Gelen yıl giden yılı aratacak mı?
Fotoğraf: DepoPhotos

Oğuz OYAN

Geride kalan 2022 yılı pek özlemle anılacak gibi değil. Dünyada ve Türkiye’de genel ekonomik koşullar geniş halk kitlelerinin aleyhine gelişti. Her yerde enflasyon patladı. Buna ekonomik durgunluk koşulları da eklenince yeniden “durgunluk içinde enflasyon” (stagflasyon) tartışmaları başladı. Gelişmiş kapitalist dünyada öncelik enflasyonla mücadeleye verilince durgunluk daha da körüklenmiş oldu. Bunun istihdam üzerindeki olumsuz etkileri 2023’te daha fazla hissedilebilir. 2023 için büyüme beklentileri de olumlu değil.


Küreselleşmede tıkanmalar ve otoriterliğe savrulmalar

Bu arada pandemi kriziyle birlikte tedarik zincirlerinde baş gösteren tıkanmalar, 2022 Şubat sonunda başlayan Ukrayna savaşıyla yeni bir evreye girdi. Savaşın 2023’e de sarkacağı kesin; bu bakımdan ekonomileri özellikle Avrupa ölçeğinde etkilemesi sürecek görünüyor. ABD’nin Rusya’ya uyguladığı ekonomik yaptırımların, farklı ölçek ve nitelikte olmak üzere, Çin’e karşı da daha fazla harekete geçirildiği görüldü. Serbest değişimin önüne “ulusal çıkarların önceliği” savıyla çıkarılan “korumacılık” eğilimleri de açık-örtük biçimler altında epey mesafe aldı. 1980’lerden beri hüküm süren üçüncü küreselleşme dalgasında daha önce (örneğin 2008 krizinde) olmadığı kadar kırılmalar ortaya çıkmaya başladı.

Küreselleşmedeki bu kısmi kopuşların neoliberal düzenleme rejiminde de kırılmalara yol açtığına dair güçlü işaretler henüz alınmış değil. Devletin müdahaleciliğinin (veya yeni regülasyonlarının) yer yer artışının bunun belirtilerinden sayılması zor; zira sermayenin neoliberal düzende yarattığı “dikensiz gül bahçesine” sınırlama getirecek nitelikte değiller. Emeğin aşırı sömürüsünün önüne kısmi bariyerler getirilmesine dair niyet ve iradeler ortada yok. Gelir ve servet dağılımındaki bozulmaların ifrat derecesine varmasının önüne geçebilecek ulusal ve küresel çapta (ciddiye alınabilecek) düzenlemeler de ufukta yok. Hatta tam tersine, mevcut eşitsizliklerin korunması ve sürdürülebilmesi için sermaye sınıfının kapitalist devleti otoriterlik yönünde dönüşüme zorladığı bir süreçten geçilmekte.

Emek lehine “düzeltmeler” olmasını sağlayabilecek tek şey, emekçi sınıfların örgütlü mücadelesi olabilir ancak. Henüz çubuğu tersine bükebilecek çapta olmasa da, son zamanlarda emeğin ekonomik/sosyal hak taleplerinin küresel düzeyde yükselişi bu bakımdan geleceğe dönük bir umut olabilir. Eğer bu sınıfsal tepkiler ulusal/uluslararası düzeylerde sermayenin kolunu bükebilecek bir güce ve kararlılığa erişebilirse, belki o zaman yeni bir düzenleme rejimine geçişten söz edebilecek durumda olabiliriz. Ama böyle bir köklü dönüşüme adım atmak bakımından 2023 yılının potansiyel bir “aday” olduğunu söylemek zor. Emekçi sınıflar 2023’te ellerindekini kaybetmemenin mücadelesine daha fazla odaklanacak durumdalar. Özellikle de sermayenin yeni-otoriterlik arayışlarına set çekebilmenin mücadelesine yoğunlaşmaları daha büyük olasılık. Yani emekçi sınıflar daha çok savunma pozisyonlarına itilmiş olacaklar; buradan sistem dönüştürücü etkilerin çıkması zor. Ama sınıf mücadelelerinin öngörülemez sıçramalara her zaman açık olduğunu da unutmamak gerekir.

AKP ekonomisinin 2022 yılı

AKP/Saray yönetimi altındaki Türkiye ekonomisi son bir yılda “otoyolda ters yönde giden” bir araç görüntüsü sergiledi. AKP yönetimi mevcut sistemin kimi kurallarına yanlış yerlerden meydan okuyup durdu. Enflasyon Eylül 2021 öncesinde yüzde 18 platosu civarındayken yani yüksek enflasyona alışık Türkiye açısından kontrol edilebilir bir düzeyde seyrederken, Merkez Bankası politika faizlerinin Aralık 2021’e kadar yüzde 19’dan yüzde 14’e hızla indirilmesi ve bunun kurları zıplatması sonucunda, bu çifte etkiyle, enflasyonda kontrol dışı sıçramalar yaşandı. 2022 yılı içinde de enflasyonu körükleyecek politika tercihleri eksik olmadı. Tek önlem, kuru tutacak ve onun üzerinden enflasyonist gidişatı frenleyecek bir Kur Korumalı Mevduat icadı oldu. Emekçi sınıfların çoğunluğunu oluşturduğu vergi yükümlüleri üzerinden bir avuç yüksek tasarruf sahibine gelir transferi anlamına gelen bu düzenek, giderek bütçe dengelerini sarsan yüksek hacimli bir gider unsuruna dönüştü.

Turizm gelirlerinde beklentileri aşan artışın ve biraz da uluslararası swap anlaşmalarının etkisi de eklenince -bu arada kaynağı belirsiz “net hata noksan” kaleminden olağanüstü döviz girişleri sağlanmasıyla ve TCMB’nin brüt döviz varlıklarını eriterek piyasaya müdahalesiyle- kur artışları yıl boyunca sınırlı tutulabildi. Belki bir döviz krizi önlenmiş oldu ama kurların baskılanmasının dahi enflasyondaki artışı dizginleyemediği görüldü. Hatta kur artışları enflasyon artışlarının gerisinde kaldığı için, döviz kurları reel olarak aşınmış oldu. Sonuçta sermayenin özellikle ihracatçı kesimlerinden yeniden “gerçekçi kur” talepleri (“1 dolar 21 TL olmalı ki rekabetçi kalabilelim” tepkileri) yükselmeye başladı.

Saray rejiminin bu politikalardan beklediği iki sonuç vardı: Dış ticaret açıklarını ve dolayısıyla cari açıkları azaltmak ile ekonomik büyümeyi canlı tutmak. Bunlardan birincisinde tam tersi sonuçlar elde edildi. İkincisinde ise, yılın ikinci yarısındaki yavaşlamaya rağmen, istenen sonuç alınabildi. Şimdi bunu 2023’ün ilk yarısında devam ettirebilmenin çareleri aranıyor. Seçime dönük harcamaların (EYT, 3600 Ek Gösterge vs.) bol kepçe gitmesi aslında talep yönlü bir canlılık için de yeterli olabilir. Bunun üzerine Kredi Garanti Fonu üzerinden Hazine kaynaklı 200 milyar TL’lik bir kredi paketi de gelecek. 2023 bütçesinde yer alan ekonomik ve sosyal desteklerin yılın ilk aylarına sıkıştırılarak ödenmesi de aynı yönde çalışacak. Enflasyon hızının yavaşlatılması hedefleri açısından sorunlar yaratacak olsa dahi, böylesine kısa vadeye yoğunlaştırılmış genişletici politikaların ekonomik büyüme üzerine geçici bir doping etkisi yaratması olanaksız değil. Kamu maliyesi üzerine bindirilen maliyetler ise şimdilik iktidarın tasası olmaktan çok uzak. İktidar açısından temel mesele, bu girişimlerini oya tahvil edebilmek. Gerçi sevindirdiği kadar küstürdüğü kitleler de var ve sayıları artabilir. O nedenle de seçim vadesi nisan ötesine pek taşmayacak gibi.

Siyasi gelişmeler

2022’nin önemli bir siyasi gelişmesi, dörtlü Millet İttifakı’ndan Altılı Masa’ya geçiş oldu. Bu “ittifakın” çıkış bildirgesi ile yeni anayasa önerileri epey tartışıldı. “Güçlendirilmiş Parlamenter Sisteme Geçiş” iddiası, 2007 Anayasa referandumunun bile gerisine gidilememesi bakımından yara aldı. Doğrudan halk tarafından seçilecek bir cumhurbaşkanı ile parlamento güçlendirilemezdi. CHP’nin 3 Aralık’taki “İkinci Yüzyıla Çağrı” toplantısının anlamı ise, cümle âleme “biz sistemin kuralları dışına çıkmayacağız” mesajının iletilmesinden ibaretti. Yani CHP cephesinde de yeni bir şey yoktu.
İktidarın siyasi baskılama/şiddet aygıtına dönüştürülen yargı düzeneği, pervasızca kullanılmaya devam edildi. Uyduruk iddianamelere dayansa da iktidardakilerin siyasi nefret, kutuplaştırma ve baskılama taleplerini karşılayan Gezi davası ve 28 Şubat davaları bu nedenlerle ağır mahkûmiyetlerle sonuçlandı. ��stanbul BB Başkanı için sözde “hakaretten” verilen mahkûmiyet ve siyasi yasak kararı ile hakkında başlatılan düzmece “terör” soruşturması da, seçimler öncesinde kelle almaya ve İstanbul’un tüm rantlarına el koymaya kararlı bir iktidarın sınır tanımazlığına uygun. Bu ortamda HDP’nin kapatılması olasılığı da güçlenmiş oldu. Bu nedenle 2023 yılının iyi başlayabileceğine dair hiçbir belirti yok. İktidar, seçimler öncesinde devlet şiddetini fütursuzca kullanacağını göstere göstere kanıtlamakta.

2023’te tüm bu olumsuzlukları aşabilecek tek iyi siyasi gelişme, Cumhur İttifakı’nın her iki seçimi de yitirmesi olacak. Ancak bunun için muhalefetin seçimleri “çantada keklik” görme rehavetinden kurtulması şart.