Google Play Store
App Store
Filistin’de bahar yakın
Fotoğraf: AA

Mohammed EL-KURD

Yazmaya başladığımdan beri, Nakba ile ilgili yazılar yazıyorum. Bir gün bu tür ikna çabalarına gerek kalmaz umuduyla, Arapça veya İngilizce olarak, aynı makalenin veya şiirin, aynı olgular, aynı rakamlar ve yorgun fikirlerle dolu çeşitli tekrarlarını yazdım. Nakba’nın yıldönümünden bahsetmenin bir ifade bozukluğu, 76 yıllık bir süreden bahsetmeninse bir hesap hatası olduğunu fark ettim. Nakba’yı "felaket" olarak tercüme etmek de kolaya kaçmak oluyor. Çünkü aniden gelişen bir doğal afetten veya geçmişten kalan acılı bir hatıradan bahsetmiyoruz. Devam eden kasıtlı bir sömürgeleştirme ve soykırım sürecinden bahsediyoruz. Failler belli, suç mahalli hala canlı. Yıkıntıların üzerine ağaçlar dikildiği için onları göremiyorsunuz.

Gazze'nin kuzeyinde yeni bir anaokulu açıldığını duydum, küllerinden doğan bir Anka kuşu misali... Öğretmenlerin taze yasemin kokuları içinde çalıştığını hayal ediyorum. Çocukların yaramazlıklarını veya savaş uçaklarının gürültüsünü dindirmek için yaseminden daha iyi bir çare bilmiyorum.

Bu iyi haberi haftalardır ezberimde tutuyorum. Eksik bilgileri hayal gücümle tamamlıyorum. Yaseminler önemli çünkü tohumlarını filizlendirmek için resmi izin ya da ateşkes gerektirmez.

∗∗∗

Beş yaşındaki mızıkçı çocuklara soykırım günlerinde ne öğretebiliriz? Sayılar ve alfabede başka... Zaman geçirmek için hangi fıkraları anlatıyorlar acaba? Kelime hazineleri “işgal”, “kuşatma” ve “Nakba” gibi kelimelerde acımasızca zenginleşiyor... Öğretmenlerin, Nakba’nın yani 1947-49 yıllarındaki esas Nakba’nın bugünden çok daha yumuşak geçtiğini söylediklerini hayal ediyorum. Çünkü bu kez zenginler bile hem de hepsi çadırlarda yaşıyor.

İçinden geçtiğimiz anı tarihselleştirmek zor. Ancak kırklı yılların sonlarına dair düşüncelerimiz bir ipucu veriyorsa, sadece bugünün yıkımını ve yenilgisini hatırlayabiliriz. Tam da şu anda, abartısız söylüyorum, halkımızın cesetleri toplu mezarlara yığılmış, büyüklü küçüklü bilekleri çaputlarla bağlanmış durumda. Bir zamanlar sözlü tarih ve ibretlik hikâyeler olarak öğrendiğimiz dehşet, bugün durmaksızın canlı yayınlanıyor ve sonsuza dek hafızalarımıza kazınıyor.

Geçtiğimiz yedi ay bize mecazların bile savaş zayiatına döndüğünü gösterdi. Bir zamanlar teşbih olan şeyler artık acı verici birer gerçek. Kanlı yüzler, ağaçlarda asılı eşyalar, tavandan sarkan ceset parçaları, ulu orta doğum yapan kadınlar... Klişeler her yeri kaplıyor: molozların arasından filizlenen bitkiler, betonda açan çiçekler ve saire... Gerçeküstü gerçekleşiyor. Gazeteciler yıkıntılar altında çürüyenleri haberleştirirken şair kesiliyorlar. Doktorlar, kurmaca üstatlarının gerçek dışı vakalar olarak nitelendirdiği durumlar için kısaltmalar icat etmişler. Ölüm her yerde.

Bu yüzden Filistin hakkında yazmaya veya konuşmaya başlayınca, sadece ve sadece kayıplara bakmak ve bu kayıplarda hayatta kalma arzusu aramak daha cazip geliyor. Çok acı çektik, bizi dinleyenlere yeterince acı çektiğimizi söylüyoruz. Çoğu zaman acılarımız bir fail olmadan aktarılıyor, çığlıklarımız tarihin ve siyasetin ötesinde bir yerde tutuluyor. Ulusal hedeflerimiz ve ekip biçecek toprağımız yok. Varoluşumuz tamamen mekanik! Politika ve mevzuat aracılığıyla bize ölmek için doğduğumuz hatırlatılıyor. Ve mezara doğru başlattığımız kaderci yürüyüşümüzde, birbirimizle şanssız zayıf ve geleceksiz yabancılar olarak karşılaşıyoruz.

Ancak bizim gerçekliğimizde daha fazlası var. Bizler şüphesiz fetih ve sömürgeleştirmenin özneleri ve koşulların ürünleriyiz. Ama aynı zamanda bundan çok daha fazlasıyız. Kanlı tarihimizin her döneminde vahşete uğradık, yas tuttuk, mülksüzleştirildik, sürüldük, aç bırakıldık, katledildik ama dünyanın dehşetine rağmen boyun eğmeyi reddettik. Her katliam ve istilaya karşılık, savaşmak için ellerine derme çatma veya gelişmiş silahlar, molotoflar, tüfekler, sapanlar veya roketler, alan erkekler ve kadınlar oldu ve oluyor. Mücadele her zaman vardı, yasemin kokusu her zaman vardı.

∗∗∗

Buna karşılık, düşmanımızın eli daha güçlüydü. İsrail, olduğunu iddia ettiği yenilmez süper güç görüntüsünün ardında, bugün her zamankinden daha zayıf durumdadır. Ve bunu saflıkla söylemiyorum. Düşmanımızın yeteneklerini ya da onu destekleyen imparatorlukların ve paralı askerlerin gücünü görmezden gelmemizi beklemiyorum. Ne kırk bin şehidin kahredici yükünü küçümsemenizi ne de tankların karşısına pijamalarıyla çıkan insanları gözümüzde büyüterek onlara kaldırabileceklerinden fazlasını yüklemenizi istemiyorum. Özgürlük savaşçıları rakiplerinin Golyat olduğunu, zorlukların sırada beklediğini ve taşı kaldırmaktan başka seçenekleri olmadığını bilirler. Ama bu yeni bir şafak... Yakından bakıldığında, devlet medyasını izleyerek, değişen küresel anlatıyı dinleyerek, radikal hareketlerin Rönesans’ına tanık olarak, hatta havaalanı tuvaletlerindeki yazıları okuyarak,  bunun yeni bir şafak olduğu keşfedilebilirsiniz. Siyonizm zorlu bir rakip olmaya devam edebilir ama aynı zamanda yaşlanan, titreyen, kendi kibrinden gözü dönmüş, ne yapacağı kestirilemeyen bir canavardır. Bazen üzerinize atılır ve dişlerini etinize geçirir. Bazen de kâğıttan bir kaplan olur.

İşte bu keşif sadece sömürgeciliğin yenilmezliği efsanesini yıkmakla kalmıyor, aynı zamanda bize kurtuluşun yakın olduğunu, geleceğin ellerimizde olduğunu hatırlatıyor. Acımasız hava saldırıları ve yıkılan şehirlerin yarattığı kargaşanın ortasında, çiçek açan yaseminlere takılıp kalmak anlamsız görünebilir. Ancak her yere bakmayı, her şeyi aramayı kendimize borçluyuz. Resmi tüm ayrıntılarıyla görmeliyiz. Her ne kadar ölümcül, hain ve acımasız olsa da Nakba sonsuza kadar sürmeyecek. Dünya değişiyor çünkü değişmek zorunda. Eğer tohumlar bu cehennemin içinde filizlenebiliyorsa, devrim de kök salabilir. Annem diyor ki “Allah kerim, bahar yakın..."

Kaynak: www.mondoweiss.net

Çeviren: Kıvanç Eliaçık