Gazetecinin kalemi kırılırsa ne olur?
Ülkü Ocakları Genel Başkan Yardımcısı Burak Kılıç, yaptığı paylaşımda gazeteciler İsmail Saymaz, Erk Acarer, Barış Terkoğlu, Alican Uludağ ve Timur Soykan’ı tehdit etti.

Gökhan Durmuş - TGS Genel Başkanı
Ülkü Ocakları eski Başkanı Sinan Ateş’in öldürülmesinin ardından Türkiye’de siyasetin kirli ilişkileri bir kez daha gün yüzüne çıktı. Aylarca bu cinayet hem kamuoyunda hem de TBMM’de konuşuldu, hatta son yerel seçimlerin en çok konuşulan başlıklarından biriydi.
Bu cinayet üzerinden, Türkiye’de adalet tartışmasıydı su yüzüne çıkan. Bu kadar ülke gündemine oturan, iktidar ortağının azmettirmekle suçlandığı bir cinayet davası, hiç şüphesiz tüm gazeteciler için takip edilmesi gereken bir mesele. O yüzdendir ki 50’yi aşkın gazeteci bu davayı yakından takip etti. Duruşmada yaşananları, verilen ifadeleri anbean kamuoyuna duyurmaya çalıştılar.
Ancak davadan bu kadar ayrıntı paylaşılması, yükseltilen adalet talebi, birilerini rahatsız etti ve tehditler başladı.
Ülkü Ocakları Genel Başkan Yardımcısı Burak Kılıç, X hesabından yaptığı paylaşımda gazeteciler İsmail Saymaz, Erk Acarer, Barış Terkoğlu, Alican Uludağ ve Timur Soykan’ı tehdit etti. Kılıç paylaşımında “Bizler AB ve ABD fonlarının doldurduğu dolma kalemler değiliz, bizler kurşun kalemleriz. Kurşun kalemlerin de bir gün galip geleceğini mutlaka göreceksiniz!” dedi.
Bu tehdidi savuran zat, gazetecilik mesleğini anlayamamış, bu tarz tehditlerle gerçeklerin üzerine toprak atabileceğini düşünüyor.
Gazetecilik, gerçekleri kamuoyuna paylaşarak, kamunun çıkarlarını önceleyen, sorgulayan bir meslektir. Kalemi kırılarak yok edilmek istenen bu meslek, ülkede demokrasinin, hukukun, ifade özgürlüğünün güvencesidir.
Muktedirler, hayatlarının sonuna kadar öyle kalacaklarına inanırlar ancak bir gün hukuka, demokrasiye ihtiyaç duyduklarında en büyük feryadı da onlar kopartırlar. Türkiye’nin yakın tarihi buna şahitlik etti.
BALIK BAŞTAN KOKAR
Ülkemizde gazetecileri tehdit etmek, yargılamak, tutuklamak, onlara fiziki olarak saldırmak bir gelenek haline geldi. Bunu başlatan da hiç şüphesiz Erdoğan oldu. “Bu haberin bedelini ağır ödeyecek” dediği Can Dündar cezaevine girdi-çıktı ve yıllardır sürgün hayatı yaşıyor.
Fatih Portakal hakkında “Birileri çıkmış Portakal mıdır, mandalina mıdır nedir, sokağa çağırıyor. Haddini bil haddini. Bilmezsen haddini, bu millet patlatır enseni” sözleri sonrasında birçok yerde fiziki saldırı yaşandı gazetecilere yönelik. Gazete, televizyon binaları basıldı.
Gazetecilere yönelik tehdit bu kadar yukarıdan gelince, alt bürokratlardan belediye başkanlarına, kolluk güçlerinden sivil vatandaşlara kadar herkes için gazeteciler tehdit edilebilir, saldırılabilir hale geldi. Bunun mümkün olduğu bir ülke yaratıldı.
Yaşanan saldırılara karşı hukuki hiçbir yaptırımın olmaması, saldırganların cezalandırılmaması daha da cesaret verdi.
Anayasamızın 26. maddesi şöyle der; “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.”
Yine Anayasamızın 28. maddesi de “Basın hürdür, sansür edilemez. Basımevi kurmak izin alma ve mali teminat yatırma şartına bağlanamaz. Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır” diyor.
Gazetecilere yönelik tehditler, yargılamalar, tutuklamalar Anayasamıza göre suç. Ancak Anayasayı bizzat hukukçuların çiğnediği, korumakla yükümlü oldukları gazetecileri bizzat siyasetçilerin tehdit ettiği bir ortamda yaşıyoruz.
Şimdi İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya ve/veya Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, Ülkü Ocakları Genel Başkan Yardımcısı Burak Kılıç hakkında Anayasayı ihlal etmek suçundan işlem başlatacak mı yakında göreceğiz. Bu yazı yazılana kadar herhangi bir işlem yapılmadığını da hatırlatmak isterim.
ÖRGÜTLÜLÜK VE DAYANIŞMA KORUYACAK
Şu açık bir gerçek ki, bu ülkeyi yönetenler, siyasetçiler basın ve ifade özgürlüğüne, halkın haber alma hakkına saygı duymuyor ve duymayacak. Asıl soru şu: Biz gazeteciler buna teslim olacak mıyız?
Son 20 yılda basın ve ifade özgürlüğündeki gerileyişi durduracak olan şüphesiz gazetecilerin kendisi. Ancak o kadar parçalandık, o kadar zayıflatıldık ki bunu başarabilecek miyiz?
Başarmanın yolu yeniden örgütlü ve dayanışma içerisinde olmaktan geçiyor. Öte yandan örgütlülük oranının en düşük olduğu işkolu da medya sektörü. Yeniden örgütlenmeden, yeniden birbirimizi rakip değil omuzdaş görmeden bu sorunları çözmemiz mümkün değil. Cezasızlık sistemi içerisinde yine meslektaşlarımızdan kurban vermeyi beklemeden yan yana gelmeli ve mücadele etmeliyiz. Birlikte olursak başarabiliriz. Birlikte olursak basın özgürlüğünü, haklarımızı geri getirebilir, gazeteci tehdit etmeyi herkesin kendinde gördüğü bir hak olmaktan çıkarabiliriz.