Folk’undan korkmak
Edebiyat dünyasında uzun bir süredir var olan, sinemadaysa özellikle 1970'lerden bu yana görülen bir alt tür var: ‘Folk horror’. Henüz Türkçe bir karşılığı yok, şimdilik ‘folklorik korku’ diyebiliriz belki.
Taşranın geleneksel anlatılarından ve eski inanışlarından beslenen, hortlak ya da vampir gibi doğaüstü unsurlar yerine bizzat ‘taşra irfanı’nın korku nesnesi olduğu bu alt tür, tek-tanrılı dinlerin kültürel bilinçdışındaki korku ve kaygıları açığa vurması açısından da önemli bir tartışma alanı doğuruyor.
Karakterini üçüncü dünya gençliğinin ‘dağ’, ‘kır’, ‘gerilla’ gibi sözcükleri yerine çiçek çocuk/hippi kültürünün barış ve sevgi söyleminin, Vietnam Savaşı üzerinden somutlaşan savaş karşıtlığının belirlediği Amerikan ‘68’i, muhalif gençliğin doğayla yakınlaşmasını da içeriyordu.
Kuramsal temelini Frankfurt Okulu düşünürlerinin sanayi toplumu eleştirisinde, özellikle Herbert Marcuse’ün Tek Boyutlu İnsan ve Eros ve Uygarlık adlı kitaplarında bulabildiğimiz bu doğaya dönüş imgesinin en çok ‘aile’ ve ‘kilise’ adlı ideolojik aygıtları ürküttüğünü tahmin etmek zor değil. Çünkü bu ‘doğaya dönüş’, aynı zamanda pagan kültür ve inanışlarına dönüş anlamına da geliyordu. Çok-tanrılı uzakdoğu inançlarının etkilerini taşıyan yoga ve meditasyon kültürünün ‘dua’nın yerine geçmeye başlaması, bir tür ‘modern cadılık’ olarak şifacılık (wicca) kültürünün hızla yaygınlaşması gibi olgular da bunun parçasıydı.
∗∗∗
Pagan döneminden kalma gündönümü ve hasat kutlamalarının, ‘göklerdeki kutsal babamız’ın tahtını sallamaya başlayan Toprak Ana ve ana tanrıça kültünün ne büyük dehşetlere gebe olduğunu söyleme ihtiyacı da bu yüzden doğdu. Satanizmle aynı düzlemde ele alınan, çoğu zaman onunla birleştirilen bir paganizm korkusu beyazperdeye yansımaya başladı.
Cry of the Banshee (1970), The Blood on Satan’s Claw (1971), The Wicker Man (1973) gibi filmlerle başlayan bu alt türe yönelik yapımcı ve seyirci ilgisi giderek artıyor. Şimdilik son örneği olan Lord of Misrule/Son Ayin (2023) geçen hafta gösterime girdi.
Öyküsü İngiliz taşrasında görev yapan bir kadın rahip ve kızının etrafında gelişen Son Ayin’de, bir sonraki hasat döneminin bereketi için tanrılara kurban adama adetinin dehşetini izliyoruz. Korku sinemasının tüm ürünlerinde olduğu gibi, aslında bu film de yeni bir şey anlatmıyor. Hatta korku romanları yazarı Thomas Tryon’ın 1973’te yayımlanan ünlü romanı Harvest Home (Hasat Evi) ve aynı adla uyarlanan 1978 tarihli TV filmini de epey andırıyor.
Harvest Home’da, New England’da mısır üretimiyle geçinen bir kasabaya taşınan kentli ailenin yaşadığı pagan vahşeti anlatılıyordu. Her yedi yılda bir, ‘Hasat Tanrısı’ (Harvest Lord) olarak seçilen bir erkeğin ‘Mısır Bakiresi’ (Corn Maiden) olarak seçilen bir kadını dölledikten hemen sonra vahşice öldürülüp kanının Toprak Ana’ya sunulduğu bu kasabada, kurban töreninden şu vaazı aktarayım:
“Beni dinleyin, çünkü yeryüzünde yaşayan Tanrıça’nın diliyle konuşuyorum. Size vaadini tekrar hatırlatıyorum. O bize bakacak, bereketli hasatlar verecek. Eğer biz, O’nun hizmetkârları, O’nun işiyle iyi ilgilenirsek, eğer inanırsak... Hiç kimse bize karşı çıkmasın. Hiçbir yabancı O’nu anlamasın. Yüzlerin diğer Tanrı’ya dönük olduğu böyle bir zamanda, hepimizin Annesini kabul edelim. O bizi ayakta tutacak.”
Gördüğünüz gibi, ‘göklerdeki kutsal baba’, Toprak Ana’nın geri dönüşünden acayip korkuyor.
∗∗∗
“Folklor (halk bilimi) dendiğinde akla sadece yöresel halk dansları gelen bir ülkede folklorik korku nasıl olur acaba?” derseniz, iki ayrı yanıt sunabilirim.
Öncelikle, Anadolu’da hâlâ ‘senkretik’ bir inanç sistemi hüküm sürüyor. Eski Mezopotamya inanışları, şamanlık kültürü ve Ortadoğu’nun tek-tanrılı dinleri iç içe geçmiş durumda. Aydınlanma ve Sanayi Devrimi gibi radikal değişim dönemlerinin yaşanmadığı, sadece zorunlu etkilerinin hissedildiği ve onların da ‘örf, adet ve inançlarımıza ters’ olduğu için inatla reddedildiği bir coğrafya bu... O yüzden şimdilik, hepsi birbirinin kopyası olan aşırı derecede kötü cin filmlerine maruz kalıyoruz.
İkinci olarak... Geçen hafta bu ülkede, bir düğünde ‘Gerilla’ adlı bir şarkı eşliğinde halay çektikleri için gencecik insanlar polis kovuşturmasına uğradı. Bundan daha büyük bir ‘folklorik korku’ olabilir mi?!