Feyruz'un bitmeyen ağıdı Le Beyrut

Hande Çiğdemoğlu

Dünya Devrim Şarkıları (Red Songs II) albümünün en dokunaklı şarkılarından biriydi o. Ezgi tanıdıktı. Rodrigo’nın gitar konçertosu. Senfonik enstrümanların önüne geçen öyle bir ses vardı ki, onun sayesinde sözlerini anlamadığınız bu şarkı, kalbinize, ruhunuza kolayca ele geçiriyordu. Sonra sözleri merak ettiniz. Bu büyülü kadın sesi, hangi sözleri sesiyle nakış gibi işliyordu? Gördünüz ki bu bir ağıt, bir marş. Acılarla bezenmiş bir aşk şarkısı.
Şöyle diyordu:

“Selam sana yüreğimin derinliklerinden ey Beyrut!
Kabul edin bu selamımı,
Ey denizler, evler ve eski denizlerin yeni yüzü çöller...
O ki benim halkımın hamurundan yoğrulmuştur, ekmeğim, içkim, yaseminim...
Ateşin ve dumanın tadı nasıl oldu?”


Şarkı, Lübnan’ da onlarca yıl süren iç savaşın yarattığı acılı izleri anlatıyordu. Bir halkın, bir şehrin çektiği bitmek bilmez acıları ve aynı halkın o şehre, ülkesine, barışa ve kardeşliğe olan tutkusunu…


Defalarca olduğu gibi 1967 yılında da baş gösteren Arap-İsrail savaşı o coğrafyadaki pek çok ülke gibi Lübnan’ı da sarsmıştı. İsrail’in Filistin’i işgali, sonrasında Lübnan’a kaçan yüzbinlerce mültecinin peşinden yaşanan sınır çatışmaları, bu sebeple ülkedeki cemaatler arasında yaşanan gerginlikler 1975’te başlayıp tam 16 yıl süren kardeş kavgasına sebep oldu. Yahudiler Müslümanlara, Müslümanlar Hıristiyanlara bilenirken insan kanı aktı durdu yıllarca. Nadide bir şehir kana bulandı, kalpler unutulmaz acılarla karardı.

O yıllarda Arap müziğinin divası olarak bilinen Feyruz (Fairouz) tutkunu olduğu Beyrut’taydı. Israrlara ve zorlamalara rağmen yurt dışında yaşamayı reddetmişti. 1978'de Beyrut'un iki kardeşinin yaşadığı batı ve doğu Beyrut’ta gösterilen Petra operettası dışında, Lübnan'da canlı performans da göstermemiş, sahnelere çıkmamış, konserler vermemişti. Savaşa, kardeş kavgasına karşı tepkisini susarak gösteriyordu. Bu bazı kesimlerce eleştirilse de o, “Bazen susmak anlatır” diyordu.

Savaş yılları boyunca Lübnan’da olmasa da Arap yarımadasında ve Avrupa’da sesini duyurdu Feyruz. Savaşa karşı büyülü sesiyle haykırdı. Hangi şarkıları söylerse söylesin konserlerini “Seni Seviyorum Lübnan” şarkısı ile bitirdi. Bu, sadece bir şarkı sözü değildi onun için. O Lübnan’a, Beyrut’a gönülden bağlıydı. Aşk, hüzün, ayrılık, vatan, kardeşlik, isyan, özgürlük. Bunları anlattı şarkılarında. Ama bir tarafın, bir halkın, bir yörenin tarafı olmadı. Herkes için kardeşlik ve barış istedi, kadife sesi bunun için yükseldi. Kalbi Lübnan kadar Filistin’deydi. Ve Beyrut kadar Kudüs’e de ağıtlar yaktı. Bir gün Şehitler Meydanı’nda beyaz bir güvercin gibi kanat çırptı Feyruz. Sonunda yine sahnedeydi. 1994 yılının Eylül ayı, Feyruz’un kalpleri titreten şarkılarıyla başlayacaktı. Savaş bitmişti.

Mardinli Süryani bir baba ve Lübnan Marunilerinden bir annenin dört çocuğundan biriydi Nouhad Haddad. Utangaç, sessiz ama yetenekli bir çocuktu.

Tutkunu olduğu müziği mesleği olarak icra etmesi onun kadar tüm dünyanın da şansı olacaktı. Sahnelere çıkıp sesini duyururken adını değiştirdi. O artık umudun rengi olan turkuaz anlamını taşıyan Feyruz’du. Önce eşi ve onun kardeşi sonra da oğlu ile müzik kariyerini başarı ile sürdürdü. Müziği ve büyüsü sınırları aşan, yüreği insan sevgisi ile çarpan herkesin ruhuna dokunan bir şarkıcı oldu. Arap coğrafyasında adet olduğu üzere devlet başkanlarının huzurunda şarkı söylemeyi reddettiği için aylarca radyolarda bile şarkılarının çalmasının yasaklandığı, “Benim şarkılarım halklar içindir, unvanı ne olursa olsun, kendine seçilmiş diyenler için değil…” diyen, diktatörlere karşı dimdik duran bir kadın.

Geçtiğimiz günlerde Beyrut’ta binlerce ton amonyum nitratın patlaması sonucu, şehri adeta yok olma seviyesine getiren, yüzlerce insanın hayatını yitirmesi, binlercesinin yaralanması, bir o kadarının hâlâ kayıp olması ile sonuçlanan son yılların en büyük facialarından biri yaşanırken kalbimiz yine Feyruz’un kederli sesi ile çınladı, hatırladık o şarkıyı. “Le Beyrut.”

“Kapısını kapattı Beyrut;

Kendisini sabah akşam el üstünde tutacak ve güzel günlere taşıyacak insanlara.

Sonra bir başına kaldı sabah akşam ve gecelerde...”


Feyruz bugün 84 yaşında, yasemin kokulu şehrinden kalan enkazı izliyor. Aynı ağıdı tekrar tekrar yakıyor. İbn-i Haldun “Coğrafya kaderdir” der.


İnsanoğlu kaderi kendi elleriyle yaratıyor oysaki. Sınırları kendi çiziyor, sonra onları kana buluyor. Savaşlar, kavgalar, silahlar, bombalar… Ortadoğu, insanın hırsını inançları kalkan yaparak oluk oluk kan akıttığı, ihmaller ve vurdumduymazlıklarla insan canının on para değeri olmadığı bir yer hala. Aynı coğrafya, aynı elim kaderi tekrar tekrar yazmaya, yaşamaya devam ediyor. Bizlere de aynı ağıtları evire çevire dinlemek kalıyor. Yaşadığımız dünyadan yüz çevirmemek, insanlıktan umudu kesmemek için müziğin büyülü ve isyankâr merhemini yaralarımıza sürerek avunuyoruz.