Gelen yıl, gideni aratır mı?

Gerçi başlıktaki sorunun yanıtı son asgari ücret düzeyi açıklandığından beri biliniyor. Ama belge iktisatçılığı yapanlar bunu zaten epeydir dillendiriyorlardı. Şimdi sırada güdük emekli aylığı artışları, memur ve işçi ücretlerinin enflasyona yeniden ezdirilmesi var. Aslında Ankara cephesinde yeni bir şey yok: Gerek bir önceki Orta Vadeli Program (OVP) gerekse Eylül 2024’te açıklanan son OVP; gerek 12. Beş Yıllık Kalkınma Planı gerekse son iki yılın bütçeleri ve ekleri ve Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programları… hepsinin hedefleri ortaktı: Bunlar, ekonomiyi yeniden IMF programları doğrultusuna sokma göreviyle işbaşı yapan Şimşek takımının “eserleriydi”. Programın hedefleri özetle, enflasyonu dizginlemek için ücretleri reel olarak geriletmek, tarımsal destekleri kısmaya ve çiftçinin gelirlerini tayınlamaya devam etmek, eğitim-sağlık gibi toplumsal harcamaları ve diğer sosyal harcamaları sınırlandırmak, vergi yükünü arttırırken kamu harcamalarını ve özellikle kamu yatırımlarını kısmak ve sonuç olarak GSYH’ye oranla kamunun payını küçültmek, kamu varlıklarının yağmalanmasını sürdürmek, vs. Yani IMF programlarının adeta fotokopisi!
SERMAYENİN SIKI SINIF PROGRAMI
Kaba çerçevesi çizilen bu program sermayenin bunalımın tüm yükünü emekçi sınıflara taşıtmak için başvurduğu acımasız bir sınıf saldırısıdır. Dolayısıyla sermayenin ve iktidarın vicdanına seslenerek ona “hata” yaptığını anlatmak, boşa kürek çekmektir. Ortada ne bir vicdan ne de hata vardır. Var olan sermayenin doyumsuz kâr iştahıdır. Bunun için sopalı bir rejime ihtiyaç duyuluyorsa, o da “hizmetinizdedir”! O nedenle, kendisi de sermayedarlaşmış ve komisyoncu pratiklerini derinleştirmiş, suç sicili iyice kabarmış bu iktidar türü sermaye açısından şimdilik vazgeçilmezlik mertebesindedir. Elbette sermayenin her zaman yedek planları bulunur, muhalif sayılan siyasetler içinden veya mevcut iktidar ile “muhalefet partileri” arasındaki koalisyonlardan kendine müzahir iktidar seçeneklerini bulup çıkarabilir. Ama şimdilerde bir de Suriye ve benzeri yayılmacı açılımlar üzerinden yeni değerlenme alanlarını fethetmeye hazırlanırken buna neden gerek duysun? Elbette Anayasa gündemi bakımından iktidarın ihtiyacı olan “muhalefetin bir bölümünü yanına çekme” operasyonunun sürdürülmesine bir engel yoktur!
Bu arada liberaller “maliye politikaları yeterince sıkı değil; bir de o sağlansa program başarıya ulaşacak” aldatmacalarını pazarlayadursunlar; toplumun geniş emekçi kesimleri açısından en sıkısından maliye politikaları yürürlüktedir. Vergileri en çok ücretliler öder, ama kamu harcamalarından en az onlar yararlanır. Ücretliler milli gelir paylarının iki katını aşkın gelir vergisi payını taşıyıp üstüne bir de dolaylıların en büyük yükünü çekerken, yeterli sağlık ve eğitim hizmeti bile alamazlar. Bunun adı hâlâ “sıkı maliye politikası” olmuyor mu? “Sıkı” sıfatı bile yetersiz kalır; ücretliler açısından kırbaçlı bir kamu mali yönetimi vardır.
Ama sermaye açısından maliye politikaları hepten gevşektir: Sermayeden vergi alamazsınız, bunun yerine bütçe açıklarını kapamak için onlardan borç alıp faiz ödersiniz (2025’te 1 trilyon 950 milyar düzeyinde) yani toplam vergilerin yüzde 17,5’ini sermayeye faiz olarak ödersiniz. Bu vergilerin içinde sermayenin payı da pek azdır zaten. Bu arada 2025 bütçesinde yaklaşık 2,2 trilyon TL düzeyinde sermaye lehine bir vergi harcamasına (vergi istisna ve muafiyetlerine) yer açarsınız. Böylece büyük bir bütçe açığına yol açar ve bunu da sermayeden borç alarak kapatırsınız! Ayrıca bütçe harcamaları da hep sermaye lehine çalışır. Bu düzen, sermayenin bütçedeki emme basma tulumbasıdır.
2024’ÜN OLAY ÖRGÜSÜNDE DEĞİŞİMLER
Kâbus gibi geçen 2024 yılının tek olumlu yanı, 31 Mart seçimlerinde AKP’nin ilk kez oy oranı bakımından ikinci sıraya düşürülmesi ve birçok belediyenin daha elinden alınması oldu. Ancak bu üstünlük CHP yönetimi tarafından çok çabuk harcandı; süreci yönetebilecek bir siyasi kararlılık ve meydan okuma yerine “normalleşme” tuzağına düşüldü. AKP ise fırsattan istifade yitirdiği belediyelere kayyım siyasetiyle el koymaya koyuldu.
Suriye’de emperyalizm ve Siyonizmin ortak operasyonundan önce Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesi, Filistin soykırımıyla, Hizbullah’ın sindirilmesiyle zaten başlatılmıştı. Sıraya İran’ın alınması Türkiye’nin de içine çekilebileceği büyük bir girdaba dönüşebilir. Özellikle de Trump’ın seçilmesiyle bölgede 2025’e dair belirsizliklerin büyümüş olması ciddi bir risk. Trump, faşist sağın yükselişinde sadece son bir örnek oldu; Avrupa sahnesinde onu önceleyen değişimler zaten vardı. Şimdi birbirlerini besleyebilirler mi? Kısacası 2025’e olumlu beklentilerle girilemiyor…
Suriye’deki cihatçı darbe, AKP/Erdoğan’a şimdilik yeni bir can suyu oldu; bunu, uyguladığı emek-karşıtı programın dozunun arttırılmasında da kullanmaya yöneldi. Ancak emekçilerin önemli bir bölümü bu “fetihçilik/yayılmacılık üzerinden sömürü artışının hazmettirilmesi” tuzağına düşmeyeceklerini 28 Aralık’taki Tandoğan mitingiyle gösterdiler. 2025’te bu politikaların sürdürülebilmesinin o kadar kolay olmayacağını da haykırmış oldular.