Futbol mu müzik mi?
Futbolun hep bir zeka oyunu olduğunu düşünmüşümdür. Ne ikili mücadele, ne taktik ne de kondüsyon. Zeki biriyseniz bunların hiçbirine ihtiyacınız yoktur. Benim çocukluğumdaki Can Bartu, Yusuf Tunaoğlu, Metin Oktay; sonrasında Rıdvan, Sergen, Alex, Hagi, Hami, Oğuz, Tanju gibi futbolcuları, yeteneklerinden ziyade zekâları için beğenirdim. Bu yüzden şu ana kadar izlediğim ve 16’ya kalan takımların belli olduğu Avrupa Şampiyonası bana hiç keyif vermedi.
Futbol bir takım oyunu ama Ronaldo olmadan bir Portekiz, Kevin de Bruyne olmadan bir Belçika ya da Mbappe olmadan bir Fransız Milli Takımı bize ne kadar keyif verebilir? Futbolu seyredilir kılan böyle yıldızlardır. Buraya bir not düşeyim, hepimizin bildiği bir yıldız futbolcusu olmayan -bana göreama bize futbolun nasıl oynanması gerektiğini gösteren tek takım Avusturya. Bu şampiyonada favorim de Avusturya…Neyse, konumuz tabii ki futbol değil ama futbolu hem bir seyirci olarak hem de yıllarca futbol oynayan biri olarak çok severim. 70’li yılların başında Hacettepe Yıldız Takımı’nda başlayan futbolculuk serüvenim ortaokul ve lise yıllarında okul takımlarında ve sonrasında Vefa Spor Klubü Genç Takımı’nda devam etti. O yıllarda hocamız “Tahtabacak İsmet” olarak bilinen İsmet Yamanoğlu idi. Kendisi Vefa Klubü’nün en çok gol atan forvetlerinden birisiydi. 1994 yılında kaybettiğimiz hocamızı saygıyla anıyorum.
MÜZİKTE GALİBİYET VE MAĞLUBİYET YOK
70’li yılların ortaları hem futbol hem de müzikle ilgilendiğim yıllardı. Her ikisinde de bir gelecek yoktu. Vefa’da galibiyet sonrası Karagümrük’te bir pidecide iki lahmacun ve bir ayranla alırdık primimizi. Müzikte ise bu bile yoktu. Sadece çalar söylerdim ve alkışlanırdım. Ama ikisi için de hayatımı verebilirdim. Bana ileride ne olmak istediğimi soran büyüklerime ne futbolcu ne de müzisyen olmak istiyorum diyemezdim zira bunlar meslek değildi o yıllarda… Müziği seçtikten, evlenip çoluk çocuk sahibi olduktan sonra bile müzisyen olduğumu öğrenen birçok insanın “asıl mesleğiniz ne?” sorusuyla çok karşılaşmışımdır.
Gelelim futbol ve müzik arasında müziği tercih etme sebebime. İyi bir futbolcuydum. Müzikte ise bunu söyleyemezdim. Zira bilmiyordum. Müzikte galibiyet ya da mağlubiyet yoktu. Ama futbolda vardı; yani kazanınca başarılı kaybedince başarısız oluyordun. İyi futbol oynayıp mağlup olduysan kaybetmiştin o kadar. “Ama hocam!” deme şansın yoktu. O yıllarda istatistiki bilgiler de yoktu.Futbol ve müzik arasındaki ayrıma gelince, müzik bana daha demokratik gelmişti. Zira bir kazanan ve kaybeden yoktu. En fazla beğenen veya beğenmeyen vardı. Ayıp olmasın diye hep alkışlayan vardı. Küfür yoktu. Kavga yoktu. Yuhalanma yoktu. Şike yoktu.
Hiç unutmuyorum bir Fenerbahçe-Vefa Genç Takım maçı öncesi, şarkılarımızı kayıt etmek için gittiğimiz Taksim’deki stüdyodan maçın oynanacağı Fenerbahçe Dereağzı Tesisleri’ne trafik yoğunluğu yüzünden yetişemeyince ve de 5 numaralı formam soyunma odasında asılı beni beklerken, futbol ve müzik arasında seçim yapmam gerektiğini anlamıştım. Maç başladıktan yarım saat sonra stada vardığımda Tahtabacak İsmet yüzüme bile bakmadı ve beni oyuna almadı. O andaki üzüntümü anlatamam. Daha doğrusu hocamın üzüntüsünü -bir çocuğun babasına ihaneti gibi düşünün -. Maçı 3-0 kaybettik. Belki ben olsam da kaybedecektik ama hocama elli sene sonra bir özür borcum var. Türkiye bir stoper* kaybetti ama belki de bir müzisyen kazandı… Ne dersiniz sayın hocam? Hakkınızı helal edin.
Stoper: Rakibin şut çekmesini, top çalmasını, paslarını engellemek, havadan kafaya gelen toplarda üstünlük sağlamak.