İnsan Hakları Platformu’nun davetlisi olarak 2 Mayıs’ta Lefkoşa’da olacağım. Kıbrıslı gazeteciler Ayşemden Akın, Nikolaos Stelgias ve avukat Öncel Polili ile birlikte Dünya Basın Günü çerçevesinde bölgelerimizde yaşanan ifade özgürlüğü sorunlarını konuşacağız. Birkaç gündür aklımdan geçenleri kağıda döküp kısa kısa notlar alıyorum. Bir şey eksik kalmasın derken bir baktım sayfalar dolusu yazmışım. Panellerde az ve öz konuşmak işin gereği. Fikrinizi paylaştığınız insanların beynini yakmayacaksınız ki onlar da birkaç kelam edip soru sorabilsin.

Dolayısıyla düşüncelerimi bir çerçeve içinde tutmaya çabalıyorum zira konu basın ve ifade özgürlüğü olduğunda heybemizde sabaha kadar anlatacak çok dert birikti. Hadi itiraf edeyim, konuşmamın bir yerden sonra haykırmaya dönmemesi için hiçbir sebep, engel yok. Dola dola taştık akıyoruz yardan aşağı.  

***

Erdoğan, istediği durağa varıp da demokrasi tramvayından indikten sonra, iktidarın özgürlük düşmanlığı daha da görünür oldu. Büyük ‘yargı reformlarının’ içi boş kaldı. Yüzlerce gazeteci gözaltına alındı, tutuklandı. Neyle suçlandıklarını bilmeden, hapiste aylarca iddianame beklediler. Gözaltı sürecinde darp edilen, çıplak aramaya maruz bırakılanlar oldu. Sokakta evine, işine giderken saldırıya uğradılar. Failler, hiçbir şey olmamış gibi, adeta sırtları sıvazlanarak serbest bırakıldı. Soruşturmaların biri bitti diğeri başladı. RTÜK, AKP iktidarının elindeki kumanda gibi çalıştı. Gözünün üstünde kaşın var tarzı bahanelerle yayın durdurma ve idari para cezaları kesti. Sansür olağan, otosansür refleks haline geldi. Sektörel işsizlik oranları her geçen yıl arttı. 

***

Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın hazırladığı son rapora göre gazeteciler en çok ‘silahlı örgüt üyeliği’ ve ‘terör örgütü propagandası yapmak’ ile suçlanıyor. Sözlü tehdit, fiziksel saldırı, haber ve yazılara erişim engeli, basın kartı iptalleri, ilan kesme-yayın durdurma cezaları ve mesleki eylemler gerekçe gösterilerek uzun tutukluluk süreleri… ne ararsanız hepsi var. Türkiye iki hafta sonra seçime gidiyor. İktidarın, aleyhine çıkabilecek bir sonucu kabul ederek sahneden çekilmeyeceğini düşünenler az değil. Seçime hazırlanan vekil de, seçmen de gergin. Maddi manevi sıfırı tüketmiş ve tükenmiş bir iktidarın geleceğe dönük olumlu bir vaadi de haliyle yok. Onun yerine, dozu artan ayrımcı dil, kolluk ve yargı gücü kullanılarak gaza basılan fiziki bir abluka var. Her zaman olduğu gibi ülkenin doğusundan başladı. İtiraz edenlerin, karşı çıkanların saniyeler içinde ‘teröre destek’ havuzunda boğulmaya çalışıldığı haksızlıklar yaşanıyor yine 25 Nisan sabahından beri. 

***

Diyarbakır merkezli 21 ilde düzenlenen operasyonlarda aralarında gazeteci, avukat, tiyatrocu ve sivil toplum kuruluşu üyelerinin bulunduğu 143 kişi gözaltına alındı. Dün (29 Nisan) itibariyle de 48 kişi tutuklandı. Ankara merkezli bir diğer soruşturma kapsamında 49 gazeteci hakkında yakalama kararı çıkarıldı, birçok kişi gözaltına alındı. Çağırmışlar da gitmemişler gibi evleri basılarak… Her seçim öncesi, her kritik dönemeçte Kürtler, sol basın terörist ve teröre destek verme suçlamasıyla, yaptıkları haberlerden başka gerekçe sunulmadan ve ‘gizli-açık’ bir iki tanık ifadesi yeterli görülerek tutuklanıyor. Durumun şaşırtmayan tekrarında, en üst perdeden yükselmeyen itirazların da payı var maalesef. Daha geçen hafta, Kılıçdaroğlu’nun ‘Kürtler’ başlığıyla yayınladığı videoda eleştirdiği şey yaşanıyor yine. İnsanlar, etnik kimliği üzerinden ‘teröristlikle’ yaftalanıyor. Yeri geldiğinde hükümet politikalarına muhalefet etmek de bir sebep tabi. 

***

Seçime iki hafta kala ülkenin güvenliğinden sorumlu İçişleri Bakanı Soylu çıkıp, bizzat liderinin belirlediği seçim tarihini darbe günü ilan etti. Demokrasinin son zerresi olan sandıktan başka elinde bir şey kalmayan halkı, kendilerini seçmezlerse darbeci ilan etmeye hazır. Adalet Bakanı Bozdağ, muhalefete verilen oyları teröre destek olmakla bir tuttu.

Toplumun değişim talebi açıkça tehdit ediliyor. Haber alma gibi demokrasinin olmazsa olmaz hakkı ve halkın kendi temsilcilerini seçme özgürlüğü alenen kriminalize ediliyor. Bu korkunç tablo karşımızdayken, bir de seçim güvenliği konusundaki kaygıları büyüten operasyonlar yapılıyor. Gazetecileri, avukatları, sivil toplum kuruluşu üyelerini onar onar hapsetmek, bölgede olan bitenden halkı habersiz bırakmaya niyetlenmek değilse nedir? Misal tutuklanan gazetecilerden Abdurrahman Gök’ün çektiği fotoğraf olmasaydı, 2017 Newroz’unda polis kurşunuyla öldürülen Kemal Kurkut’un emniyetin açıkladığı gibi’ canlı bomba’ olmadığı belki de ispatlanamayacaktı. Gözaltı ve tutuklamalar, darbe açıklamaları ve tehditler önümüzdeki iki haftalık seçim atmosferinin rengini gösteriyor. Hafife alınamayacağı gibi cılız itirazlarla da geçiştirilemez. Çelik gibi sinirlerle, özgüvenli bir şekilde süreci yönetmek elzem.