Google Play Store
App Store

Sol, tarihsel olarak Filistin ulusal hareketinin gelişimine büyük katkıda bulunsa da güncel tartışmalarda yer bulamıyor. Bugün iki muhafazakâr, milliyetçi parti olan El Fetih ve Hamas arasında ilerici bir seçeneğin bulunmaması, Filistinlileri yenilenme konusunda çıkmaza sokuyor.

Filistin mücadelesinde solun rolü
FHKC, İsrail’e karşı kurtuluş ve bağımsızlık mücadelesini 50 yılı aşkın süredir sürdürüyor. (Fotoğraf: AA)

Francesco Saverio LEOPARDI

El Fetih ve Hamas arasındaki rekabet 1990'lardan bu yana Filistin siyasetine damgasını vurdu. Ancak uzun yıllar boyunca El Fetih'e en büyük muhalefet, ulusal harekete büyük katkı sağlayan Filistinli sol gruplardan gelmişti.

Filistin solu, tarihsel olarak Filistin ulusal hareketinin gelişimine büyük katkıda bulunmuş olsa da ana unsurları ötekileştirilmiş olduğu için Filistin siyasetine ilişkin güncel tartışmalarda çok az yer bulabilmektedir. Bugün iki muhafazakâr milliyetçi parti olan El Fetih ve Hamas arasında ilerici bir seçeneğin bulunmaması, Filistinlileri siyasi yenilenme konusunda çıkmaza sokmaktadır.

Solun ötekileştirilmesini anlamak için sadece Sovyetler Birliği'nin çöküşü ya da siyasal İslam'ın yükselişi gibi solun siyasi ağırlığını zayıflatan bazı nesnel tarihsel faktörleri göz önünde almakla yetinmemeliyiz. Sol içi bölünmeler ya da milliyetçiliğin sınıf üzerindeki ağırlığı gibi uzun süredir devam eden sorunların çözülememesi de Filistin solunun gerilemesinde başlıca etkenler olmuştur.

1960'ların sonunda Filistinli silahlı örgütler Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) yönetimini üstlenerek onu modern Filistin ulusal hareketinin ana örgütsel zeminine dönüştürmüştü. Yaser Arafat'ın El Fetih'i Filistin'in egemen gücü olarak öne çıktı ve bazı önemli siyasi yenilikleri hayata geçirmesi sayesinde sürgündeki Filistinli mülteciler arasında büyük bir itibar kazandı.

El Fetih, Filistin milliyetçiliğinin ve siyasi temsilciliğinin Arap vesayetinden özerk olması gerektiği ve silahlı mücadelenin kurtuluşa ulaşmak için asli yöntem olduğu fikrine öncülük etti. FKÖ'de El Fetih'e başka gruplar da katıldı. Marksist kimliğe sahip olanlar El Fetih'in liderliğine karşı muhalefeti temsil etti. 1969'da silahlı örgütler FKÖ'nün hâkimiyetini tamamen ele geçirdiğinde, Filistin solu kendi geleceğini de şekillendirecek biçimde uzun süredir devam eden sorunlardan bazılarını dile getirmeye başlamıştı.

FKÖ'nün en önemli sol örgütü, bugün olduğu gibi  Filistin Halk Kurtuluş Cephesi'ydi (FHKC). FHKC’nin lideri bugün İsrail'in orta kesiminde kalan Lydda kasabasından gelen bir doktor olan George Habaş'tı. Habaş aynı zamanda “hakim al-thawra” (devrimin bilgesi/doktoru) olarak anılıyordu. Bu lakap hem mesleki geçmişini hem de karizmatik liderliğini çağrıştırıyordu.

FHKC, 1967 yılında en önemli ulus-ötesi Arap örgütlerinden biri olan Arap Milliyetçileri Hareketi'nin (MAN) Filistin kolu olarak kuruldu. MAN 1960'larda Arap milliyetçiliğini ve birliğini savunan Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdül Nasır'a yakınlaşmıştı. Bu aynı zamanda MAN'ın geleneksel milliyetçi bakış açısından sola doğru bir kaymayı da beraberinde getirdi. Çünkü Nasır'ın kendisi de "Arap Sosyalizmi" kavramına daha kararlı bir şekilde yönelmişti.

Haziran 1967'de İsrail'e karşı yapılan savaşta Arapların ağır bir yenilgiye uğramasının ardından Nasır'ın Pan-Arabizmi, Arapların birleşmesi ve Filistinlilerin kurtuluşu için başlıca araç olma konumunu yitirdi. Bu durum, Filistinlilerin kurtuluş mücadelesine kendilerinin öncülük etmesi gerektiğinde ısrar eden El Fetih gibi grupları daha da güçlendirdi. Habaş ve takipçileri MAN'da bir paradigma değişikliği zamanı geldiğini anladılar ve o yılın Aralık ayında FHKC'yi kurdular.

FHKC’DE BÖLÜNMELER

Ancak FHKC ilk iki yılında önemli bölünmeler yaşadı. İlk olarak 1968'de Suriye ordusunun eski bir subayı olan Ahmed Cibril örgüte katıldıktan kısa bir süre sonra örgütten ayrıldı ve FHKC-Genel Komutanlığı'nı kurdu. Cibril, FHKC'nin ideolojik meseleleriyle pek ilgilenmediğini ve daha çok silahlı direniş örgütlemekle ilgilendiğini söylüyordu.

Muhtemelen Cibril'in ayrılığından daha sancılı olanı, FHKC'nin o zamanki sol kanadının 1969'da örgütten ayrılma ve Nayif Havatme'nin liderliğini benimseme kararıydı. Ürdün vatandaşı olan Havatme ve çoğunlukla al-Hourriah dergisi etrafında toplanan taraftarları, Habaş'ın, sağ sapma olarak gördükleri, otoriter liderliğine karşı çıktılar.

Ancak Havatme, Habash'ın şöhretine ve karizmatik havasına duyduğu tepki nedeniyle bu ayrılıkta ideolojik farklılıklardan çok kişisel rekabetler etkili olmuş olabilir. Arafat'ın El Fetih'inden, Lübnan'daki yoldaşları için koruma sözü aldıktan sonra Havatme, FHKC'den ayrıldı. Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi’ni (FDHKC) kurdu. Bu isim, önceki örgütün yönetiminin demokratik olmadığını vurgulamayı amaçlıyordu.

Habaş'ın elinde artık daralmış ama yine de önemli bir halk desteğine sahip ve genel sekreterine sadık bir örgüt kalmıştı. 1969 yılında FHKC siyasi manifestosunu yayınladı ve Marksizm-Leninizm'i resmi ideolojisi olarak benimsedi. FHKC'nin ideolojik ve örgütsel zemini küresel Marksizmin etkisini yansıtıyordu. Maoizm ve Vietnam deneyimi Habaş ve yoldaşları için temel rol modelleri oluşturuyordu.

El Fetih'in aksine, FHKC ve FDHKC sadece Filistin'in kurtuluşunu ve manda altındaki tüm Filistin'de demokratik bir devlet kurulmasını amaçlamıyordu. Bölge genelinde sosyalizmi getirecek ve "gerici Arap rejimlerini" yıkacak daha geniş bir devrime inanıyorlardı. Bu bakış açısına göre Arap gericiliği ve Siyonizm, ABD liderliğindeki küresel emperyalizmin yerel piyonları olarak görülüyordu.

1960'ların sonlarında hem FHKC hem de FDHKC sert söylemlerini Ürdün Haşimi Krallığı'na yöneltti. Burası FKÖ'nün merkezinin bulunduğu ve Filistinlilerin İsrail'e karşı gerilla savaşını destekleyecek bir "Arap Hanoi'si" yaratma şansının en yüksek olduğu ülkeydi.

El Fetih ile olan ideolojik farklılıklarına rağmen FHKC, FKÖ tüzüğünün özünü oluşturan ortak değerlere bağlıydı. Böylece FHKC, El Fetih'in ulusal harekete kazandırdığı fikirlerin, özellikle de Filistin milliyetçiliğinin önemini kabul etmiş oluyordu.

FHKC, sert bir muhalefet yapmasına rağmen on yıllar boyunca FKÖ çerçevesine sadık kaldı. Örgüt, mücadelesinin ulusal boyutunun sosyalist devrimci çizgiye göre öncelikli olduğunu sürekli olarak yeniden teyit etti.

ÜRDÜN’DEN LÜBNAN’A

Arap devrimi çağrıları MAN'ın Arap milliyetçi mirasını açıkça yansıtıyordu ancak FHKC ve FDHKC'yi, liderleri Ürdün'de bulunan ve bir denge sağlamaya çalışan El Fetih ile karşı karşıya getirdi. Devrim yıllarında, kabaca 1972'ye kadar, FHKC dünyada "dış operasyonlarıyla" özellikle de Leyla Halid figürünü küresel bir devrimci ikon haline getiren uçak kaçırma eylemleriyle ünlendi.

Bu strateji dünyanın dikkatini Filistin mücadelesine çekme hedefine ulaşırken, FKÖ ile Ürdün'ün Haşimi yöneticileri arasında bir çatışmaya da yol açtı. Eylül 1970'te FHKC'nin kaçırdığı üç uçağı eski bir İngiliz hava üssü olan Dawson's Fields'a indirmesi krizin fitilini ateşledi. Kral Hüseyin orduya Filistinli silahlı örgütlere karşı harekete geçme emri verdi. "Kara Eylül" olarak bilinen bu olayın ardından çatışmalar 1971 yılına kadar devam etti ve FKÖ sonunda Beyrut'taki karargâhına taşınmak zorunda kaldı.

Lübnan'a yerleştikten sonra FKÖ'nün tamamı, devrim ve silahlı mücadelenin yanı sıra diplomasi ve kurumsal yapılanmanın da yer aldığı yeni bir siyasi aşamaya girdi. 1974 yılına gelindiğinde FKÖ bu yaklaşımı resmi çizgisi olarak benimsemiş, örgüt "kurtarılmış toprakların herhangi bir parçası üzerinde mücadeleci bir Filistin ulusal otoritesi" kurmaya hazır olduğunu ilan ederek iki devletli bir çözümün açıkça kabul edileceğinin habercisi olmuştu. Aslında FDHKC böyle bir siyasi değişimi öneren ilk Filistinli gruptu ve El Fetih de bunu hızla onayladı.

FHKC arada kaldı ve yeni çizgiyi FKÖ tüzüğünden bir "sapma" olarak görerek reddetti. Habaş'ın örgütü, FKÖ çerçevesine sadakati ile radikal muhalefet rolüne bağlılığı arasında önemli bir ikilemle karşı karşıya kaldı.

FHKC'nin halk desteğinin büyük bir kısmı Filistin'in kurtuluşu konusundaki uzlaşmaz tutumuna ve devrimci rolünü yerine getirme becerisine dayanıyordu. Ürdün'de FHKC'nin devrimci bir dönüşüm başlatması için gerçek bir fırsat varken, Lübnan'da iki ana siyasi hedef arasındaki dengeyi sağlamak daha zordu.

Ancak Lübnan ortamı Filistin solu için hala bazı devrimci fırsatlar sunuyordu. Kemal Canbolat liderliğindeki Lübnan Ulusal Hareketi, devletin dayandığı geleneksel mezhepçi sistemin üstesinden gelmeyi amaçlıyor ve Filistinli silahlı unsurları potansiyel bir ortak olarak görüyordu. El Fetih Lübnan'ın iç çatışmalarına sürüklenmekten kaçınmaya çalışırken, FHKC ve FDHKC, Canbolat'ın bu tavrını bir Arap ülkesinde devrim yapmak için yeni bir imkân olarak görüyordu.

1975'te iç savaş patlak verdiğinde, FKÖ'nün çatışmanın dışında kalamayacağı açıktı. Nitekim Filistinli savaşçılara yönelik bir silahlı saldırı savaşın başlangıcı olarak kabul edilir. Başta Hristiyan Maruniler olmak üzere muhafazakar gruplar tarafından yönlendirilen Lübnanlı milisler, FKÖ'nün statüko için oluşturduğu siyasi ve demografik tehditten korkuyordu.

Filistinli örgütler savaşa yoğun bir şekilde müdahil oldular. Esas amaçları ülkede yarattıkları sığınaklarını korumaktı. 1970'lerin ikinci yarısında, diğer Filistinlilerle dayanışma FHKC'nin ulusal hareketin geri kalanıyla arasındaki uçurumları kapatmasına yardımcı oldu. Devrimci dönüşüm yerini ulusal beka hedefine bıraktı.

İsrail'in 1978'de güney Lübnan'ın bir bölümünü işgal etmesinin ardından 1982'de Lübnan'ı ikinci kez işgal etmesi, tüm FKÖ ve özel olarak Filistin solunun tarihinde bir dönüm noktası oldu. Bütün yaz süren kuşatmanın ardından FKÖ Beyrut'taki üssünü terk etmek ve uzaktaki Tunus'a taşınmak zorunda kaldı. FHKC ve FDHKC de merkezlerini Hafız Esad rejiminin Filistin soluna sınırlayıcı bir ortam dayattığı Şam'a taşıdı.

BİRİNCİ İNTİFADA

1982'den sonra sol gruplar devrimci öncelik alanından mahrum bırakılmış gibi görünüyordu. O zamana kadar uygulandığı şekliyle silahlı mücadele, daha geniş ulusal hareketin uluslararası alanda tanınmasını sağlamış ancak Arap dünyasında ne kurtuluş ne de devrim getirmişti. El Fetih ve FKÖ liderliği artık tüm kozlarını diplomasiye yatırmış ve İsrail ile doğrudan müzakerelere başlamak için temel bir aşama olarak ABD tarafından tanınmayı hedeflemişti.

FHKC ise diplomasiye doğru bu dönüşü kabullenemedi ama alternatif bir perspektif de sunamadı. Buna ek olarak, Habaş 1980 yılında geçirdiği felçten sonra güçlü liderliğini sergileyemedi.

1987'de Birinci İntifada’nın patlak vermesi, Filistinlilerin hareket kabiliyetini kısıtlayan siyasi çıkmaza karşı bir çıkış yolu bulmak için eşsiz bir fırsattı. İşgal altındaki topraklardaki geniş çaplı sivil ayaklanma FKÖ'nün ağırlığını diasporadan anavatana kaydırdı. FKÖ liderliği için bu durum diplomatik çabaları için daha fazla manivela bulma fırsatıydı. Öte yandan FHKC ve sol için ise El Fetih ile aralarındaki mesafeyi kapatmak ve devrimci kimliklerini yenilemek için bir şanstı.

Birinci İntifada aynı zamanda FKÖ çerçevesi dışında kalmasına rağmen geniş halk desteği kazanan ilk Filistinli örgütün doğuşuna da tanıklık etti. İslami Direniş Hareketi (HAMAS), ayaklanmaların patlak vermesinden kısa bir süre sonra kuruldu ve kendisini hızla yeni bir Filistin radikalizmi seçeneği olarak takdim etti. Bu durum sadece FKÖ'nün itibarını tehdit etmekle kalmadı, aynı zamanda Filistin solunun, özellikle de kendisini hala El Fetih'e karşı sert muhalefet olarak konumlandıran FHKC'nin etkisini de zayıflattı.

1990'ların başında tüm solu ve özellikle de FHKC'yi zor durumda bırakan birkaç önemli gelişme daha yaşandı. Sovyetler Birliği'nin 1991'de çöküşü Marksist partilerin küresel düzeyde itibarını zayıflattı. Filistin düzeyinde bu olay sol örgütlerin ideolojik ve örgütsel bakış açılarında büyük dönüşümlere yol açmadı. Sadece Filistin Komünist Partisi ismini Filistin Halk Partisi olarak değiştirdi ve sosyal demokrat bir çizgi benimsedi.

PFLP, bu büyük küresel sorun karşısında ve İntifada'nın Filistinli gruplar için ortaya çıkardığı değişen durum karşısında etkisiz kalmıştı. 1993'teki beşinci kongresinde sosyalist dönüşüm vizyonunu güncelleyemedi ve 1969 ideolojik bildirgesine bağlılığını yineledi. Aynı zamanda, geleneksel liderlik, İntifada sırasında ortaya çıkan yeni liderlerin örgütte yeterince temsil edilmesine izin vermedi.

OSLO’DAN SONRA

Aynı yıl yaz sonunda, FKÖ yönetimi ve İsrail hükümeti Oslo Anlaşmaları olarak adlandırılan barış süreci için bir çerçeve oluşturduklarını duyurdular. Filistin solu bu gelişmelere hazırlıksız yakalandı.

Hamas'ın yanı sıra FHKC ve FDHKC, Norveç'in başkentinde varılan gizli anlaşmayı reddetti. Ancak FHKC içindeki küçük bir grup örgütten ayrılarak Arafat'ın girişimine destek vermek üzere Filistin Demokratik Birliği'ni (FIDA) kurdu.

İsrail-Filistin barış süreci ilerledikçe ve Filistin Ulusal Yönetimi (FY) kurulduğunda, FHKC, FDHKC, Hamas ve diğer muhalif gruplarla birlikte buna karşı bir koalisyon oluşturmaya çalıştı. Solcular ve İslamcılar çok az ortak nokta buldukları ve karşılıklı güvensizliği aşamadıkları için bu girişim kısa ömürlü oldu. 1990'larda hem FHKC hem de FDHKC yavaş yavaş yeni gerçeklikle yüzleşmeye başladı. Oslo çerçevesini resmi olarak reddetmeye devam ederken, pragmatik olarak yeni gerçekliği etkilemenin yollarını aradılar.

Parti üyelerinin Filistin Yönetimi bürokrasisinin alt kademelerine katılmalarına izin verilirken, üst düzey liderler de barış süreci bağlamında Filistin'e dönmeyi gündemlerine aldı. Örneğin 1999'da FHKC genel sekreter yardımcısı Ebu Ali Mustafa'nın Batı Şeria'ya dönmesine izin verildi. Mustafa’nın amacı işgal altındaki topraklarda direnişi örgütlemekti.

Ancak aynı süreçte birçok sol görüşlü eylemci, mantar gibi çoğalan sivil toplum kuruluşları (STK'lar) sektörüne katılmak üzere partileri terk etti. Sol, sivil toplumu hem işgale hem de Filistin Yönetimi’nin artan otoriterliğine karşı direnişin yeni mevziisi olarak görüyordu.

Ancak Batı fonlarına bağımlılığın beraberinde getirdiği koşullar STK'ları ilerici potansiyellerinin çoğundan mahrum bıraktı. STK çalışmaları çerçevesinde sosyal aktivizm profesyonelleşti ve tek gündemli yaklaşımlar öne çıktı.

Bunun tam aksine Hamas, bu dönemde dış finansmana bağımlı olmayan, partinin çizgisi ve ahlakı için halk desteğini harekete geçirebilen geniş bir halk örgütleri ağı aracılığıyla toplumsal tabanını genişletti. Sol gruplar üye kaybediyordu ve hem FHKC hem de FDHKC pratikte El Fetih ile uzlaştığı ve Oslo çerçevesini kabul ettiği için güçsüz görünüyordu.

Eylül 2000'de patlak veren İkinci İntifada, Filistin solunun ötekileştirilmesini pekiştirdi. Askeri bir ayaklanma bağlamında, FHKC ve FDHKC'nin silahlı kanatları Hamas'ın El Kassam Tugayları ya da El Fetih'in El Aksa Şehitleri'yle boy ölçüşemezdi.

2000 yılında Habaş görevinden ayrılması ve Ebu Ali Mustafa'nın FHKC genel sekreteri seçilmesi işgal altındaki topraklarda direnişi yeniden örgütlemeye verilen önemin bir göstergesiydi. Ancak yeni genel sekreter Ağustos 2001'de İsrail'in El-Bireh'e düzenlediği bir hava saldırısında öldürüldü.

İntifada devam ederken FHKC, Batı Şeria örgütünün liderlerinden Ahmed Sa'adat'ı genel sekreter olarak seçti. Ancak Sa'adat da kısa bir süre sonra liderlik görevini yerine getiremez hale geldi. Filistin Yönetimi onu 2002 yılında Ebu Ali Mustafa'nın ölümünün misillemesi olarak İsrailli bakan Rehavam Ze'evi'nin öldürülmesindeki rolü nedeniyle tutukladı. Daha sonra İsrail ordusu Sa'adat'ı kendi hapishanelerinden birine götürdü. Sa'adat bugün hala oradadır.

BUGÜN FİLİSTİN SOLU

İkinci İntifada 2005 yılında sona erdiğinde FHKC liderliği oldukça zor durumda kalmıştı. FDHKC'ye gelince, yaşlanan Naif Havetma genel sekreterlik görevini sürdürüyordu ama Şam'da, topraklarından çok uzaktaydı. İkinci İntifada'yı ve Arafat'ın 2004'teki ölümünü takip eden hareketli yıllarda Filistin solu, Hamas'ın yükselen muhalefeti ile parçalı durumdaki El Fetih arasında sıkışmış görünüyordu.

Sol grupların 2006'da yapılan Filistin Yasama Konseyi seçimlerine dağınık bir şekilde katılması, Filistin siyasetinde artan kutuplaşmada anlamlı bir rol oynayamadıklarını gösterdi. FHKC oyların yüzde 4'ünden biraz fazlasını alarak 132 sandalyeden üçünü kazandı. FDHKC, Filistin Halk Partisi ve FIDA ile Alternatif isimli ortak bir liste oluşturarak yüzde 3'ün biraz altında oy alarak iki sandalye kazandı. Eski bir Filistin Halk Partisi yöneticisi olan ve 2005 başkanlık seçimlerinde Mahmud Abbas'a karşı yarışan Mustafa Barguti'nin Filistin Ulusal Girişimi (PNI) de iki sandalye kazandı.

Hamas genel seçimin galibi oldu ve El Fetih ile yaşadığı rekabet iki grup arasında tam anlamıyla bir çatışmaya yol açtı. Bu gelişmeler yaşanırken Filistin solu arabulucu bir rol oynamaya çalıştı ancak gidişatı etkileyemedi. Solun tamamı 2007'de Gazze'nin Hamas tarafından ele geçirilmesini kınarken, El Fetih'in krizin tırmanmasındaki sorumluluğunu da kabul etti.

Sonraki yıllarda Filistinli sol gruplar uzlaşma çabalarına odaklanmaya devam etti. Filistin toplumu üzerindeki etkileriyle birlikte üye sayıları da azalmaya devam etti. Örneğin, büyük partilere bağlı solcu öğrenci grupları üniversite seçimlerinde iyi bir sonuçlar alamadı.

FHKC'den Khalida Jarrar gibi Filistin siyasetinin önde gelen bazı isimleri sol saflardan yükselmeye devam etti. Ancak işgal altındaki topraklarda ekonomik koşulların kötüleşmesi ve Gazze ile Batı Şeria'daki Filistin yönetimlerinin ezici bir işgalin ağırlığı altında giderek otoriterleşmesi karşısında sol gruplar kurtuluş için alternatif bir seçenek sunamamış ve bu doğrultuda halkı harekete geçirememiştir.

Başlıca gruplar ideolojik ve örgütsel yenilenmeyi hala gerçekleştiremiyor. Örneğin FHKC'nin, hapishanedeki Sa'adat'ı genel sekreter seçmeye devam etmesi dışarıda yeni bir lider bulamadığının işaretidir.

Genel olarak, solun Filistin'in kurtuluşu için bakış açısını yenileyememesi temel bir sorun olmaya devam etmektedir. Sol partiler, tıpkı diğer Filistinli örgütler gibi, 1960'larda ortaya çıkan geleneksel görüşlere bağlı kalmaktadır. Filistin milliyetçiliğinin tarihsel paradigmalarından uzaklaşabilecek ve Filistin sorunu ile Filistin ulusal hareketinin temel çelişkilerine daha net bir şekilde odaklanabilecek bir alternatif geliştirmekte başarısız oldular.

Filistin halkına meşru ve kapsamlı bir siyasi temsil sağlayabilecek kurumsal bir zemin nasıl yeniden inşa edilebilir? İmkânsız iki devletli çözümden bağımsız bir kendi kaderini tayin hakkı anlayışı nasıl geliştirilebilir? Sadece işgal altındaki topraklarda değil, İsrail/Filistin genelinde var olan sömürgeci güç ilişkilerine yönelik bir analiz ve siyasi bir yanıt nasıl geliştirilebilir? Sürgündeki Filistinli mültecilere siyasi temsil ve katılım nasıl iade edilir?

İsrail'in Gazze'deki acımasız savaşı sona ermeyecekmiş gibi devam ederken, bu sorular üzerinde düşünmek yersiz görünebilir. Ancak daha uzun vadeli bir perspektiften bakıldığında, Filistinlilerin eşitlik ve kendi kaderlerini tayin hakkı mücadelesinde, uygulanabilir bir siyasi zemininin yokluğu hayati bir eksikliktir.

Tüm farklılıklarıyla Filistin solu, ulusal hareket içindeki tarihsel ve entelektüel mirasından yararlanarak Filistin meselesinin temel sorunlarına yeni perspektifler getirebilir. Ancak geleneksel örgütler siyasi güvenilirliklerinin çoğunu tüketmiş görünüyor ve anlamlı bir yenilenmeye pek ilgi göstermiyorlar. Bu durumda geriye, sol fikir ve eylemlerin mevcut çerçeveler içinde etkili bir araç bulup bulamayacağı ya da yeni örgütsel kanallar aramak zorunda kalıp kalmayacağı sorusu kalıyor.

Jacobin’den çeviren: Kıvanç ELİAÇIK