Google Play Store
App Store

Dünya futbol tarihinin en güzel sarışınıydı. Adeta bir baletti; zarafetiyle de büyülemişti. Onun adı güzel futbol demekti, daha Ajax’tayken markası ölümsüzleşmişti.

Hollanda tarihinin gelmiş geçmiş ve gelebilecek en iyisi Johan Cruijff, 25 Nisan 1947’de Amsterdam’da merhaba demişti dünyaya. Ufacık yaşta babasını kaybetmişti. Mecburen çalışan annesinin işvereni, bir çocuğun, kulübün, ülkenin, hattâ dünyanın kaderini değiştirecekti…

Ajax efsanesinin başlangıcı da belki kulüp yönetiminin bile bugün ismini bulamayacağı bir idarecisinin aldığı tarihî kararda yatar. Temizlikçi olarak bir kadını kulübe alırlar, o kadının çocuğu tarih yazar. 17’sinde ilk defa Amsterdamlılar tarafından sahaya sürüldüğünde, boynu bükük ayrılır sahadan.

O gün GVAV’ı, bugünlerin Groningen’i maçı 3-1 kazanırken, kırmızı-beyazlıların tek golü o sarı çocuktan gelmişti. Ertesi gün gazeteleri süslüyordu, hem de farklı adlarla. Birisi De Kruyff demişti, diğeri Kruijff. Adını doğru yazan Algemeen Handelsblad da yaşında yanılmıştı!

Soyadını yazmak ne kadar zor olursa olsun, çocuğun yetenekleri ortadaydı. Futbol dahisi Rinus Michels’in total futbol anlayışı Sarı Fare ile gelişir, Sarı Fare onla fenomen olur. Aslında santrafor oynasa da, zaman zaman o kadar geriye gelmektedir ki markajcılarının da aklını karıştırır. Bir mevkisi yok gibidir zira o her yerdedir!

13. sıradan aldığı Ajax’ı, üstadı Michels ile arka arkaya şampiyonluğa taşırken, ezelî rakip Feyenoord’a da nanik çekmektedir sarışın delikanlı. Ne zamanki formasına kavuşur, işte Ajax bir yenilmez armada hâlini alır. Ne zamanki o yerini almıştır, total futbol manifestosu beyinlere kazınmıştır. Arka arkaya gelen şampiyonluklardan sonra, Milan ile Avrupa’nın en büyüğü olmak için çarpışır Ajax. 1969 yılının finalinde Nereo Rocco’nun catenacciosu, hayatının maçını oynayan Pierino Prati sayesinde Rinus Michels’in total futbolunu dörtlerken, kader ağlarını örmeye başlamıştır bir kere: Güneş, Hollanda’nın üzerine doğmuştur.

1970-1971 sezonunun başında uzun bir sakatlık geçiren Johan, bir PSV maçıyla dönmüştü sahalara. Yalnız alışık olduğu üzere 9 numaralı forma yoktu üzerinde. Onun formasını Gerrie Mühren taşımaktaydı. Üzerine o gün geçirdiği numara bir efsane olacaktı futbolun numerolojisinde; 14, böylece doğmuştu! Sezonun devamında 14, önce AZ Alkmaar’a altı tane atmış, ardından da Avrupa’da final görmüştü. Bu sefer Wembley’e çıkan Rinus Michels’in talebeleri Yunan rakipleri Panathinaikos 2-0 ile geçerken, taraflı tarafsız herkes büyülenmişti. Hakkında çıkan bütün transfer dedikodularına, Sarı Fare, annesinin yıllarca temizlediği kulüp için yedi seneliğine imza atarak son vermiş, takımın başındaki futbol dahisi ise Katalan devinin transfer teklifini reddetmeyip Barcelona saflarına katılmıştı.

Ertesi sene yine finale çıkar Ajax. Hem de bu sefer ezelî rakipleri Feyenoord’un sahasındadırlar. Rotterdam’a bisikletle mi gittiler bilmem ancak karşılarında yine bir İtalyan bulurlar. Catenaccionun asıl markalaştığı Milano’nun Mavilerini bu sefer Sarı Fare ile evirip çevirirler. Cruyff’un iki golüyle total futbolun fendi, catenaccioyu yener. Ajax’ın başındaki Stefan Kovacs, selefinin sistemini bozmayıp gülmüştür.

1973’te Ajax, yine ligde kazanır. Belgrad’da Şampiyon Kulüpler Kupası’nı üçler. Bu sefer sahadan boynu bükük ayrılan Torino’nun Torinolular tarafından sevilmeyen siyah beyazlılarıdır. Gol Rep’ten gelmiştir. 1973 yazında Barcelona’dan gelen teklifi Ajax reddetmez ve Sarı Fare hocasının ardından Barcelona’ya imza atar. Camiaya altı şampiyonluk, dört Hollanda kupası ve üç Şampiyon Kulüpler Kupası kazandırmanın onuruyla ayrılır Amsterdam’dan.

Artık futbol sahalarının Nijinskysinin, Cruyff olma zamanı gelmişti. “Cruijff’ten Cruyff’a geçilmesinin sebebi İngiltere’de daktilolarda –ij’nin olmamasıydı. İspanya’da da aynı şekilde anıldım zira birçok ticari faaliyetin içindeydim” diyen maestro, adını marka olarak tescil ettirdiğinde, iki yazılışı da kayıt altına aldırmıştı.

En sevdiği mimarın, Gaudi’nin şehrine ayak basmıştı artık. Bütün şehir ondan tekrar yükselişin mimarı olmasını beklemekteydi. General Franco ile özdeşleşmiş Real Madrid’e karşı takımı kurtarabilecek miydi?

80-1974_Marcador_0-5_R2.v1307720044.jpg (640×360) (fcbarcelona.com)

Rejimin yıkıldığı maç

Ajax’ta total futbol manifestonu yazan futbol filozofu Rinus Michels ile onun sahadaki beyni Johan Cruyff’un yolları bu sefer Barcelona’da kesişmişti. İspanya’da o tarihe kadar aradığını bulamayan Hollandalı teknik adam, vatandaşıyla birlikte tekrar yükselişe geçiyordu. Kader ağlarını örüyordu. Sonradan baba kontenjanından bordo-mavili formayı giyecek Jordi’nin doğumunu bekleyen Cruyff ailesi, gelen bir teklifle şaşırmıştı. General, albayına yaklaşmakta olan El Clasico’yu hatırlatarak doğumun öne çekilip çekilemeyeceğini sormuştu.

Emir büyük yerden gelince, Jordi 9 Şubat’ta dünyaya gözlerini açtı, Sarı Fare de takım arkadaşlarıyla birlikte başkentin yolunu tuttu. Artık destan yazılabilirdi…

17 Şubat 1974’te taraflar Santiago Bernabeu’da yerini almıştı. Dakikalar 30'u gösterirken, El Clasico'da perde açılıyordu. Asensi fileleri bulmuştu. 39’da Hollanda’nın yazgısını değiştiren Sarı Fare, farkı ikiye çıkarmıştı. İkinci yarıya yine Katalanlar hızlı başlamış, 52. dakikada fark üçe çıkmıştı. İlk golün sahibi Asensi sol kanattan yardırmış, sol pabucuyla zarif bir vuruş yapmıştı.

Beyaz Şimşekler bir ara toparlanma emaresi gösterip fileleri bile buldularsa da kalkan bir ofsayt bayrağına takılmışlardı. 65'te Cruyff zarif bir mühendislik harikası pasa imza atmış, ceza sahasının biraz dışında meşin yuvarlakla buluşan Juan Carlos, çizgiyi geçtiği anda topun altına o kadar güzel girmişti ki...

69'da fark beşe çıkıyordu. Cruyff'un sağ kanattan kullandığı serbest atışa kafayı vuran Sottil, maçın sonucunu ilan ediyordu. 25 Ekim 1953'te Real'in Barça'yı beşlik simide çevirdiği maçta fileleri bulan Molowny'nin takımı aynı tarifeye teslim oluyordu.

Aceto Balsamico ustanın da anlattığı gibi İspanyol futbolunda beşlenenlere, 'Manita' deniyor. Franco'nun ertesi yıl vefat ettiği düşünülünce, bazı Katalanlara göre generalin ölümünden önce tabutuna çakılan beş çivi, bugün bile göz kamaştırmaya devam ediyor. Kulübün müzesinde o güne dair özel bir köşe bulunadursun, kimileri mübalağa ediyor, Franco rejimi o gün bitmişti diyor.

Yaklaşmakta olan Almanya’daki Dünya Kupası öncesinde Hollanda mutlak favoriydi. İkinci Dünya Savaşı’ndan kelli acı anılar pek tazeydi hafızalarda. Avrupa’nın tozunu atan total futbol, bir zamanların düşman topraklarında ne yapacaktı?

Hollanda, her maçta bir temaşa zevki verirken, kamplarındaki futbol dışı görüntüler ziyadesiyle yer bulmuştu tabloid gazetelerinde. Zaten basınla başı belada olan Sarı Fare üzerine bir senaryo oynanacaktı kupanın ilerleyen günlerinde. Hollanda güle oynaya finale yürürken, karşılarında ev sahibini bulmuşlardı. Yarı finalde Sepp Maier’in mucizevî performansı Polonya’yı durdurmayı başarmıştı.

Almanya basınında Hollanda kampında çeşitli uygunsuzluklar yaşandığına dair haberler çıkar. İddialara göre Sarı Fare ve birkaç futbolcu çıplak olarak genç kızlarla görülmüştür kamp yapılan otelin havuzunda. Maçtan bir gün evvel tevatüre göre Cruyff’un hayatındaki en önemli isim olan eşi kırk küsur kere aramıştır kocasını. Ertesi gün de Sarı Fare, Meier’e takılır. Birinci dakikada rakibi topa değmeden öne geçen Hollanda, maçı Breitner ve Gerd Müller’in golleriyle 2-1 kaybeder. Maçın adamı, Maier’dir: Checkpoint Maier.

Hollanda İkinci Dünya Savaşı’nın intikamını alamamıştı komşusundan. Futbol bir savaştır diyen Rinus Michels maç sonu “Biz, o savaşı kaybettik” derken, Hollanda’nın orta saha oyuncusu Willem Van Hanegem, ödül seremonisine bile çıkmamıştı. Feyenoord’un beyni,  ‘ailesinin büyük bir çoğunluğunu öldürenlerin çocuklarının elini sıkmak istememişti’.

Barcelona’da bir de Kral Kupası kazanarak, ‘Yeni Dünya’nın yolunu tutar Maestro. Oradan bir sene Levante görür, ardından doğduğu camiaya geri döner. Ajax ile yine şampiyonluklar kazanmaktadır. Maestro, yeni nesil gençlere hemen kaynamış ve otuzbeş yaşın olgunluğunu sahaya ziyadesiyle yansıtmıştır. Bu ikinci Ajax macerasında, Jesper Olsen ile paslaşarak gol atmıştır penaltıdan.

Ustanın imzası

5 Aralık 1982’de Hollanda’nın devi Ajax, lige yeni yükselmiş minik Helmond’u ağırlıyordu. Amsterdamlıları 62 yıl ağırlamış De Meer Stadyumu’nda yerini alanlar, fark bekliyordu.

Kırmızı-beyazlılar 1-0 öndeydi. Kazanılan penaltıyı kullanmak için beyaz noktanın başına gelen total futbolun prensi Johan Cruyff’tan başkası değildi. Marco van Basten ve Frank Rijkaard gibi harika delikanlıların her gün idmanda gördükleri 35 yaşındaki abileri yavaş yavaş topa doğru gelmişti. Meşin yuvarlağı düzelttikten sonra gerilmesi beklenirken, o büyüsünü konuşturmuştu.

Topu soluna doğru yuvarlayan yıldız, Jesper Olsen’e adeta pas vermişti. Pire lakaplı Danimarkalı sol açık meşin yuvarlağı kontrol ettikten sonra dahi meslektaşını buluyordu. Rakip file bekçisinin şaşkın bakışları arasında bomboş kaleyi bulan Cruyff, hayat yolunun ortasında başka bir unutulmaza imza atmıştı.

Futbol tarihinde penaltıdan paslaşarak ilk golü Belçikalı Rik Coppens atmıştı. Dünya Kupası elemelerinde 1957’de oynanan Belçika-İzlanda maçının 44. dakikasıydı. Kazanılan penaltıyı kullanan Coppens Piters’i kaçırmış, ondan gelen topu boş filelere yollayarak tarih yazmıştı. Messi’nin Suarez’e Barcelona’da penaltıdan yaptığı asist, Barcelona’nın bugünlere gelmesinin mimarına bir saygı duruşuydu adeta…

Her zaman başarılı olmamıştı penaltıdan pas olayı. Yine bir Manchester City maçında Arsenal’in Fransız süperstarları Robert Pires ile Thierry Henry bir anda tüm dünyada maskara olmuştu. Şanslılar; Twitter zamanında yapsalar, tt olurlardı ya neyse... Tıpkı Kerem’le Icardi gibi…

Ajax, sözleşmesini uzatmayınca ezelî rakip Feyenoord’a imza atar. Ajax, Amsterdam’da Feyenoord’u 8-2 ezerken, Marco Van Basten şov yapmıştır. Fakat sezonun sonunda yine ihtiyarlamış Sarı Fare şampiyon olur, Ruud Gullit ve şürekâsı sayesinde. İlk forma giydiği maçta gol attığı gibi son karşılaşmasında da Zwolle filelerini havalandırır.

Birçoklarına göre Arjantin’deki askerî cuntayı protesto ederek katılmadığı 1978 Dünya Kupası’nda olmamasının başka bir sebebi vardı. 2008’de Katalunya Radyosu’nda 1977’de kendisinin ve ailesinin kaçırılma girişiminin kararında rol oynadığını söylemişti. Onla ne olurdu merak ediledursun, onsuz Hollanda şeref tribününe selâm vermemiş ve rengini belli etmişti.

Futbolu bıraktıktan sonra teknik adamlığa soyunmuştu Hollandalı futbol düşünürü. Tabii ki de adresi Ajax’tı. Üstadı Michels’i kovalıyordu. İki şampiyonluk kazandırıp Kupa Galipleri Kupası’nı kaldırdıktan sonra tabii ki de Barcelona’nın yolunu tutmuştu. Dört lig şampiyonluğu, bir İspanya Kupası, bir Şampiyon Kulüpler Kupası, bir Süper Kupa, bir Kupa Galipleri Kupası kazandırmıştı ikinci yuvasına.

Arada by-pass ameliyatı olur. Futbolu bırakmaktansa, sigarayı bırakıp lolipoplara sarılır. Yıllardır Barcelona denince onun adı akla gelir. Her transferde onun sözü geçer, kulüp başkan adayları onun elini öper. Belki bugünün kadrosunun temellerini atmamıştır ancak felsefesi kulübü sarmıştır.

Real Madrid’e karşı direnişi başlatan Kubala’dan sonra Barça tarihinin en iyi ikinci futbolcusu seçilen efsanenin 60. yaşgünü şerefine Ajax, 14 numaralı formayı emekli etmişti.

Herhâlde Feyenoord’da jübile yapmasından mütevellit yirmi küsur sene geçmesi gerekmişti bu kararı alabilmeleri için. Oysa ki o topu dürtmeyi bıraktığı günden beri öksüz kalmıştı sayılara tapanların gözünde 14.

Onu Kaiser ile uğurlayalım: “O benden daha iyi bir futbolcuydu, ama ben dünya şampiyonuyum.” Evet, her şeyi kazandı, kazandırdı ama Dünya Kupası’ndan boynu bükük ayrıldı. Bu ağır sıklet unvanı için tek bir sefer şansı oldu. Onda da başaramadı. Müptelaydı ancak futbol mu sigara mı dendiğinde bir dakika bile düşünmemişti. Futbola aşkı hiçbir zaman bitmedi. 24 Mart 2016’da son nefesini veren efsanenin ismi bugün Ajax’ın stadyumunda yaşıyor.

NEESKENS ve INIESTA

6 Ekim’de yitirdiğimiz Johannes Jacobus Neeskens, total futbolun çimlerdeki kalbiydi. Rinus Michels’in önce Ajax ve sonra Hollanda’da başlattığı zihniyet devrimi, kısa sürede dünyaya yayılmıştı.

1960’ların sonuna doğru -SSCB’ye paralel şekilde- Hollanda futbolunun profesyonellik ve bilimsel antrenman metotlarının yaygınlaşmasıyla yükselttiği fizik güç ve tempo, yeşil sahalarda yeni alışkanlıkların doğuşunu mümkün kıldı. Bunlardan biri geçmişe göre çok daha fazla koşabilen futbolculardı. Hücuma daha çok bindiren kanat oyuncuları, alanı daha hızlı kapatan merkez oyuncuları derken “kamikaze pilotu” olarak anılan bir “ciğersiz” sahneye çıktı. 1970’te, 21 yaşında Ajax’a katılan Neeskens, önceleri Rinus Michels’in “joker” gibi farklı mevkilerde kullanabildiği, mütevazı, fedakar bir “ne iş olursa yaparım” oyuncusuydu. Ajax, 1971’de Panathinaikos’u yenerek üst üste 3 Kupa 1 şampiyonluğunun ilkini elde ettiğinde sağ bekti. 1971/72 sezonuyla birlikte orta sahanın merkezine taşındı. Michels, sahada durmak bilmeden koşan bu oyuncuya rakip merkez oyun kurucuyu taciz etme görevini veriyordu. O da, o dönem neredeyse hiç görülmeyen biçimde amansız bir pres uyguluyor ve gerektiğinde bu presi görev alanının da ilerisine taşıyordu.

Total Futbol’u devrimci kılan özelliklerin başında sürekli hareket hâlinde olan oyuncuların boşalttıkları alanların takım arkadaşları tarafından doldurulması gelir. Bu ilke, ileriye doğru hareket etmeyi gerektirdiği için aslında presle başlar ve presle biter. Ajax'ta presi Neeskens başlatıyor, takım arkadaşları onun yarattığı boşluğu doldurmak üzere ileri çıkıyor, neticede o gün için “kabul edilemez” olduğu varsayılan ama futbolu bugün dahi tanımlayan savunma oyuncularının ileri çıkarak sahayı daraltması ilkesi hayat buluyordu. Dönemin Ajax ve Hollanda millî takımının uzun süredir birlikte oynayan oyunculardan kurulu olması, bir makine düzeni gerektiren bu sistemin işlemesini kolaylaştırıyordu. Jonathan Wilson’ın dediği gibi "Johan Cruyff bu sistemin beyniyse Neeskens de kalbi" idi.

1974’te Cruyff’u takip ederek Barcelona’nın yolunu tutan Neeskens, 1979’da New York Cosmos’a imza atmıştı. Yeni Dünya seferinden sonra minik takımlarda kariyerini noktalayan dünyanın en sert penaltı kullanan futbolcusu, minik Zug’da başladığı hocalık kariyerinde Hollanda, Barcelona ve Galatasaray’da da yardımcı antrenörlük yapmıştı. Cezayir’de ölen Neeskens, Hollanda Federasyonu’nun bir projesi kapsamında orada bulunuyordu.

INİESTA

Johan Cruyff, futbolun yeni merkezinin tartışmasız lideriydi ve bu, onun 1988-1996 yılları arasında teknik direktörlük görevini üstlenmesiyle perçinlendi. Cruyff bu dönemde futbol felsefesini Barcelona’dan dünyaya yaydı. Orta saha oyuncularının gittikçe daha güçlü, fizikli, atlet hâle geldiği bir dönemde kadroda kalmasında ısrar ettiği, bu profilin tersi özelliklere sahip Pep Guardiola, onun en parlak öğrencisi olarak ekolü bir sonraki aşamaya taşıdı. Frank Rijkaard’ın merkezde Van Bommel ve Edmilson gibi dönemin modasına daha uygun savaşçı orta sahaları kullandığı yılların ardından Guardiola, Barça'yı Cruyff’un öğretilerine döndürdü. Pep’in, savunmanın önünde narin, teknik pasörler tercih etmesi Xavi’yi onun halefi yaptı. Xavi’den birkaç yıl sonra La Masia’dan A takıma katılan Andrés Iniesta da 1.70’lik bir başka “çelimsiz” merkez oyuncusu olarak Guardiola’nın devrimci takımının ana parçalarından biri oldu. Iniesta, Xavi’nin biraz daha önünde konumlanıyordu. Xavi, hücumu savunmanın önünden komuta ederken, Iniesta ise hücumda rakibin “ceplerini” boşaltan, ama driplingle ama pasla boşluklardan istifade eden bir mezzala olarak 8 numaranın tarifini değiştiren jenerasyona öncülük ediyordu.

Iniesta’nın alametifarikası oyun zekası, verimliliği ve zarafetiydi. Saha içinde topla tüm münasebetleri estetik olsa da hiçbir hareketi boşuna değildi. Bir şovmen değildi ama her maçında izleyenleri büyülemeyi başarırdı. Barcelona ve İspanya millî takımıyla kazandığı sayısız kupa, onun kariyerinin özeti olsa da esas mirasını orta saha oyuncularından beklenenleri değiştirmesiyle şekillendirdi. Sadece oyunu değil kendisinden sonraki oyuncuları da güzelleştirdi.