Google Play Store
App Store

Türkiye’de sosyal dışlanma ve yoksulluk riski altındaki nüfusun oranı yüzde 30,7. Yaş gruplarına göre baktığımızda ise 0-17 yaş arasında bu oranın yüzde 40’ın üstüne çıktığını görüyoruz. Bu oran Türkiye’yi Avrupa ülkeleri ile yaptığımız bir kıyaslamada ilk sıraya yerleştiriyor.

TÜİK’in bu verileriyle aynı zamanda Avrupa verileri de açıklandı. Avrupa Birliği’nde sosyal dışlanma ve yoksulluk riski altındaki nüfusun oranı yüzde 21,4. Orada da her şey güllük gülistanlık değil ama AB’deki oran Türkiye’den 10 puan düşük.

Yoksulluk sadece 18 yaş altındaki grupta hissedilmiyor. Türkiye’de yaşayan 65 yaş üstündeki nüfusun yüzde 23,1’i de sosyal dışlanma ve yoksulluk riskiyle karşı karşıya. 2021’de bu oran yüzde 16’ydı; iki yıldır sürekli artıyor. Artık 65 yaş üstü her dört kişiden biri yoksullukla yüzleşiyor diyebiliriz. Kuşa dönen emekli maaşları ve hayat pahalılığı, aile içi dayanışmanın yüksek olmasına rağmen durumu kurtarmaya yetmiyor.

65 yaş üzerinde ise AB ortalamasının üç puan üzerindeyiz. Orada 65 yaş üstü nüfusun yüzde 20’si sosyal dışlanma ve yoksulluk riskiyle karşı karşıya, bizde yüzde 23’ü. Avrupa içinde bu oranın yüzde 40’ın üstünde olduğu Letonya ve Estonya gibi ülkelerin yanı sıra yüzde 8’le çıtayı yükselten Norveç de var.

Burada dikkatimi çeken başka bir veriyi de paylaşmak isterim. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, her iki yaş grubunun artan sorunlarına karşı harekete geçmişe benzemiyor. 2021 yılında Bakanlık’a bağlı huzurevi sayısı 165, kapasitesi de 17 bin 91 kişiymiş. 2024 Ağustos itibarıyla huzurevi sayısı 168 olmuş, üç yılda üç huzurevi eklenmiş. Ağustos 2024 itibarıyla Bakanlık’a bağlı huzurevlerinde kalan sayısı 14 bin 668. Aynı dönemde özel huzurevi sayısı yaklaşık 2 bin adet artmış. Ve özel huzurevlerinde kalanların sayısı da 13 bini geçmiş. Bakanlık 65 yaş üstünde yoksulluk riski artarken huzurevine yatırım yapmamış, bu konuyu da daha pahalıya hizmet veren özel sektöre devretmiş. Özetle, parası olan huzura kavuşur demiş. Aynı dönemde Bakanlık’a bağlı çocukevi sayısı ve kapasitesinin düştüğünü de belirtelim.

Alarm zilleri ise 18 yaş altındaki nüfusa baktığımızda çalmaya başlıyor. AB’de 18 yaş altı nüfusun yüzde 25’i yoksulluk riskiyle karşı karşıyayken bizde bu oran yüzde 40’ı geçiyor. Neredeyse her iki genç veya çocuktan biri zor durumda. Geleceğimiz dediğimiz 18 yaş altı nüfusun yarıya yakını yoksullukla boğuşuyor.

Bu durumun olası sonuçlarını Üsküdar Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Erdoğan’a sordum. Barış Erdoğan, “Genç nüfusta yüksek oranda yoksulluk riskinin olması geleceğe yönelik bir takım olumsuz verilerin ortaya çıkmasına neden olabilir. İçlerinden bazıları yasa dışı yollarla kısa zamanda zengin olmaya çalışırken bazıları da toplumdan kendilerini geriye çekip uyuşturucu ve uyarıcı madde kullanımına yönelebilir. Geleceğe yönelik bir umutsuzluk ve ona bağlı olarak sosyal bağların zayıflaması, zaman içinde ülkeyi terk etme, beyin ve kol göçü gibi sonuçlara neden olabilir” yanıtını verdi. Erdoğan ayrıca, yoksulluk riski nedeniyle genç erkeklerin eğitim hayatını bırakarak çalışma hayatına geçtiklerini, kızların da ev işlerinde çalıştırıldıkları ya da erkenden evlendirilip aileye ‘yük olmaktan’ çıkarılmaya çalışıldığına da dikkat çekti. Türkiye’de yoksulluk nedeniyle okul dışında kalan çocuk sayısının son bir yılda yüzde 38 oranında arttığını çok yakın zamanda Pelin Ünker’in DW’deki haberinde de okumuştuk.

15 yaşındayken para kazanmaya çalışan, çocukluğunu yaşayamadan kendinden çok daha büyük insanlarla iş hayatında mücadele etmek zorunda kalan bu gençlerin suça, uyuşturucuya bulaşmadan, eğitim almadan hayatta başarılı olmalarının ne kadar zor olduğu ortada. Bu veriler gençlerin umutsuzluğunu, psikolojik bozukluklarını ve başka ülkelere gitme isteğini açıklamada yardımcı olabilir. 18 yıl her gün yoksullukla boğuştuğunuz bir ülkede ruh sağlığınızı koruyabilir, o ülkeye ‘memleketim’ diyebilir misiniz?