Google Play Store
App Store

26 Nisan tüm dünyada “Fikri Mülkiyet Günü” olarak kutlanır.

WIPO (Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü) 2000 yılında 26 Nisan’ı telif haklarına olan ilgi ve farkındalığı artırmak için “Fikri Mülkiyet Günü” olarak ilan etmiş, her yıl üye ülkeler tarafından bu gün çeşitli etkinliklerle kutlanmaya başlamış. Telif Hakları kavramı ülkemize Avrupa’dan neredeyse 100 yıl sonra girdiği ve doğru olarak anlatılamadığı için hâlâ birtakım zorluklarla karşılaşıyoruz

Aslında telif hakları o kadar geniş bir hak kümesini temsil ediyor ki marka ve patenti, coğrafi işaretleri de katarsak sadece müzik eserleri, sinema filmleri, kitaplar ve yayınlarla sınırlı değil.

Bilgisayar programları, bilgisayar oyunları, fotoğraflar, grafikler, logo, isim, marka hatta Malatya Kayısısı, Hayrabolu Tatlısı, Edirne Tava Ciğeri bile bu korumanın altında.

Türkiye’de telif haklarının takibini toplu hak örgütleri olan meslek birlikleri yapıyor.

Sanatçıların haklarını koruyan 27 tane meslek birliği var. Bu meslek birlikleri eser sahiplerinin, icracıların, yayıncıların, sinemacıların, oyuncuların, yapımcıların haklarını koruyan meslek birlikleri. Telif hakkının lisanlanması, tahsilatının yapılması ve izinsiz kullanımlara karşı korunması toplu hak takibini gerektiren bir konu.

Meslek Birliklerine üye olan sanatçıların, o meslek birliğine verdikleri yetki belgesi çerçevesinde umumi mahal dediğimiz kafe, bar, restoranlar, temsili alan dediğimiz radyo ve televizyonlar, yeni medya diye adlandırdığımız dijital yayın platformları lisanslandıktan sonra yapılan tahsilatlar her meslek birliğinin genel kurullarından geçen dağıtım yönergesine göre üyelere dağıtılıyor.

Kullanıcılardan alınacak telif gelirleri ise her yıl eylül ayının sonunda açıklanan tarifelerle belirleniyor. Bir örnek vermem gerekirse Antalya’daki 5 yıldızlı bir otel ile Bitlis’teki 3 yıldızlı bir otelden oda başına alınan müzik lisanslama ücreti aynı değil. Aynı şekilde Nişantaşı’ndaki bir kafe ile Fatsa’daki bir kafenin de tarifeleri aynı değil. Tarifeler hazırlanırken birtakım kriterler süzgecinden geçiyor. Metrekare hesabı, işletmenin bulunduğu bölge, müziğin ana unsur mu yan unsur mu olduğu vb.

Yine bir örnek vermek gerekirse metrekaresi aynı olan, aynı bölgede bulunan bir disko ile bir lokantanın ödeyeceği müzik lisansı ücreti de aynı değil. Zira diskoda müzik ana unsurken, lokantada yan unsur.

Telif Hakları -özellikle müzik alanında- son yıllarda Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın öncülüğünde Müzik Meslek Birlikleri ve kullanıcıların üye olduğu çatı örgütlerle yapılan lisanslama anlaşmaları sayesinde çok büyük bir ivme kazandı.

Ama hâlâ yeterli değil. Kırk yılı aşkın bir müzisyen ve on senedir de bir meslek birliğinin yöneticisi olarak bazı gözlemlerimi ve kişisel görüşlerimi paylaşmak isterim.

1- Türkiye’de yıllardır bir kültür politikası yok. Bunu oluşturabilecek çok değerli akademisyenler, sanatçılar görmezden geliniyor ve birtakım sanat kurullarına alınan popüler isimlerle bir politika oluşturulmaya çalışılıyor. Bu çok yanlış. Kimseye bir faydası olmaz.

2- Sanat bir gereksinim olarak değil hâlâ bir lüks olarak algılanıyor. Vatandaşlar ekonomik ya da sosyal nedenlerden dolayı sanat faaliyetlerine katılmadıkları için dolaylı olarak ödedikleri telif hakkı onlara neredeyse bir haraç gibi geliyor.

3- Kullanıcılar yani müzik lisansı almak zorunda olan kurumlar; televizyonlar, radyolar, oteller çok büyük bir sermaye ve iletişim gücüne sahip oldukları için hiçbir iktidar onlarla karşı karşıya gelmek istemiyor.

4- Öte yandan, yerel yönetimlerin ruhsat verdiği lokantalar, kafeler, kahvehaneler gibi küçük işletmelerin lisanslanmasındaki en büyük sorun da 5 yılda bir yapılan belediye seçimleri. Yerel yöneticiler oy kaybına uğramamak için neredeyse günlüğü bir çay parasına denk gelecek müzik lisansı için bu işletmelere bir yaptırım getiremiyor.

Durum böyle. Yine de herşeye rağmen 26 Nisan Dünya Fikri Mülkiyet Günü kutlu olsun. Kalın sağlıcakla…