Bir yanda seçim sürecinde Erdoğan posterine bıyık çizdiği için tutuklanan 16 yaşındaki çocuk, ‘Neden öyle yayınlar yaptınız’ diye cazalara boğulan muhalif kanallar, adaylığı ve seçilmişliği YSK tarafından onaylandığı halde cezaevinden salınmayan Can Atalay, doların avronun dolu dizgin gidişi ve TL’nin serbest düşüşüyle her gün yoksullaşan halk; öte yanda da ABD’nin “Müthiş Türk Kızı”nın Merkez Bankası’nın başına atanmasıyla parlatılan iktidar vitrini...

O da, “Erdoğan bu ‘ilk kadın başkan’a da ‘indir faizi’ diye müdahele edecek mi, perşembe günü bankada 25 TL olan dolar nerede frene basacak?” diye merak ediyor ama asıl derdi partisi.

“O” dediğim Mehmet, bir ilçenin eski CHP İlçe Başkanı. Artık resmi bir sıfatı yok ama siyaset tam gaz devam. Fazla açık edip erken öten horoz durumuna düşürmeyeyim.

AP’li bir aileden geliyor, sağ seçmenle ilişkisi iyi, seçim sürecinde de o köy senin bu köy benim dolaştı. Genetiği Demirel rahle-i tedrisatından geçtiğinden midir nedir, o siyaset tarzına hakim. Kimin düğünü cenazesi varsa orada. Abdest namaz biliyor, “Vatandaştan ayrı düşmeyeceksin” diye denk geldikçe de camide saf tutuyor.

Muhtarlara biraz para tutuşturup, “Üstünü de sen tamamla, bir yemek organize et” dediğini duymuşluğum var. Maksat köylüyle hemhal olmakmış, yemek zamanı geçiyormuş da uğramışmış gibi gider aralarına otururmuş.

Sağ seçmenle diyalogdan, özel bir çabayla aralarına girilip görüşülmesinden, yüzyüze ilişkiler geliştirilmesinden yana. Ama partinin sağcılaşması başka bir şey, işte ona karşı!

Parti politikalarını eleştiriyor, ki zaten CHP’yi eleştirmeyen CHP’li olmaz, ve siyaset tarzında halkla iç içe olmayı önceleyen temel bir değişiklik olmadan kişileri değiştirmekle bir şey değişmeyeceğini söylüyor. Orada da anlaşıyoruz.

CHP eleştirisinde vites yükseltince, “Gel o zaman sosyalist ol diyorum, misal Sol Parti’ye üye ol!” O kadar da değil.  

Evden izin çıkarsa seneye belediye başkanlığına aday olacakmış.  Ön seçimse ön seçim. Üstelik delege yapısana rağmen! “Çoğu birinin adamı. Maaşlı olanlar var. Onların da değişmesi lazım. Ama ben onlarla da önseçime varım” diyor.

“Yetmez” diyorum, “Madem bu ilçeyi yöneteceksiniz, bir sandık koyun, partiden aday olacak herkes halkın karşısına çıksın, ey millet bunlardan hangisini aday yapalım densin.” 

Aklına yatıyor, Mehmet buna da var. Evden onay bi çıksın!

Genel Başkan’ın yeni MYK’ye söylediğine bak: ‘Fildişi kulelerde kalmayacağız.’ Bu ne demek şimdi? Demek şimdiye kadar fildişi kulelerdeydik! Böyle ‘halk partisi’ olunur mu?”

Ben de burada Mehmet’e katıldım.

Ona, mutlaka siyaset tarzının değişmesi gerektiğini, sağ partilere oy verenlerle de “görüşmek” zorunda olduğumuzu, ama bunu sol değerlere sıkı sıkıya sarılarak yapmamız gerektiğini, sağı sağa kayarak yenemeyeceklerini(mizi) falan söyleyip, söz verdim.

“Bak” dedim, “Sen şimdiden yüzlerce hatta binlerce insanın imzasını al, ‘Mehmet’i belediye başkanımız görmek istiyoruz’ desinler. Öyle çık ortaya. O zaman basın arkanda!” Basın dediğim de kendim. “Nimet paylaşımında kendini en sona, külfet paylaşımında en başa yazan bir başkan olursan emrindeyim.”

Sosyalistleri kimse “fildişi kulelerde kalmak”la eleştiremez. Ancak, halkla yeterince “görüşüp” hemhal olabildiğimiz, onlarla iç içe yaşayarak sorun çözme odaklı yapılar oluşturabildiğimiz de söylenemez.

Mehmet orada çalışadursun, ben de diyorum ki, seçimi merkeze almadan, ama seçim için de 1-2 ilçeyi hedefleyen bir çalışma yürütülse, bir sosyalist belediye olsa, yanlışlarımızdan öğrendiklerimizle doğrularımız üst üste konarak yönetilse, umutlar nasıl da filizlenip boy verir ama…