Geçmişten kopuk bir güncellik yaşanamaz
Yaşadığı doğru gençlik tek başına elbette Livaneli’ye doğru bir ihtiyarlık bahşetmiyor; bunun sorumluluğunu yüklüyor. Livaneli, 2024’te hazırlanan müzik albümüne 1951’de basılan bir kitabın adını vererek, bu misyonu üstlendiğini bir kez daha ilan ediyor.

Zafer Köse - Yazar, Editör
Dünyada, 1951’de bir kitap yayımlandı: Minima Moralia. Sonraki on yıllar boyunca entelektüellerin üzerinde büyük bir etkisi oldu bu kitabın. Öncesi de vardı elbette. Böyle bir kitap, sadece kaleme alındığı süre içinde yazılmış olamazdı. Yazarı Adorno’nun önceki kitaplarına ve makalelerine harcadığı emeği yansıtıyordu. Hatta Kant’tan Marx’a, Antik Yunan’dan Freud’a insanlığın büyük birikiminden besleniyordu. Kendisinden önceki düşünsel ve bilimsel üretimlerle zaman zaman hesaplaşıyor ve onlara önemli katkılarda bulunuyordu. Bu sayede, kökleri geçmişe, dalları geleceğe uzanan bir çınar gibi, okuryazar insanlara ulaştı. Ulaşıyor.
Ne var ki, 21. yüzyıla girerken dünyanın adeta beynini ele geçiren liberalizm, diğer Frankfurt Okulu filozoflarıyla birlikte Adorno’nun da düşüncelerinin sanki bireyci bir öğretiymiş gibi algılanmasına neden oldu. Oysa o düşünürler, insanların kitleler halinde Hitler gibi liderlerin peşine takıldıkları bir dönemde bireysel değerleri (asla bireyciliği değil) öne çıkararak sürüleşmeye karşı tavır alıyorlardı.
İnsanın beynini kiraya vermemesi ve özgürce düşünebilmesi, elbette çok büyük ve çok önemli bir konu. Frankfurt Okulu’nun bu yöndeki uyarıları, ne yazık ki, hâlâ geçerli. Yine de, günümüz toplumsal sorunlarındaki çözümsüzlüğün ilk açıklaması sürüleşme değil artık. Dolayısıyla, sürekli “rüzgâra karşı tek başına yürümek” gibi tavırlardan söz etmek, tüm saygınlığına rağmen, içinde yaşadığımız koşullarda dağınık ve bireyci tutumları da şirin gösterebiliyor.
Örneğin Türkiye’de AKP iktidarının ticaretten hukuka, eğitimden medyaya her alanda bunca kökleşmesini, “bazı seçmenlerin sürüleşmesi”ne bağlamaktan hoşlanıyor hâlâ okuryazar kesim. Oysa bunca kararlı ve yaygın bir hükümet karşıtlığı olduğu halde etkili muhalefet geliştirilememesi, öncelikle, aynı amaç için bir araya gelememekle açıklanabilir. Laik-cumhuriyetçi kesimde “yandaşları aşağılamak” yerine ortak hareket etme yeteneği gelişmiş olsaydı, kuşkusuz, hükümet karşıtlığı daha da yaygın hale gelir ve çoktan sonuca ulaşırdı.
Günlük hayatta da yüzeysel ve bireyci tutumlar, adeta yüceltiliyor. “Benden bir tane daha yok” gibi sözler eden şarkılar alkışlanıyor. Düşünsel birikimi üç beş dakikalık sözlere sığabilecek birçok kişi, ânı yaşamak gibi ezberlenmiş tercihleri yeni ve derin bir felsefe gibi yansıtıyor. Yayın ve sanat dünyasında çok yaygın olan bireyci “entelektüel” tavırlar, çoğu zaman Frankfurt Okulu düşünürlerinin söylemine öykünüyor.
O düşünürler hiçbir zaman sadece doğru söylemekle yetinmediler. Neyin ne zaman, nasıl söylenmesi gerektiğini önemsediler. Faşizmin kitleselleştiği dönemdeki sözlerinin değeri, tam da o döneme uygun olmalarından kaynaklanıyordu. O sözleri yaşadığımız dönemde, pop kültürünün çarpıttığı biçimde algılamak kabul edilemez. Geçmiş birikimlerden kopuk bir düşünce yolunda ilerlemeyi savunmuş olabilir mi Adorno? İnsanı, doğada tek başına yaşayan bir canlı gibi görmüş, tek başına kurtuluş yolları aramış olabilir mi? Herhangi bir konuyu, hayattaki diğer konularla ilişkilendirmeden incelemiş olabilir mi? Tersine, o, her şeyden çok, yanlış bir hayatın doğru yaşanamayacağını anlattı.
***
Türkiye’de, 1978’de bir müzik albümü yayımlandı: Nazım Türküsü. Sonraki on yıllar boyunca ülkenin kültür sanat alanında, hatta toplumsal mücadelelerde büyük bir etkisi oldu bu müziğin. Öncesi de vardı elbette. Böyle bir albüm, sadece o besteler için çalışıldığı süre içinde üretilmiş olamazdı. Bestecisi Livaneli’nin önceki yazı ve müzik çalışmalarına harcadığı emeği yansıtıyordu. Hatta Yunus’tan Pir Sultan’a, Şeyh Bedrettin’den Nâzım’a memleketin büyük birikiminden besleniyordu. Kendisinden önceki düşünsel ve sanatsal üretimlerle zaman zaman hesaplaşıyor ve onlara önemli katkılarda bulunuyordu. Bu sayede, kökleri geçmişe, dalları geleceğe uzanan bir çınar gibi, temiz kalpli okuryazar insanlarına ulaştı. Ulaşıyor.
Bestelemek için seçtiği ve yazdığı şiirlerle, başta Alevi müziği olmak üzere Anadolu’nun geleneksel değerlerine kattığı modern yorumlarla, katıldığı toplumsal mücadelelerle, edebiyat çalışmalarıyla, aldığı politik tavırlarla, belki de en önemlisi, bunları hep bir arada gerçekleştirmiş olmasıyla memlekette oluşan “Livaneli olgusu”na giden yolda, onun önemli kaynaklarından biri, Frankfurt Okulu düşünürleriydi. Horkheimer, Fromm, Marcuse ve diğerleri, özellikle de Adorno, genç Livaneli’nin 1960’lı ve 1970’li yıllarda yakından takip ettiği, bazılarını henüz Türkçeye çevrilmeden okuduğu yazarlardı.
Tanıdık geceler bildik kaygılar
Kentler köprüler uzayan yollar
Kendi düşlerinden yorgun bir ozan
Direnir acıya tek başına
İşte böyle onurlu bir şey yaşamak.
Can güvenliğinin olmadığı yıllardı onlar. Evden tek başına çıkıp bir tehlike olmadığını anlayınca sokağın köşesinden işaret göndererek eşinin ve kızının kendisine yetişmesini bekliyordu. Arkadaşları öldürülüyordu. Tutuklanıyor, çeşitli tehditler alıyor, sürgüne gidiyordu. Sanatçının ortaya çıkması ve gelişimi açısından daha önemlisi, okura ve dinleyiciye ulaşma yolları kesiliyordu, sansürler uygulanıyordu.
Onca baskı ve yasak engel olamazdı aslında, ama hitap ettiği insanların susması, bir sanatçının karşısındaki en büyük engeldi. Bazen “Kardeşin duymaz, eloğlu duyar.” diyerek kendine hitap ediyordu Livaneli:
Susarlar, sesini boğmak isterler
Yarımdır, kırıktır sırça yüreğin
Halkın örgütlü gücüne inanan bir sanatçı için bu engel, hüzünlü ve umutlu bir meseleydi.
Yıkılma bunları gördüğün zaman
Umudunu kesip de incinme sakın
Aç yüreğini, bir merhabaya
…
Her konseri binlerce, yüz binlerce güzel ve yiğit yüreğin içtenlikle katıldığı o şarkıyla başlıyordu:
Gün be gün yüreğim ulu yalımda
Engel tuzak kurmuş, bekler yolumda
Zulümlerde işkencede ölümde
Bükülmeyen güce kola merhaba.
Livaneli sanatından etkilenerek hayatına yön veren insanlar yıllarca çeşitli zorluklar yaşadılar. Saldırıya uğradılar, baskı gördüler. Kariyer ve kişisel gelişim hesaplarına girişmedikleri için bu kapitalist dünyadaki hiyerarşik yapıda ucuz insanların gerisinde kalmak gibi, belki kendilerinin de farkında olmadığı olumsuzlukları yaşadılar. Daha güzel bir dünya mücadelesine çağıran o şarkıların ve o romanların, onları sahiplenenlere böyle bir etkisi de hep oldu.
Yıllar böyle geçti. Livaneli artık sanat ve toplumsal hayatımızdaki bir ihtiyar. Yaşı ilerledikçe hayatın ve mücadelenin dışında kalanlar gibi sürekli anılarla yaşama eğilimi oluşmadı elbette; tersine, Anadolu kültüründe yer etmiş aksakallı imgesine karşılık gelen bir tutumla yaşıyor. Hiçbir aksakallı, olduğundan genç görünmek için uğraşmaz. Ve onların anıları her zaman yaşanan günün bir değeri niteliğindedir. Livaneli de kişisel bir mesele olarak görmüyor anılarındaki acıları. Tersine, verilmiş mücadeleleri, ödenmiş bedelleri unutmanın bir tür toplumsal suç olduğunu anlatıyor. Bu bilinçle vurguluyor:
Namuslu yaşayanların, namuslu ölmek gibi bir borcu vardır.
Bunu hayatının öncelikli bir amacı haline getirdiği dönemde, 2024 Temmuzda yayımlanan oda müziği albümünün adını, Minima Moralia olarak seçiyor. Geçmişten kopuk bir güncelliğin yaşanamayacağına, çağın hakkını vermek için uyum sağlamaktan çok çağa direnmek gerektiğine, yanlış hayatın doğru yaşanamayacağına, yanlış bir gençliğin ihtiyarlığının da doğru yaşanamayacağına dikkat çekiyor… (Bunlar, geçmiş yanlışların farkına varmak ve telafi etmek için de yol gösterebilir insanlara.)
***
Kısa parçalardan oluşan Adorno’nun Minima Moralia’sı, bütünlüklü bir dünya görüşü ortaya çıkarıyor. Tıpkı Livaneli’nin beslendiği kaynaklardan bir diğeri olan tasavvuftaki yaklaşım gibi; her bir damla, okyanusun genel özelliklerini içeriyor. Hayatın diyalektik gerçekliği de böyle. Nicel değişimler biriktikçe, belli tarihsel anlarda devrim niteliğinde dönüşümler gerçekleşiyor. Bu da ancak eskimiş anlayışlarla mücadele ederek ve kadim değerlerden beslenerek mümkün olabiliyor. Gençlik günlerine dönmeyi hayal etmeden, gençliğindeki hayallerin hakkını veren bir ihtiyarlık yaşayarak…
Yaşadığı doğru gençlik tek başına elbette Livaneli’ye doğru bir ihtiyarlık bahşetmiyor; bunun sorumluluğunu yüklüyor. Artık kültürel iktidarlar tarafından da onaylanmış, toplumda simge bir isim haline gelmiş olan Livaneli, 2024’te hazırlanan müzik albümüne 1951’de basılan bir kitabın adını vererek, bu misyonu üstlendiğini bir kez daha ilan ediyor.
*Yazar, Editör.