Google Play Store
App Store

BirGün’e konuşan Kit Sebastian grubunun üyelerinden Kit "Genel olarak farklı türleri müziğimizde birleştirmek hem bir lütuf hem de bir bela gibi." derken Merve Günümüzün politik ikliminde, sağ siyasetin ve muhafazakarlığın yükseldiği bir dönemde müziğimizdeki çeşitliliğin çok değerli olduğunu düşünüyoruz" diyor.

Geçmiş ile gelecek arasında bir köprü: Kit Sebastian

Tuana Bıldırcın

Kit Sebastian, Londra merkezli bir müzik grubu olarak, Kit Martin ve Merve Erdem’in öncülüğünde kurulan benzersiz bir duo. Türkiye’den Fransa’ya, oradan da dünyaya uzanan tarzları, Anadolu psychedelia, pop, Tropicália ve cazın bir araya geldiği bir müzikal harman sunuyor.

Şarkı sözlerinde ise Türkçe, İngilizce ve Fransızca kullanarak farklı bir derinlik yaratıyorlar. Avrupa turneleri sırasında, yeni albümleri ve sanatçı olmanın getirdiği zorluklar üzerine sohbet ettik.

Avrupa turnesi ve yeni albüm için tebrikler! Öncelikle turdan paylaşmak istediğiniz özel anlar var mı? 
Merve: Paris’te başladık ve çok enerjik bir tur oluyor. İnsanlar şarkılara eşlik ediyor, dans ediyor. Çok güzel bir duygu.

Peki tarzınızın farklı müzik türlerini bir araya getirmesi ve Türkçe/İngilizce/Fransızca şarkı sözlerinin bir karışımı olmasıyla bu heyecanın bir bağlantısı var mı sizce?
Kit: Tabii ki. Özellikle Türkiyeli diasporasının olduğu ülkelerde, -Almanya mesela, bir kere burada bir Anadolu Müzik Festivali’nde yer almıştık- heyecan çok fazla oluyor.

Merve: Evet, ülkeden ülkeye içinde çok farklı tepkiler alabiliyoruz.

Kit: Bazı taktiklerimiz var seyirci kitlesini anlamak için de. Mesela Zühtü ve Şinanay çalınca yeterince heyecan oluşmayıp çok fazla dans edilmiyorsa anlıyoruz ki seyircide Türkler daha az…

Yeni bir albüm çıkardınız. The New Internationale (Yeni Enternasyonel). Çoğu şarkının çok kişisel bir anlatımı var ama bir o kadar da politik bir zeminde yer alıyor. Özellikle Göç/Me ve Metropolis. Bunlar üzerine bir şey söylemek ister misiniz, özellikle göçmek isteyen gençlere?
Merve: Aslında tam olarak da öyle, ne sebeple olursa olsun, kariyer nedeniyle, politik nedenlerle veya tamamen kişisel bir nedenle olabilir, gideceğimiz yere çok fazla anlam yüklüyoruz. Tüm sorunlarımızın çözümünü orada gibi görüyoruz. Sonra gerçekten gidilince bu hiçbir şeyin başlangıcı ya da sonu olmuyor. Sürekli devam eden bir sürecin içine girmek gibi. İlk gittiğinde her şey çok heyecanlı ve güzel, imkanlarla dolu. Daha sonra ise sorunlar başlıyor. Kendi kimliğinle tanışmak zorunda kalıyorsun bir nevi, alıştığın her şeyi, bildiğin her şeyi tekrar sorguluyorsun, tüm verili kabul ettiğin şeyler sarsılıyor. Kendi kişisel gelişimin için bir anlamda çok dönüştürücü ve geliştirici bir şey de aynı zamanda. Ama tabii ki çok fazla yeni kısıtlamalarla karşılaşmayı da göze almak gerekiyor. Öncelikle dil senin anadilin değil, insanlar alıştığın şekilde iletişim kurmuyor. Bir yandan da senin o göçerken geride bıraktığın şeylerin hepsi seninle yanında geliyor. Haberleri duyuyorsun, aynı hisler yine uyanıyor. Belki küstüğün artık bıktığın bir arkadaşını birden özlemeye başlıyorsun… Yani bu konuda bir şey demek gerçekten zor.

Kesinlikle… Şarkıda da dediğiniz gibi. Kaç, sarı tuğlalı bir şehir bul ve sonra çalış, çalış, çalış. Peki sarı tuğlalı şehir demişken İngiltere’de durum nasıl? Zorluklar yaşıyor musunuz?

Kit: Her türlü zorluğu yaşıyoruz açıkçası. (Gülüşmeler). Hala geçerli mi bilmiyorum ama müzik endüstrisi İngiltere’ye çelik endüstrisinden çok daha fazla para getiriyor diye bir haber okumuştum. Buna rağmen sürekli bütçelerde kesintiler oluyor, kültür-sanata yapılan harcamalar kısılıyor. Sanat bir hobi, boş zaman aktivitesi ve bir gereklilik değilmiş gibi görülüyor.

Merve: Türkiye’de de benzer sorunlar var ama ne zaman Türkiye’ye gelsek inanılmaz bir şekilde karşılanıyoruz. Hem seyirci hem mekanlar tarafından.

Sizce bunun nedeni bu kadar eklektik bir tarzınız olmasıyla mı alakalı?
Kit: Kesinlikle. Genel olarak farklı türleri müziğimizde birleştirmek hem bir lütuf hem de bir bela gibi.

Merve: Hem de endüstrinin belirlediği müzik türünün dışında kalmakla da ilgili.

Kit: İngiltere’nin havasından da olabilir. Bu kadar depresif ve yağmurlu bir ülkede mesela bossa nova dinlemek zor gerçekten. Sürekli nelerden mahrum kaldığımı hatırlatıyor bana (Gülüşmeler). Müziğimizde bir renk olduğunu düşünüyorum. Melankoli de var ama neşe de var. Kültürden de öte başka bir his var.

Peki o zaman son olarak da albümün adını sormak istiyorum. Neden The New Internationale? Aynı isimli şarkınızda da geçiyor "Is this another adamant march toward catastrophe or an overture to the age of revolutionary action?" (Bu felakete doğru bir başka kararlı yürüyüş mü yoksa devrimci eylem çağına bir uvertür mü?) Nasıl bir mesaj var?
Merve: Biz biraz açık uçlu bir soru olarak bırakmak istedik bunu. Konserde son çaldığımız şarkı aynı zamanda. Müziğimiz o kadar farklı kültürlerden ve türlerden izler taşıyor ki… Günümüzün politik ikliminde, sağ siyasetin ve muhafazakarlığın yükseldiği bir dönemde bu çeşitliliğin çok değerli olduğunu düşünüyoruz. Aynı zamanda da böyle bir ortamda bu soruların sorulması gerektiğini ve biraz daha cesur olmamız gerektiğini de düşünüyoruz. Nereye gidiyoruz? Ama tabii ki herkes bu soruya kendisi için cevap vermeli.

Kit: Biraz muğlak olmakta tabii ki fayda var ama bence bizim müziğimizin buna cevabının aşikâr olduğunu düşünüyorum. Homojenite ve tek kültür gibi şeyler 21. Yüzyılda mümkün değil ve mümkün olmamalı da.

Merve: O açıdan ‘öteki’ gördüğümüz insanlarla hem çok fazla ortak yönümüz olduğunu göstermek hem de farklılıklarımızı da kabul etmek önemli. Bunu müziğimizde de yansıtmak istiyoruz. Endonezya’dan Brezilya’ya uzanan bir çeşitlilikte hepimiz aynı müziklere dans edebilir ve aynı müziklerle kederlenebiliriz. Bu da bizi ayırandan çok bizi birleştiren şeylerin olduğunu gösterir. Yani bir umut var. Ama umut olduğu kadar da korkular da var…