Gazzeli hemşirenin yaşam mücadelesi

Muayed ALQIREM
Refah'a yönelik kara harekâtı yaklaşırken Gazzeli bir hemşire ailesinin ateş altında hayatta kalma mücadelesini anlatıyor.
7 Ekim akşamı annem, babam, kız kardeşim, kocası, iki yeğenim ve ben Kuzey Gazze'de Al-Maqousi Kuleleri'ndeki evimizdeyken İsrail ordusunun tahliye emrini aldık. O gece etrafımıza bombalar yağarken komşularımızın çoğu kaçtı ama biz kalan birkaç aileden biriydik. Bir süre sonra ayrılmak zorunda olduğumuzu anladık. Hayatta kalabilmek için tam bir kaosun içinde dört saat yürüyerek yaklaşık dört kilometre uzaklıktaki Gazze Al-Shati mülteci kampına ulaştık. Yanımıza sadece temel ihtiyaçlarımızı almıştık.
Al-Shati'de bir ailenin yanında konakladık. Ama orası da korkutucuydu, ekim sonunda tekrar taşındık. Bu sefer Wadi Gaza yolundan güneydeki Han Yunus kentine gittik. Orada başka bir ev bulduk. Oradayken aile evimizin bombalandığı haberini aldık. O ev bizime 80 bin ABD dolarına mal olmuştu. Henüz borcumuzu ödeyememiştik.
Savaştan önceki hayatım bir peri masalı gibi geliyor. 2021 yılında Al-Esraa Üniversitesi'nden hemşirelik diplomamı aldım. Kuzey Gazze'deki Rantissi Çocuk Hastanesi'nde bir yandan gönüllü olarak çalışıyor bir yandan da eğitimine devam ediyordum. Ayrıca bir spor salonunda kişisel antrenör ve beslenme koçu olarak çalışıyordum. Annem beni mavi tulumum ve beyaz önlüğümle görmeyi çok severdi. Spor salonuna gitmeden önce yulaf ezmesi, yumurta ve meyve yerdik. Bugün konserve yiyeceklerle yaşıyoruz ve çok fazla kilo kaybettim.
∗∗∗
O zamanlar okumaya devam etmek ve bir gün kendi arabamı almak gibi hayallerim vardı. Şimdiyse uyku, yemek ve güvende olmak gibi düşler kuruyorum.
Han Yunus'taki hayat, huzurun aniden dehşete dönüştüğü bir hız treni gibiydi. Elimizde neredeyse hiçbir şey kalmamıştı ve bombalanmış binaların enkazları arasındaydık. Su bulmak bile büyük bir mücadeleydi. Bazen günlerce mümkün olmuyordu bir bardağın fiyatı 30 dolara kadar çıkabiliyordu. Yiyecek bulmak da bir o kadar zordu ve yardım sevkiyatları düzensizdi. Üstümüzde sürekli vızıldayan SİHAlar sığınacak güvenli bir yer bulmaya çalışanlara şarapnel parçaları fırlatıyordu.
Bu süre zarfında Filistin Kızılayı ile çalıştım ve kelimelerin kifayetsiz kalacağı şeylere tanık oldum. Kasım ayında bir cuma günü Han Yunus'un Al-Amal bölgesinde merkeze yakın bir kavşakta on kişinin bombalandığını hatırlıyorum. Hemen olay yerine koştum. Gördüğüm şey tam bir dehşetti. Yardım edebildiğim herkese yardım ettim ama sonunda ceset parçalarını toplayıp gömmekten başka bir şey yapamadım.
18 Ocak'ta Han Yunus'un işgali sırasında Refah'taki International Medical Corps sahra hastanesinde nöbet tutuyordum. Hepimizin cehennemde gibi hissettiği bir ay boyunca ailemden ayrı kaldım. Han Yunus'ta bombardımana yakalandım. Ailem batıda, Kızılay binasının hemen yanında mahsur kalmıştı. Bölgenin elektriği tamamen kesildi. Ordu insanlara tahliye uyarısı yapmasına rağmen kimse güvenli bir şekilde ayrılamadı. Bazıları kurşunlardan ve bombalardan sakınarak arka sokaklardan kaçmaya çalıştı. Sağ çıkmayı başarmak mucizeydi. Tüm bunların ortasında kuzenimi kaybettik ve birkaç gün sonra da diğer teyzemin oğlu çapraz ateşte öldürüldü. Cesetleri sokakta öylece yatıyordu çünkü kimse onlara ulaşıp doğru düzgün bir cenaze töreni yapamıyordu.
Bombaların ve çapraz ateşin yarattığı ölüm tehlikesinin dışında keskin nişancılar da acımasızdı. Herkesi ve her şeyi vuruyorlardı. Komşumuzun kendi evinin içinde vurulduğuna tanık olduk. Kuşatma altında geçen sekiz uzun günün ardından, İsrail ordusundan 'güvenli bölgenin' boşaltılması için yeni bir emir geldi. Geriye sadece benim ailem ve bir kişi kalmıştı. Kalmaya devam ederlerse başlarına gelebileceklerden korktukları için birkaç parça eşya alıp akıllarına gelen tek sığınağa, yaklaşık 300 metre ötedeki Kızılay binasına koştular. O kısa mesafe tam bir kâbustu. Sokakların her yerinde cesetler vardı ve kediler arta kalanları eşeliyordu.
Kızılay binasında mahsur kalan ailem ve diğer binlerce kişi İsrail tankları ve askerleri tarafından kuşatılmıştı. Binada sadece 2000 kişiye yer olmasına rağmen çaresizlik içinde sıkışmış yaklaşık 8000 kişiyle dolup taşmıştı. Yiyecek aramak için dışarı çıkmak ya da bir pencerenin yanında durmak bile keskin nişancılar tarafından vurulmanıza yol açabilirdi.
Elektrik kesintisinin ardından sekizinci günde su da kesilince işler iyice kötüleşti. Ardından ordu hoparlörlerden, burada kalmanın açlık ya da susuzluktan ölmek anlamına geldiği uyarısını yaptı. Bu herkesi, gidecek hiçbir yerleri olmamasına ve dışarıda neyle karşılaşacaklarını bilmemelerine rağmen, ayrılmaya ikna etti.
Binadan çıktıklarında her yerde askeri araçların ve askerlerin olduğunu gördüler. Beşerli gruplar halinde Al-Hallabat bölgesine doğru gittiler. Üvey kardeşim Moataz gözaltına alındı, kısa süre sonra serbest bırakıldı. Kuzenlerim onun kadar şanslı değildi. İkisini bir ay kadar tuttular. Ama üçüncüsü hala kayıp, nerede olduğunu, başına ne geldiğini bilmiyoruz.
∗∗∗
Bir süre sonra ailem enkaz halindeki Al-Hallabat bölgesine doğru gittikleri haberini iletti. Sokaklar lağım sularıyla ve çürüyen cesetlerle kaplıydı. Taşıyabildikleri her şeyi yanlarına alarak engebeli arazide ilerlemişler. O gün, sahil boyunca bomboş ve çorak bir arazi olan Al-Mawasi'ye gittiler. Akşam karanlığında Han Yunus'taki evimizin de bir hava saldırısında yerle bir olduğunu öğrendiklerinde yürekleri daha da burkuldu.
Nihayet şubat ortasında Refah'ta ailemle yeniden kavuştum. O zamandan beri buradayız, yerinden edilmiş bir buçuk milyon insanla birlikte bir krizin ortasında yeni kara harekâtını bekliyoruz. Çökmüş altyapı ve çöpler yüzünden hastalıklar yayılmış durumda. Sağlıklı yiyecek bulabilseniz bile fiyatlar çok yüksek.
Çeviren: Kıvanç Eliaçık