Geleceği iktidarın hesapları değil halk belirleyecek
Muhalefet hareketi açısından önümüzdeki dönemin en acil görevi; şimdi İslamcılık temelindeki bir rejim dayatması eşliğinde sürdürülmeye çalışılan tek adam rejimine son verecek bir mücadeleyi, siyasetin bir konusu olmaktan çıkarılmış ezilen emekçi milyonların sessiz bir çığlık olarak yükselen gerçek sorunlarını merkeze alan toplumsal inisiyatif ve direnişlerin birleşik bir anlayışla ele alındığı bir mücadeleyi örgütlemek olarak öne çıkıyor.

Bir yandan satın alınmış diplomalarla bakanlık koridorlarına uzanan hırsızlıklar, üzerinden daha birkaç hafta geçmesine rağmen unutulup giderken; bir yandan da şifreli sınavları aşan gençlerin, sonu geleceksizliğe çıkacak olan üniversite kapılarından kampüslere doluştuğu günlerdeyiz! Milyonlarca gencin işsizliğe ya da kölece çalışmaya mahkum edildiği ülkemizde, Saray’ın eski manipülasyon daire başkanı F. Altun beylerin henüz 20'lerinin başında olan oğlunun, birkaç yıl içinde 210 milyon servet edinme başarısına (!) tanıklık ediyoruz. Yargıda milyon dolarlar üzerinden tahliye kararları dağıtan çetelerin savaşının, savunma sanayindeki rant kavgalarına kadar genişlemesinin yarattığı gürültü patırtı devam ederken; kamu işçilerinden sonra kamu emekçileri ve emeklileri de iktidar yandaşı sendikaların ihanetleri eşliğinde sefalet ücretlerine mahkûm edildi. Merkez Bankası’nın rezervlerinin yükselişe enflasyonun da düşüşe geçeceği müjdeleri tüm yandaş meydada yankılanırken; ülkede Nas’lardan başlayıp IMF patentli M. Şimşek’le devam eden, eşi benzeri görülmemiş bir servet transferi gerçekliyor. Ülke tarihinin belki de en büyük yoksullaşma dalgası, emekçi halk sınıflarının bütün katmanlarının nefesini keserek büyüyor.
Memleketin bu yakıcı gerçekleri; Bahçeli’nin başrolüne soyunduğu bir Amerikan planı eşliğinde tertip edilen oyunun hüküm sürdüğü siyasi gündemin içerisinde, sessiz bir çığlık olmanın ötesinde kendine yer bulamıyor. Muhalefet medyaları da dahil olmak üzere, ortalık muktedirlerin güç ve rant paylaşım krizlerinden doğan itişmeler üzerine yapılan analizlerinden geçilmezken; kimileri Bahçeli’ye, Erdoğan’la ipleri atarak -ya da onu yola getirerek- ülkeyi içine girdiği girdaptan çıkaracak bir kurtarıcı rolü atfetme yarışından kendilerini alamıyor. Meclis’te kurulan komisyona, silah bırakmaya ilişkin -herhalde önceden uzlaşılmış- yasal düzenlemeleri yapma görevinin ötesinde, bir demokratikleşme sürecinin taşıyıcısı olma misyonu yüklenerek yaratılan boş beklentiler bir yana bırakılırsa; iktidar ortaklarının Kürt sorununda demokratik bir çözüm yolunu açarak özgürlükler alanını geliştirme niyetinin olmadığı açıkça ortada.
Kendini yalnızca parlamentoya yaslayan çözümlerin; başta anayasa ve hukukun fiilen ortadan kaldırıldığı, her gün yeni baskı ve zorbalık pratikleriyle muhalefetsizleştirilen bir siyasal düzenin içinde egemenliğini sürdürmeye çalışan bir tek adam rejiminin altında mümkün olamayacağı, görmek isteyen herkes için açık bir gerçek olarak ortada duruyor.
Bütün bu olup bitenler içinde asıl gözden kaçırılan ise, Amerika eliyle Büyük Ortadoğu bataklığına sürüklenerek gerçekleştirilen karşı-devrim sürecinin tamamlanmasına yönelik bir rejim değişikliğinin Türkiye’ye dayatılması gerçeğidir. ABD ve İsrail’in yeni Ortadoğu düzeni kurgusu içerisinde gerçekleşen bu rejim değişikliğinin doğrultusu, Trump’ın Ortadoğu'daki sömürge valisi Tom Barrack tarafından da “Türkiye'nin yeniden Osmanlı milletler sistemine dönüşü” olarak teyit ediliyor. Erdoğan da, son olarak ortağı Bahçeli ile birlikte Malazgirt'te katıldığı kutlamalarda, "Kürt-Türk-Arap ittifakı" diyerek bu doğrultuyu bir kez daha tescillemiş oldu. Ümmetçilik temelinde etnik ve mezhepsel bir bölünme üzerinden kurgulanan bu rejim değişikliği, sonu anayasa değişikliğine uzanacak bir oyun eşliğinde hayata geçirilmeye çalışılıyor. AKP-MHP iktidarı açısından iktidarın sürdürülmesinin bir koşulu olarak görülen, Erdoğan'a ömür boyu başkanlık yolunu açacak bu emperyalist planı bir tarafa bırakarak olup biteni anlamak, ya da kimi çatışma alanlarına referansla Erdoğan ve Bahçeli ayrımları üzerinden siyaseti tanımlamak, gerçeklikle ilgisi olmayan bir kafa karışıklığı yaratmanın ötesinde yeni bir liberal yanılsama anlamına da geliyor.
Öte yandan iktidardakilerin baskı ve aldatmacalar üzerine kurulu bu planının hayata geçirilmesi hiç de kolay değil. Suriye’de cihatçı HTŞ üzerinden yürütülecek yeni bir rejim kurgusunun gerçekleşme imkanının olmadığı çok geçmeden ortaya çıktı. Dürzilerin ardından şimdi Alevilerin de yaşadıkları cihatçı terör karşısında federasyon taleplerini dile getirmesi; daha önce Kürtler üzerinden gündeme gelen federasyon seçeneklerini reddeden T. Barrack’ın, son günlerdeki "tek tip federasyon olmalı" sözleri de Suriye’de Irak tipi bir rejimin adım adım kurulacağını gösteriyor. Tüm bunlar, AKP ve MHP’nin içerdeki süreci -demokratik bir çözümün dışında- Kürt ve Türk ittifakı üzerinden kurguladığı yeni-Osmanlıcılığın sınırlarını da ortaya koyuyor. İçerde ise muhalefeti siyaset alanının dışına itmek üzere başlatılan yargı operasyonlarının yarattığı ters etkinin giderek yargıdaki iç çatışmaları tetikleyecek biçimde kendi ayaklarına dolandığı bir sürece giriliyor. Asıl önemlisi ise ekonomik-sosyal bunalımın derinleşen etkilerini ortadan kaldırabilme kapasitesini kaybetmenin yaratmış olduğu sarsıntının, iktidarın kendi toplumsal zeminlerindeki çöküşü hızlandırmasıdır. Böyle bir çoklu kriz içinde eriyen ve bir azınlık iktidarı olarak ayakta kalmaya çalışan AKP ve MHP’nin, muhalefet güçleri birleşik bir anlayışla mücadele geliştirmeyi başarabildiği oranda, Kürt sorunundaki çözüm ve barış özlemlerini istismar ederek başlattığı böylesi bir süreç üzerinden yeniden yükselebilmesi mümkün görünmüyor.
Önemli olan muhalefetin bir pat noktasında donmaya başlayan siyaset kilidini açacak yeni yollar bulabilmesi. Böyle bir mücadele, ülkenin içine sürüklendiği ve çözümü köklü değişimleri zorunlu kılan sorunlar karşısında basit bir iktidar değişikliği üzerine, bu anlamda şu ya da bu partinin/kişinin iktidar olması üzerine kurulamaz. Muhalefet hareketi açısından önümüzdeki dönemin en acil görevi; şimdi İslamcılık temelindeki bir rejim dayatması eşliğinde sürdürülmeye çalışılan tek adam rejimine son verecek bir mücadeleyi, siyasetin bir konusu olmaktan çıkarılmış ezilen emekçi milyonların sessiz bir çığlık olarak yükselen gerçek sorunlarını merkeze alan toplumsal inisiyatif ve direnişlerin birleşik bir anlayışla ele alındığı bir mücadeleyi örgütlemek olarak öne çıkıyor. Tüm muhalefetin böyle bir hat etrafında toplanabilmesi için inisiyatif almak, solun ve toplumsal muhalefetin en önemli sorumluluğu olmalıdır. Bütün bir halkı on yıllardır açlık ve sefalet altında inim inim inleten böyle bir iktidara son verecek birleşik bir mücadele anlayışından kopuk bir siyasetin, ne adına ileri sürülürse sürülsün, ezilen emekçi halkların çıkarına hizmet etmeyeceği açıktır.


