Google Play Store
App Store

BirGün’e konuşan Timur Soykan "Çok zor bir dönem biliyorum ama kitabı imzalarken, ‘İnsan güzeldir’ yazıyorum. Çünkü gerçekten insan güzeldir…" diyor.

Gazeteci ve yazar Timur Soykan: Çünkü gerçekten insan güzeldir…
Sercan Meriç
Sercan Meriç
sercanmeric@birgun.net

Timur Soykan, ülkedeki skandalları, ahlaki çürümeyi, çeteleri, uyuşturucu baronlarını, adaletsizlikleri yıllardır bıkmadan usanmadan kaleme alıyor. Türkiye, onun imzasının bulunduğu haberlerden çok şey öğrendi.

Belki ortalık yer yerinden oynamadı ama o çiviyle kuyu kazmaya devam ediyor. Ancak Soykan sadece haberleriyle öne çıkan bir gazeteci değil. Onun kaleme aldığı polisiyeler, edebiyattaki maharetini de ortaya koyuyor. Soykan, şimdi insan öyküleri ile okurların karşısında.

Onun öykülerinde sıradan görünen bir insanın hayata dair ne kadar büyük umutlar barındırdığını okuyoruz. “İnsanlık ansiklopedisi”nin kısa bir anlatısı için söz Soykan’da…

Tanrı Misafirleri Oteli kitabındaki insan öyküleri nasıl ortaya çıktı?
Ben aslında hikâyeleri toplamaya başladığımda 23-24 yaşlarındaydım. Radikal gazetesinde çalışıyordum. Adliye muhabirliği, polis muhabirliği yaparken bir yandan da insan öyküleri yazmaya başladım. Eller cepte İstanbul sokaklarında, Türkiye’nin başka bir kentinde geziyorsun. Arka sokaklardaki böyle bütün olanaksızlıklara rağmen, bütün yoksulluğa rağmen orada sıradanlaşmamış, kendi özgünlüğünü korumuş, pırıl pırıl insanlarla tanışıyorsun. Onların öykülerini parça parça Radikal’de yazmıştım ama hep aklımda bir kitaba dönüştürmek fikri vardı. Kitap için onları tekrar kaleme aldım tamamıyla... O insanları aslında bir yerde kaydetmek istedim. Onun için bir insan öyküleri toplayan gazetecinin, arka sokaklarda, hepsi cevher olan aslında, bir insan ansiklopedisi olabilecek karakterlerle tanışma hikâyesinden oluşuyor kitap.

Seni en çok etkileyen hikâye ya da insan hangisiydi? 
Aslında hepsi çok etkiliyor ama en çok uğraştıklarımdan birisi amele profesördü. Yenikapı’da o zaman bir uluslararası amele pazarı vardı. O zaman Romanya’dan, Bulgaristan’dan, Afganistan’dan, Pakistan’dan, Afrika’daki ülkelerden yoksul insanlar o amele pazarlarında sabahın çok erken saatlerinde buluşurlardı. İnşaatlarda, tekstil atölyelerinde çalışmak için onları patronlar gelip alırdı. Ben de oradaki insan hikâyelerini çok merak ediyordum. Ben de o işçiler kılığına girip bayağı bir süre onlarla orada vakit geçirdim. Hatta işlere gittim beraber. Orada vakit geçirirken genç biri dikkatimi çekti. Elinde pipo vardı. Amele pazarında inşaatta çalışmak için ya da tekstil atölyesinde çalışmak için iş bekliyor. Önünde bir çanta var, çantada da bilişim teknolojisiyle ilgili İngilizce kitaplar görünüyordu. Ben onu çok merak ettim. Türkçe de biliyordu. Orada konuştuk onunla. Aslında bir mühendisti ama Romanya’nın ekonomik tablosundan dolayı ayrılmıştı oradan. Türkiye’ye gelmişti para biriktirmek için. Onu ikna etmem çok zor olmuştu. Çünkü akademik çevrelerle ilişki içindeydi Türkiye’de, onlarla buluşuyordu. “Gazetede beni görürlerse, bu halimi anlarlar, ben farklı bir kimlikle buluşuyorum onlarla” diyordu. İkna etmem çok zor olmuştu. Amele profesörün çok ilginç bir hikâyesi vardı. Tam bir entelektüeldi. Onu anlatmak beni etkileyen hikâyelerden birisi oldu. İkincisi yine o amele pazarında tanıştığım başka biri vardı, Iraklı Türkmen’di. İnşaatta beklerken sürekli bir şeyler çiziyordu. İnanılmaz portreler çiziyordu. Onunla tanıştım, “Ben heykeltıraşım” dedi. Norveç’e kaçmaya çalışıyordu ama hep yakalanıyordu. 28 kere yakalanmıştı sınırdan geçerken. “Sana fotoğraflarımı göstereyim” dedi. Irak’ta yaptığı heykellerin fotoğraflarını gösterdi. İnanılmaz heykellerdi gerçekten… İnşaatta kalması karşılığında oranın kabartma heykellerini yapıyordu. Gülhane tarafındaki bir oteldi, hâlâ geçiyorum oradan, her geçişimde kapının iki tarafında bir Anadolu kadını figürü durur. Sonra kaçmayı başardı.

O insanlara zarar gelmemesi için yazamadığın hikâyeler oldu mu?
Kötü bir şey yapmadıysa, pırıl pırıl kitapta olan insanlardan biriyse onlara zarar vermemek için dünyanın en iyi haberi olsa da çöpe atmak gerektiğini düşünüyorum. Onun için ben hepsine haber olacaklarını anlatarak işe başladım hep. Ama bir tanesi vardı örneğin onun için endişelenmiştim: Ayşe... İstanbul’da atık topluyordu çekçek arabalarla. Orada bir karakter bulmak için Dolapdere’de Adnan Demirarar diye bir hurdacı vardı, onunla günlerce oturdum. İlginç bir insan aradığımı söylediğimde, “Ağabey ilginç ne?” diyordu. Sonra bir baktım, sokağın köşesinde “Ayşe, Ayşe!” diye çocuklar bağırıyordu. Çekçekle de ülkücü bıyıklı, kesik kollu tişört giymiş bir adam geliyordu. Her adımında onun değişmesini izledim. Kravatını aldı başına saç gibi bağladı. Tişörtünü göbeğine bağladı, adımları yumuşadı. Eşcinsel olduğu için sürekli saldırıya uğrayan bir insandı. Harabelerde yaşıyordu. Kazandığı parayı da kimsesiz çocuklar vakfına bağışlıyordu. Birlikte onunla bankaya gittim örneğin, bankadakiler onu kapıda karşılıyordu. Çok ilginç biriydi. Orada tedirgin olmuştum. Bir tehdit olur diye onun için endişelenmiştim. Ülkücü bıyıklarını da sürekli saldırıya uğradığı için bırakmıştı zaten. Ayşe, çok özgün bir karakterdi. Diğer insanlarda da o kaygıyı zaman zaman yaşadım.

Bu insan öykülerine tekrardan baktığında İstanbul’un 15-20 yıllık değişimine dair ne söylersin?
İstanbul, insanlar konusunda bir maden. İstanbul kolay kolay değişmez. İnsan öyküleri toplayan bir gazeteci için herhalde dünyanın en eşsiz mekânlarından biri. Öyküleri kendi içinde yaratacak bir havası, atmosferi var adeta. Çok çeşitliliği var, renkliliği var. Şimdi yeniden başlasak, eminim ki şu an bilmediğimiz, kitapta olmayan, ama sokak sokak gezerek pek çok fazla insan öyküsü bulabiliriz. Şimdi daha çok mafya, uyuşturucu işleriyle uğraşıyoruz, ama aklımın bir köşesinde hep şu var: Ben insan öyküleri toplayıp, bir insan ansiklopedisi yapmalıyım, diyordum aslında. Bu kitabı geliştirme fikrinden de vazgeçmiş değilim. O insan öykülerini topladığım dönemde, mekânları güzel insanlarla hatırlamayı gördüm.

Bir gün tamamen edebiyatla uğraşmak gibi bir isteğin ya da planın var mı?
Edebiyatçı diyemem kendime, iddialı değilim bu konuda. Ama hikâye anlatmayı seviyorum. Kurgusal hikâye anlatmayı da polisiyeyi de çok seviyorum. Yazabilmek, hikâye kurgulayabilmek gazetecilikten öğrendiğim bir şey. Tanrı Misafirleri Oteli’nde de o insanları 5N1K ile anlatmak var, bir de onların sana geçirdiği duyguyu, o insanın cevherini etkili anlatma çabası var. O çabayla yazım dilimi geliştirmeye çalıştım.

Kitap yayınlandıktan sonra kendi öyküsünü okuyan oldu mu hiç? 
Amele profesörü buldum bir süre sonra. Heykeltraşı bulamadım, o Norveç’e kaçmıştı. Biraz polisiye hikâyeler de var içinde. Kıbrıs hikâyeleri de var. Mümkün olduğunca o kişilere kitabı ulaştırmaya çalıştım.

Geçmişten bugüne dertlerimiz de pek değişmiyor sanki…
Her insan hikâyesi politiktir. Bunlar genelde kendilerini var etmiş insanlar. Kendi heykellerini yontmuş insanlar. O hikâyelerin hiçbiri, politikadan, siyasetten ve ülkedeki acılardan, yoksulluktan, hatta kötülükten bağımsız değil. Ona direnen, ona rağmen sıradanlaşmayan insanlar bunlar. Ve bu insanlar, umut veren insanlar. Çok zor bir dönem biliyorum ama kitabı imzalarken, “İnsan güzeldir” yazıyorum. Çünkü gerçekten insan güzeldir… Bakmayın hep kötülerini görüyoruz, kötüler çok karşımıza çıkıyor. Ahlaken çürüyen bir ülkeyle karşı karşıyayız. Ama güzel insanlar çok daha kalabalık, çok daha fazlalar. Sadece örgütsüz ve güçsüzler. Kitabı okuyanlar da onu hissedeceklerdir: İnsan güzeldir...