Futbolda dün yok, yarın var
Maç berabere biterken, Beşiktaş İstanbul'daki rövanş için hem umut hem de endişe işaretlerini beraber veriyordu. Saha avantajı (seyirci avantajı zaten burada da vardı) ile bu turu geçer mi? İbre bence Beşiktaş'tan yana. Ama futbol bu. Dün yok, yarın var.

Hafta sonunda İnönü'de canlı izlediğim Antalyaspor maçını değerlendirdiğim yazıda, ısrarla "Futbolda dün değil bugün ve yarın vardır" demiştim.
Bu sezonun ilk 3 resmi maçının göz kamaştırıcı envanterini cebine koyan Beşiktaş, UEFA Avrupa Ligi'ndeki rakibi karşısına 11 gol atmış, sadece 2 gol yemiş ve hücum hattı ile korku yaratan bir takım olarak çıktı. Ama bu "geçmiş"in hatalarına da dikkat çekerek "yarın" için alınacak tedbirlere de aynı yazıda dikkat çekmiştim.
Zaten rakip Lugano da, belli ki Beşiktaş'ın hâlâ çözmesi gereken defansif zaaflarını iyi çalışmış. İlk 10 dakika güvenle yüklendiler. Özellikle maçın en başlarında Beşiktaş'ın Svenson'lu sağ kanadının üzerine oynadı. Sonra baktılar ki, Svenson aksamıyor, başka çareler arayışına girişti.
Bu arada toparlanan Kara Kartal, hem orta sahada Gedson, Cher Ndour ve Musrati'nin akıllı oyunlar hem de Rafa-Giro-Rashica üçlüsünün yıpratıcı hücum yüklenmeleri ile rakibinin üzerinde baskı kurdu.
Baskı da sonuç getirdi. Ve gol, hep "ayağında gereksiz yere top tuttuğu ve bir an önce sonuca gitmediği" için eleştirdiğimiz Gedson'dan geldi. Hızlı, akıllı, bileği çok kıvrak bir oyuncu Gedson. Ama geçen sezon da eleştiriyorduk hep, "3-4 adam eksilttin, tamam. Göze hoş geldi, ama bir an önce vur şu topa" diyorduk.
Bugün ummadık bir anda, Paulista'nın gerilerden harika uzun topuna hamle yaptı ve hiç kimsenin beklemediği anda rakibin bacak arasından golü atıverdi.
Deplasmanda 1-0 öne geçen Beşiktaş, adeta İnönü'deki kadar güçlü ve yüksek sesli taraftarı önünde moral buldu.
Beşiktaş'ın bu sezon en dikkat çeken karakteri ve en önemli silahı bu isabetli ve akıllı (asla dan - dun değil) uzun toplar. Kaleci Mert Günok bile, geçen sezonun "topu oyuna geç sokma" huyunu terk etmiş ve hemen ileri, kimi zaman da çok ileri oynuyor. Büyük bir kazançtır bu.
Geçen sezon yazdığım maç yazılarından birinde bu takımın en önemli zaafının, ağır oynaması olduğuna dikkat çekmiş ve "Futbolun amacı nedir? Topu bir an önce. hızla rakip galeye taşıyıp şut atmak değil mi?" diye hem hantal orta sahayı hem de yürüyen forvetleri eleştirmiştim.
"Yan pas - geri pas" hastalığını, hemen her yazıda yerden yere vurmuştum.
Hastalığa ilaçlar bulundu ve Beşiktaş bu maçta da iyi sinyaller verdi.
Ancak Lugano'nun golü de, rakibinin zayıf noktasından geldi. Defansta 4'e 4 hatta 5 kişi ile yakalanan Beşiktaş, sağ kanattan o kadar dar bir açıdan gelen bir topa engel olamadı ve Bislimi'nin o şutunu öyle bir izledi ki, kaleci Mert haklı olarak küplere biniyordu topu ağlarında görünce.
Golün ardından yine akıl almaz ihmal ve "nöbette uyuma" ve adam takip edememe örnekleri gösteren Beşiktaş defansı, az kalsın devreye geride gidiyordu.
Devrenin sonlarına doğru, rakip kalede hem Musrati hem de Cher Ndour'un peşpeşe şut girişimleri, Immobile ve Rafa'nın kaçırdığı ama umut veren girişimleri, bu maçın "böyle bitmeyeceğinin" işaretleri gibiydi.
İkinci yarıya çıkıldığında Beşiktaş, yine "vitesi büyüttüğü" noktadan başladı oyuna.
Dakika 51'de, jeneriklere konu olabilecek bir gol izledik Beşiktaş'tan Rafa'nın araya pasının üzerinden atlayan Giro Immobile, topun gitmesine izin verdiği Gedson'u 2'nci gol için pozisyona sokuverdi. "Anlatılmaz yaşanır" diyeceğimiz anlardan şık gollerden biriydi. Hemen bir dakika sonra Gedson "hat trick"i kaçırdı. Takım iyice istim üzerindeydi.
Dakika 55'te Masuaku'nun kornerine uzak köşede kafayla harika dokunan Musrati, farkı 2'ye çıkarıverdi.
Beşiktaş'ın sevinci kısa sürdü. Bu kez uyuyan defansın sol kanadı. Basketbol set oyunu gibi paslaşan rakip oyuncu Staffen'e şut imkanı sağladı ve durum 56'ncı dakikada 3-2 oldu. "Gözünü toptan da adamdan da ayırmayacaksın" der altyapı hocaları. Belli ki birilerinin aklından çıkmış bu kural.
Orta sahada ve ileride yaptıklarını sıfırlayan hareketler bunlar. Tam da "rakibin fişini çekip İstanbul'a rahat bir skorla dönüyoruz" dediğin sırada.
58'de ortad sahada Ndour'un yerine J. Onana girdi. Hani şu taraftarın bir yıldır, "Daha gitmedi mi? Üstüne para verelim de yollayalım" dediği Onana.
Lugano'nun 2'nci golünün stresini daha atmamıştı ki, Beşiktaş yine kendi sol kanadından gelen rakibin içeri attığı topa Paulista'nın ters vuruşu ile kendi kalesine attığı golle 3-3 duruma düştü.
Yine defansta çok kolay adam kaçırma ve şut şansı verme zaafı yüzünden.
Bu dakikalarda "Bir zamanların, Avrupa'da panik içinde 3 dakikada 3 gol yiyen Beşiktaş'ını andıran" bir hava esiyordu sahada.
71'inci dakikada Giovanni Van Bronckhorst, defansta değil de hücumda değişikliğe gitmeyi kararlaştırdı.
Giro ve Rashica'nın yerine Mustafa ve Muçi'yi oyuna aldı. Bunun tercümesi "Geride ne olursa olsun, yaslanmak yok. Hücuma devam" demekti.
Ya da, "Bu defansla zaten yaslanamam..."
Mustafa'nın girişi gerçekten de ileride biraz ağırlaşan hücum hattını hareketlendirdi ama, dişe dokunur bir pozisyon gelmedi. Ama, 3-3'ün iştahı ile ev sahibi Lugano ısrarla Beşiktaş kalesine akmaya başladı. Maç bir aşamada tam bir "atan galip" durumuna gelivermişti.
Maç berabere biterken, Beşiktaş İstanbul'daki rövanş için hem umut hem de endişe işaretlerini beraber veriyordu.
Saha avantajı (seyirci avantajı zaten burada da vardı) ile bu turu geçer mi?
İbre bence Beşiktaş'tan yana.
Ama futbol bu.
Dün yok, yarın var.