Cumhuriyet devrimi dediğimizde aklımıza bir “genç” hatta “çocuk” görüntüsü gelir nedense… Bunun sebebi kısa sürede serpilmiş, dinamik, hep geleceğe dair adımlar oluşudur. Kurucuların genç olmasından değil, fikrin genç olmasındandır.

Geleceğe dönük fikirler ve bir çocuğun umutlu resmi

Çocuklarımızın gururla kutladığı üstelik tek bir millete değil, tüm dünya çocuklarına armağan edilmiş bir bayramımız var. Ne mutlu… Bu bayramın sembolik bir anlamı olduğunu düşünürüm. 23 Nisan’ın çocuklara armağan edilmiş olması, belki de Türk devriminin “ilk adımı” olmasıyla ilgilidir. Saray’ın kontrolünün, güdümünün dışında bağımsız bir meclis fikri, devrimin bebeklik adımlarıdır da aynı zamanda. 

Kurtuluş Savaşı’nın en kanlı günlerinde, üstelik Hilafet Ordusu gibi kardeşi kardeşe kırdıran çetelerin kol gezdiği bir iç savaş ortamında, bağımsızlığın meclisle örgütlenmesi geleceğe dair en önemli adımdır.

Bu adımların bebeklik adımı gibi kimi zaman sallanarak, kimi zaman düşe kalka, ama hep inatçı adımlar olduğunu söylemek gerekir. Cumhuriyet devrimi ve sonrasında modern Türkiye’nin kuruluşu için atılacak her adımda Meclis’teki pek çok mebusun karşı çıkışlarını, iç kavgalarını, yoğun tartışmaları hatırlamak gerekir. Mustafa Kemal’in devrimin önüne set çekmeye çalışanları kimi zaman zoru göstererek, hatta Fransız devrimini hatırlatarak aşmaya çalıştığını biliyoruz. Tüm bunlara rağmen o meclis hiç kapanmadan, hem bağımsızlık savaşının kazanılmasını hem de saltanat, hilafet kurumlarının kaldırılıp ulus egemenliğinin tam tesisini sağlamayı başardı. Genç cumhuriyetin zihinlerdeki imgesi de geleceğe umutla bakan bir kız çocuğu görüntüsü olarak akıllara kazındı. 

Cumhuriyet devrimi dediğimizde aklımıza bir “genç” hatta “çocuk” görüntüsü gelir nedense… Bunun sebebi kısa sürede serpilmiş, dinamik, hep geleceğe dair adımlar oluşudur. Kurucuların genç olmasından değil, fikrin genç olmasındandır. İşte bugüne dair alınabilecek derslerden biri de budur. Bir fikrin “genç” olması, sadece söyleyenlerin genç olmasına değil, fikrin ne kadar genç olduğuna ve gençler tarafından ne kadar sahiplenildiğine bağlıdır. 

Ne acı ki, bu genç fikir köhne fikirlere uzunca bir süre yenildi. Cumhuriyet devrimleri özellikle 1950’lerden itibaren bir avuç sömürgenin ve toprak ağasının talepleri uğruna ihanete uğradı, ekonomik bağımsızlığımız emperyalistlerin eline bırakıldı. Bu çıkarcı gruplar, ağalar, beyler, paşalar siyasi rantlarını dini sömürerek, halkın dinî duygularını istismar ederek gerçekleştirmek istediler. Devrimlerin en önemlilerinden laiklik ilkesini aşındırarak toplum ve siyaset yaşamından çıkarmaya çalıştılar. Devrimleri bağımsızlık ve sosyalizmle taçlandırmak isteyen devrimci gençlerin üzerine ABD-NATO eğitimli faşist komandoları ve tarikatçıları saldılar. Emekçilerin taleplerini faşist uygulamalarla bastırdılar. Darbelerle hem devrimcileri yok etmeye çalıştılar hem de Cumhuriyet’in ilerici kazanımlarını elimizden aldılar. Bu ülkenin aydınlık kuşaklarını işkencelerden geçirirken utanmadan bayrak ve Atatürk fotoğraflarını kullandılar. Aşındırıp yıktıkları Cumhuriyet’i, hatta Atatürk’ü kendilerine kalkan yaptılar! Şimdi o darbeciler tarihin karanlık sayfalarına gittiler, aşama aşama yerlerine getirdikleri şeriatçı rantçılar da ülkeyi uçuruma sürüklediler. 

15 Temmuz’da İslamcılığın farklı kollarından gelen ekipler devleti ele geçirmek için bir mücadeleye giriştiler. FETÖ denen kökü ABD’deki yapıyla devletin tüm kurumlarını tam olarak elinde tutmak isteyen Erdoğancılar arasındaki çatışma kanlı bir darbeyle sonuçlandı. Ondan sonraki süreçte ise “başkanlık sistemi” adı verilen sistemle Saray rejimi inşa edilerek 23 Nisan 1920’de kurulup, sürekli dejenere edilen meclis adeta Saray’ın bir odasına çevrildi. 

Önümüzdeki seçimde bu gidişata en azından bir dur demek mümkün olabilir. Saray rejimi yerine tekrar meclisli bir hayatın ülkede hâkim kılınması gerekebilir. Fakat bu da yeterli değildir. Bu fikir de aslında önceki dönemi yeterli bulan bir “eski” algısı yaratmaktadır. Bize yeniden bir kız çocuğunun görüntüsünde fikirler gereklidir. Tam da bu yüzden devrimcilik, geçmişteki ilerici adımları sahiplenerek yeninin mücadelesine ışık olmaktır. Eskinin izlerini, mücadelesini gören ama hep yeniyi kurmayı hedefleyen bir çağrının parçası olduğunda 23 Nisan daha anlamlı olacaktır. O yüzden önümüzdeki seçimi de bunun bir parçası olarak görmeliyiz. 20 gün sonrasını çocuklarımızın, gençlerimizin geleceğinin oylanacağı bir seçim olarak görüp bu ciddiyetle davranmalıyız. 

Anneler, babalar, dedeler, nineler; oy kullanmadan önce çocuklarınızın yüzüne bakın. Onlar için nasıl bir gelecek istediğinizi bir an düşünün ve mührü ona göre basın. Perdenin arkasında yalnız kaldığınızda gözünüzün önüne onların gözleri gelsin. 

Ve gençler… Gözlerinizin rengi ne renk olursa olsun, bir çift mavi gözün cesaretini, kavgasını ve umudunu gözünüzün önüne getirin. O yapacağını yaptı, şimdi sıra sizde…