından bir kişinin kızının altı yaşında evlilik kisvesiyle istismar edildiği iddiasıyla şikâyette bulunduğunu hatırlamak gerekir.

Kurs merkezinin kim tarafından işletildiği de önemli olmakla birlikte özellikle çocukların Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın sosyal hizmet kuruluşlarına yerleştirilmemesine, haklarında korunma kararı alınmamasına dikkat çekilmelidir. Çocukların yeri Kuran kursu, cemaat yurtları değildir.

Çocukların annelerinin buna rızasının olması da istismar olgusunu ortadan kaldırmamaktadır. Çocuğun menfaatinin tehlikeye düştüğü durumlarda Bakanlığın, çocuk mahkemesinin ve aile mahkemesinin ihbar üzerine resen harekete geçerek gerekli her önlemi alma yetkisi aynı zamanda yükümlülüktür ve bu yükümlülüğün ihmali çocuğun istismarına yol açmaktadır. Depremzede çocukların psikolog gibi psikososyal destek sunmaya ehil kişilerden destek alması, okula gitmesi, annesiyle birlikte barınabileceği sosyal hizmet kuruluşlarına yerleştirilmesi gerekirken Kuran kursuna yerleştirilmesi çocuk istismarı ve ihmali niteliğindedir.

Annesiyle birlikte bulunan ve barınacak yeri olmayan çocukların ya da refakatsiz çocukların yerleştirilme işlemleri nasıl, hangi kurum tarafından nereye yapıldı, bunları bilmiyoruz. Müftünün veya herhangi bir kamu görevlisinin koruma altına alma veya dilediği bir yere çocuğu yönlendirme, yerleştirme yetkisi yoktur. Koruma tedbiri mahkemeye ait bir yetkidir ve acil durumlarda mülki amir onayı ile çocuğun yerleştirilmesi sağlanabilir. Bu konuda Suriyeli olduğu gerekçesiyle itirazların önüne geçilmeye çalışılması da haklı değildir, göçmen ayrımı yapılmadan tüm depremzede çocukların menfaatinin istismara karşı korunması zorunluluktur.

Depremde anne babasını kaybeden çocukların korunmaya ihtiyacı toplumda önemli bir karşılık bulmuş ve evlat edinme ve koruyucu ailelik başvurularında önemli bir artış gerçekleştiği aktarılmıştır. Kamuoyunda hak temelli çocuk bakımı için öngörülen bu yollara ilginin artması önemlidir. Bu sırada çocukların evlat edinilip edinilemeyeceği sorusuna Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yanıtı çocuk koruma politikalarına yönelik bakışı, çocuk yaşta ve zorla evlendirme konusundaki tutumu, mahremiyete ve özetle çocuğa yönelik bakışı ortaya koymuş, verilen tepkiler çocuk haklarına saygı yönünden bir turnusol işlevi görmüştür. Diyanet İşleri Başkanlığı önce İslam’da evlat edinmenin kabul edilmediğini, bu nedenle evlenme engeli bulunmadığını belirtmiş, tepkiler üzerine bu açıklamayı kaldırıp “… çocuğun gerçek ailesi ile arasında var olan kan bağıyla ortaya çıkan birçok hukuki sonuç, koruyucu aile ve evlatlık ilişkisinde oluşmaz. Koruyucu aile olunan bir çocuğun bu aile bireylerine mahrem olmaması da bu sonuçlardan biridir. …” biçiminde öncekiyle aynı anlama gelen yeni bir açıklama yayımlamıştır. Ayrıca sürekli olarak öz aile ile bağların koparılmasının uygun olmadığı vurgulanmıştır. Türk Medeni Kanunu’ndaki evlat edinme düzenlemelerine göre biyolojik aile ile çocuğun soybağı ve mirasçılık ilişkisi ortadan kaldırılmadığı halde Diyanet İşleri Başkanlığı’nın böyle bir durum varmış gibi açıklama yapması bir yana depremde kimsesiz kalmış çocuklar için böyle bir açıklamaya neden gerek duyulduğu da anlaşılabilmiş değildir. Öte yandan kimsesiz çocukların güvencesiz, denetimsiz, nafakasız biçimde sadece himaye edilmesi yönünde sarf edilen tavsiyelerin besleme kültürüne işaret ettiği anlaşılmaktadır. Oysa evlat edinmede evlat edinen velayetten doğan yükümlülükleri ve soybağından doğan nafaka yükümlülüğünü yerine getirmek zorunda kalırken koruyucu ailelik ilişkisinde koruyucu aile devletin gözetimi altında mahkeme kararına dayanarak çocuğa uygun bir ortam sunmak, eğitim ve bakım sağlamakla yükümlü olur. Özetle evlat edinme ve koruyucu ailelik hak temellidir, güvencelidir, denetimlidir ve çocuklar bu kurumlar sayesinde yetişkinlerin insafına, merhametine terk edilmiş değildir. Öte yandan çocuğun dine göre sırf öz çocuk olmadığı için mahrem sayılmaması, çocuğun bazı kimselerce “çocuk” olarak kabul edilmediğini gösterdiği gibi resmî nitelikte bir kamu açıklaması olması bakımından öz anne babası dışında kişilerle yaşayan çocukların menfaatini tehlikeye düşürmektedir.

Bu açıklamanın diğer önemli boyutu da “hukuki” tabiri kullanılarak laik hukukun yok sayılmasıdır. Öyleyse yanıtlanması gereken soru şudur: Diyanet İşleri Başkanlığı yasalara ve Anayasaya aykırı fetvalar verebilir mi? Kuruluş yasasına göre Din İşleri Yüksek Kurulu’nun görevleri arasında dini konularda karar vermek, görüş bildirmek ve dini soruları yanıtlamak vardır, ancak yapılacak açıklamalar “hukuk” namına olamaz ve Türkiye Cumhuriyeti hukukuna da aykırı düşemez. Çünkü hukuk Türkiye’de tektir; çoğul, çoklu değildir, Anayasa madde 2 gereğince laiktir. Anayasa’nın giriş metninde “laiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının, Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı” belirtildiği gibi Anayasa madde 11’e göre “Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır”. Dolayısıyla evlat edinme ilişkisini evlatlık ergin olsun olmasın her durumda evlenme engeli sayan Türk Medeni Kanunu ile evlat edinen veya koruyucu aile ile çocuk arasında cinsel ilişkiyi cezası ağırlaştırılmış cinsel suç sayan Türk Ceza Kanunu, Diyanet İşleri Başkanlığı’nı da bağlar. Yaptıkları açıklamayı geri almaları çocukların istismara ve ihmale karşı korunması için şarttır.

Şiddete karşı mücadelede olduğu gibi çocukların istismara ve ihmale karşı korunmasında da aynı yol ayrımındayız: Hak mı merhamet mi?