Google Play Store
App Store
Geleneğin izinde öyküler
GAMSIZ RUHLAR ARASINDA, Sezen Kayhan, Delidolu Yayınları, 2024

Mehmet ATİLLA

12 Eylül öncesi Türk Dil Kurumu’nun yayımladığı Türk Dili dergisinin Temmuz 1975 tarihli “Türk Öykücülüğü Özel Sayısı”nda Füruzan şunları söylüyor: “Öykülerimdeki halktan kişiler çıkışlarını kimi zaman tekil yollardan da arasalar, içlerinde toplu eylemin tohumunu taşımaktadırlar. Bunu yazdıklarımla okura iletmek isterim. Sessizmiş sanısını veren çoğunluğun gücünü, acısını, sevincini, ağırbaşlı şiirini anlatmaktır amaçladığım.”

Kuşkusuz ki özet bir yaklaşım bu, ancak yazarın yörüngesini belirlemek isteyenler için önemli ipuçları verdiği de su götürmez bir gerçek. Kısa süre önce Delidolu Yayınları tarafından yayımlanan Sezen Kayhan’ın Gamsız Ruhlar Arasında adlı kitabındaki öykülerin de böylesi bir yörüngede gezindiğini ve yazarın sağlam bir geleneğin izini sürdüğünü görmek, bu açıdan sevindirici oldu.

Sezen Kayhan çok yönlü bir sanatçı ve araştırmacı. Bilkent Üniversitesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü’nde lisans, Bahçeşehir Üniversitesi Sinema-TV Bölümü’nde yüksek lisans, Koç ve Antwerp üniversitelerinden de sinema ve görsel kültür alanlarında doktora eğitimi alıp ulusal ve uluslararası düzeyde ödüllü filmlere imza atmış bir yönetmen ve yapımcı aynı zamanda. Akademik birikiminin getirdiği kazanımlarla sanat dallarının kendilerine özgü dillerini gerektiğinde ayırıp gerektiğinde birleştirmeyi iyi bildiği için edebiyata ve öykü diline de yatkın olduğunu Gamsız Ruhlar Arasında ile kanıtladığını açık yüreklilikle belirtmekte yarar var. Yazarın ilk öykü kitabı olmasına karşın en küçük bir acemilik barındırmayan öykülerden çoğunun ülkemizin seçkin edebiyat dergilerinde yayımlandığı dikkate alınırsa öykücülüğünü öncelikle dergilerde kanıtlamış bir yazardan söz ettiğimiz de ortaya çıkacaktır zaten.

On kısa öyküden oluşan Gamsız Ruhlar Arasında’nın sayfalarını çevirdikçe Sezen Kayhan’ın bu ülkeye özgü kırılganlıkları, tedirginlikleri ve anılara vidalanmış gözlemleri gerçeküstü ögelerle harmanlayarak yeni ve devingen bir belleğe aktardığına ve bu dönüşümü okurla paylaşırken yalın bir dil tutturmaya özen gösterdiğine tanık oluyoruz. Mevsimlik tarım işçisi kadınlardan büyü bozma telaşındaki anne kız dayanışmasına, toplumsal yarılmaların dayattığı çıkmazlardan yaşlıların yalnızlıklarına, ölüm gerçeğiyle yüzleşmelerden kimlik kargaşalarının sorgulanmasına kadar birçok bireysel ya da toplumsal serüvenin herhangi bir abartıya kaçmadan, bilgece denilebilecek bir duyarlılıkla işlenmesi kayda değer bir başarı. Kitabın akılda kalıcı öykülerinden olan “Ayna Duvarlı Evler”de bu başarının doruğa çıktığı ve düşman iki karakterin kimlik dönüşümüne uğrayarak birbirlerinin yerine geçmeleri durumunda bile destekçilerinin sergilediği gönüllü katkının son derece özgün biçimde kurgulandığı görülüyor. “Aylar süren tartışmalar sonunda varılan nokta, bu değişimi kabullenmek yönünde oldu. Madem önemli olan Hurşit ve Kamer’in kim oldukları değil, neyi temsil ettikleriydi, o zaman birbirlerinin kimliklerine bürünmelerinde bir sakınca yoktu. En azından müritleri böyle düşünüyordu.” (s.37)

Sezen Kayhan’ın öykü dili genel anlamda açık seçik olsa da öykülerinin bazı bölümlerinde okurun hayal ve soyutlama gücüne yaslanmayı denemekten kaçınmadığı da ortada. Zorlama bir tutum değil bu, yapısal bir zorunluluk aslında. Metni anlaşılmaz yapmak, anlamı örtmek gibi bir amacı asla yok, tam tersine öykü dilinin gereksindiği yoğunluğa zarar vermemek için karakterlerin zihin dünyasıyla gerçek dünya arasında kısa devreler oluşturmayı yeğliyor. Böylelikle de gereksiz söz yığınlarından kaçınmayı, okurun dikkatini harekete geçirmeyi ve çağrışımların yaratacağı imgesel etkiyi çoğaltmayı önemsiyor. Öykü türünün yaşam kesitlerine yoğunlaştığının farkında ama bu kesitlerin arkasındaki kocaman bir geçmişi ya da yaşam bütünlüğünü kucaklayan sezdirmelerin gücünün de farkında.

“Bekleme artık. Beklemek öldürür insanı. Güneş kovdu son kalanları. Acı ve ayrılık ile örülmüş ibrişim. Kabullen bunu. Kabullendiğin ölçüde yaşarsın ve kabullenemediğince ölürsün çünkü.” (s.71)

Bir başka deyişle her öykünün arkasında başka ve kocaman bir öykü daha olduğunu, buzdağının görünmeyen kısmının cümleler arasındaki boşluklarda oluştuğunu vurgulamak için elinden geleni yapıyor Sezen Kayhan ve bunu tam da Füruzan’ın dediği gibi “ağırbaşlı bir şiirsellikle” kotarabilmek için özel bir çaba harcıyor. Olayları anlatmaktan çok, durumları anlatmak istemesinin nedeni de bu.

Bunca olumlu tarafının yanında kitabın tek kusuru var belki, o da “Keşke birkaç öykü daha okusaydık,” dedirten hacmi. Ne diyelim; zamanla ya da umutla...