Filmleri memleket(ler)inden geçen Yönetmen: Fatih Akın
Fatih Akın’ın ilk dönem filmleri kendi deneyimleri ve yakın çevresinden beslendi, filmlerinde Türkiye ve Almanya mekân olarak önemli yer tuttu. ikinci döneminde mekân Almanya’dır.
Emine Uçar İlbuğa - Prof. Dr.
“Köprünün Üzerinde ve Doğu’ya Doğru” başlığı ile Temmuz-Ağustos 2003 tarihli Altyazı dergisinde yayınlanan Fatih Akın ile yaptığım söyleşide; Akın sinemasının rotasını Batı’dan Doğu’ya çevirdiğine vurgu yapmış ve Almanya’da göçmen kökenli yönetmen olarak kategorize edilmekten duyduğu rahatsızlı dile getirmişti. Akın hem Hollywood hem de Alman ve Türk sinemasından etkilendiğini ve bu etkilenmelerle kendi sinema dilini yaratacağına inanıyordu ve öyle de oldu. Bugünlerde Fatih Akın’ın Aşka Ruhunu Kat, Kısa ve Acısız, Yaşamın Kıyısında, İstanbul Hatırası: Köprüyü Geçmek filmlerini Mubi’de izlemek mümkün.
Fatih Akın’ın ilk dönem filmleri kendi deneyimleri ve yakın çevresinden beslendi, filmlerinde Türkiye ve Almanya mekân olarak önemli yer tuttu. Bu filmlerde Türkiye kökenli göçmen gençlerin çokkültürlü, çokdilli yaşamları, sorunlar karşısında ürettikleri çözümler, aile, gelenek, özgürlük üçgeninde kurdukları dünyaları üzerinden sineması şekillendi ve filmlerinde göçmen gençler iki kültür arasında sıkışıp kalmış ve patlamaya hazır bir bomba ya da göçün kurbanları olarak değil iki ya da daha fazla kültürel birikim ve çoklu kimlik yapılarıyla hem orada hem burada yaşam perspektiflerine sahip bireyler olarak temsil edildiler.
Fatih Akın Hamburg Üniversitesi, Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’na (Die Hochschule für bildende Künste Hamburg -HFBK) giriş projesi olarak çektiği ilk kısa filmi Son (1994, Das Ende) ile sinemaya adım attı. Aynı yıl Yugoslavya’da savaş başlamış, sevdiği müzisyen Kurt Cobain intihar etmiş ve “orta” diploma notu ile liseyi bitirmiştir. Hem mezuniyet notunun düşük olması hem eski Yugoslavya kökenli arkadaşlarının savaş nedeniyle ayrışması ve geleceğe ilişkin kaygıları bu filmin konusu olur. Sinema öğrencisi iken çektiği ikinci kısa filmi Sensin! (Du Bist Es!, 1995) de izlediği Hollywood filmlerinin kahramanlarıyla özdeşleşmiş ve Hamburg’un punk ve rock kafelerinde, alternatif mekânlarda dolaşırken karşılaşıp, âşık olduğu bir kızla ilişkisini konu edinir. Bu dönem aynı zamanda Tarantino, Jarmusch, Visconti, Scorsese gibi sinemanın ustaları ile tanışır. Son kısa filmi Getürkt (1997) ise annesiyle birlikte geldiği Türkiye’de yazlıklarında komşuları, gittiği mekânlarda kurduğu ilişkiler ve gözlemlere dayanır.
Akın’ın ilk uzun filmi Kısa ve Acısız (Kurz und Schmerzlos, 1998) Hamburg’da yaşadığı semtte arkadaş çevresi, ailesi ve gerçek yaşanmış hikâyelerinden şekillenir. Sırp, Yunan, Türk kökenli gençlerin Almanya’nın göçmen periferisinde, hırsızlık, yaralama gibi suçlara karışmaları, aile ilişkileri ve baba otoritesiyle daha çok otobiyografik özellikler taşır. Filmde karakterler mafya ilişkileri, yaralama, suç duygusu gibi, Katolik ve İslam dini ve kuralları arasındadırlar. Filmin sonunda Gabriel’in babası ile namaza durması, Costa’nın boynunda taşıdığı haç ile kiliseye gitmesi, Akın’a göre bir yandan dinle yüzleşmek öte yandan çatışmalarına atıftır.
Kısa ve Acısız’dan sonra çektiği filmler yol hikâyelerinden oluşur. Bu kez filmlerin kahramanları kimi zaman içinde yaşadıkları toplumun, kimi zaman köken olarak geldikleri ülkenin ötekileri olarak öne çıksa da onların çokkültürlü sosyal ortamları, farklı etnik, dinsel ve ulusal kimlikleriyle bir arada var olma sancıları, arayışları, aşkları, kendi aralarında kurdukları dayanışma ve her iki kültürle çatışmaktan öte uyum sürecine girme çabaları ortaya konur. Artık onların yolculuğunun hedefinde iki ülke de yer alır. Temmuz’da (İm Juli, 2000) filminin hikâyesi Akın’ın her yaz tatili ailesiyle Türkiye ve Almanya arasındaki yolculukları ve gözlemlerine dayanır. Çocuk ve ergen gözüyle deneyimlediği eski Yugoslavya, Avusturya, Bulgaristan’dan Edirne’ye Karadeniz’den, Ege’ye uzanan bu yolculuklar hem aile ziyaretleri hem de heyecanlı tatil anılarına uzanır. Ruth Toma’nın senaryosunu yazdığı Solino (2002) İtalyan bir göçmen ailenin hikâyesidir. Film göçün başlangıcı (1964), ailenin Almanya’da tutunma çabaları (1974) ve ailenin dağılarak İtalya ve Almanya (1984) arasında gidip gelen yaşamları olmak üzere üç dönemde sunulur. Akın filmin senaryosunu okuduğunda kendi yaşamıyla özdeşlik kurar. Filmdeki Romano ve Rosa gibi kendi ailesi de göçmendir, yalnız göç edilen kaynak ülke farklıdır ve sorunlar çok bildik, tanıdıktır. Akın’ın da filmdeki Gigi gibi büyük filmlere imza atma hayalleri vardır. Duvara Karşı (Gegen die Wand, 2004), Almanya’da tutunamayan iki Türk kökenli gencin akıl hastanesinde başlayan tanışıklıkları, kendi hayatlarını yaşamak adına anlaşmalı birliktelikleri ve süreç içinde trajik bir aşk öyküsüne dönüşen hikâyelerini konu edinir. Yaşamın Kıyısında (Auf der Anderen Seite, 2007), Fatih Akın’ın Rainer Werner Fassbinder ve Yılmaz Güney’den referans aldığı filmidir. Fassbinder ve Yılmaz Güney filmlerinin vazgeçilmez oyuncuları Hanna Schygulla ve Tuncel Kurtiz bu filmde bir araya gelir. Akın her iki oyuncu ile Hamburg’da bir otelde buluşur ve her iki ülkenin dünya sinema tarihine mal olmuş iki sinema yönetmeninden feyz alarak Yaşamın Kıyısında’nın ilk taslağını oluşturur.
Akın sinemasında içerik ve stil bakımında bir ara dönem filmi olarak değerlendirilebilecek Kesik’i (The Cut, 2014) 2014 yılında çekti. Senaryosu Mardik Martin’e ait olan Kesik 1915 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nda Tehcir Kanunu gereğince Ermeniler üzerinde yürütülen baskılar sonucu dağılan, yok olan ailelerin hikayesi üzerinden geçmişe dönük tarihsel bir yol filmidir.
Fatih Akın sinemasının ikinci döneminde mekân Almanya’dır. Bu filmlerde içerik olarak Alman Tarihi, bugünün Almanyası, kentsel dönüşüm ve ırkçılık konuları öne çıkar: Aşka Ruhunu Kat (Soul Kitchen, 2009) filminde Hamburg’da sanayi bölgesinde eski bir depoyu restoran olarak işleten Yunan kökenli Zinos karakteri üzerinden yeni ve eski Hamburg karşıtlığında kentte yaşanılan kentsel dönüşüm konu edilir ve film bu dönüşümden etkilenen göçmenlerin yoğun yaşadığı Wilhelmsburg’da geçer. Wilhelmsburg Elbe Nehri kıyısında Hamburg için planlanan yeni kent imajının yaratılması yönündeki politikalarla rant alanına dönüşmüştür. Akın bu filmiyle Hamburg’un kent dokusunu zedeleyen ranta karşı kentin doğal silüetinin korunması yönünde bir tepki, bir duruş sergiler. Paramparça (Aus dem Nichts, 2017), uzun yıllar Almanya’da göçmen kökenlilere yönelik işlenen faili meçhul cinayetler ve medyada önemli bir yer tutan NSU davasına dayanıyor. Bu davada oğlu ve eşini kaybeden bir kadın ve onun adalete olan inancı filmin en büyük motivasyonudur. Ancak cinayetleri gerçekleştiren neo-Nazi bir çiftin delil yetersizliğinden beraat etmesi ile adalete olan inancın derinden sarsılması tartışmaya açılır. Heinz Strunk’un romanından uyarlanan Altın Eldiven (Der Goldene Handschuhe, 2019)’de Fritz Honka adlı eski bir Nazi subayının, Hamburg’un St. Pauli semtinde Altın Eldiven adlı barda seçtiği kurbanlarını vahşice öldürmesi ve polislerin peşine düşme hikâyesine dayanıyor. Fatih Akın’ın 2022’de çektiği Ren Altını (Rheingold) ise suç dünyasından müzik piyasasına geçen Xatar’ın gerçek yaşam hikâyesine dayanıyor. Filmde gerçek adı Giwar Hajabi olan rap müzisyeni Xatar’ın ailesiyle sığınmacı olarak Almanya’ya geldikten sonra cezaevine düşmesi ve cezaevinde iken ilk rap albümünü çıkararak, Alman müzik piyasasında hızla yükselişe geçişi ve değişen dünyası perdeye aktarılır.
Fatih Akın farklı konularla ve kendine özgü sinema diliyle sinemasal yolculuğuna devam ediyor ve kamerasının odağında bu kez 2. Dünya Savaşı sonrası Almanya var. Almanya, Hollanda, Fas ve Meksika’da çekimlerini gerçekleştirdiği son filmi Anrum’u henüz tamamladı. Hark Bohm’un çocukluk anılarına dayanan film, 1945 baharı ve 2. Dünya Savaşı’nın son günlerinde Almanya’nın Kuzey Denizinde yer alan ve filme de adını veren Anrum Adasında geçiyor.