Google Play Store
App Store

19 Mart ülkemiz zalimlerince yazılan tarihin, unutulmaz ve unutturulmayacak günlerinden biri olarak takvimlerde anılacağı çirkin yerini güçlendiriyor. Ekrem İmamoğlu’nun hukuksuz, haksız şekilde diplomasının iptali; özellikle de üniversite ve liselerde öğrencilerin mevcut müfredattan başlayıp, okul masraflarına, hak ve özgürlüklere uzanan sorunlar nedeniyle duydukları gelecek kaygısını balçıkla perçinleyen bir gelişmeydi. Gençler yapılan haksızlığın yanına kendi isyanlarını koyarak sokaklara aktılar. 22 yıllık AKP iktidarında neredeyse her hükümet döneminde yeniden değiştirilen eğitim sistemi her defasında onarılmaz hasarlar yaratarak müthiş bir gerileme yarattı. İmam Hatip dayatmasıyla müfredatı ve kapsamı değiştirilen okullardan mezun olanların üniversiteye giriş istatistikleri her şeyi söylüyor zaten. Proje Okulları biçiminde bir tanıma duyulan ihtiyaç ve bu ihtiyacın ardında yatan nitelikli bilimsel eğitim, iktidarın kendi yarattığı sistemin kendi tanımladığı okullarındaki seviyeye düşmanlık etmesiyle eriyor. Cümlenin başı ile sonu arasındaki o düşmanlı; üniversite eğitimine yapılan müdahaleyle ülkemizin en nitelikli ve öne çıkan okullarını aşağı çekmeye devam ediyor.

Eğitimsizlik ile cehaletin güçlenmesiyle ve eyleme geçmesiyle şiddetin sokakta kol gezmesi isteyenin istediğini hunharca cezalandırmasına yol açıyor. Mattia Ahmet Minguzzi’nin 14 yaşında, AKP’nin kentsel dönüşüm çukurunda kol gezen uyuşturucu bağımlısı çete gençliğinin saldırısıyla öldürülmesinden daha iyi bir örnek olabilir mi? Derin yoksulluğun mahallelerinden eğitime uzak kindar zorbalar çıkıyor. Kindar ve dindar gençlik tasarısı aynı zamanda silahlı, saldırgan ve karanlık kaybolmuş bir nesilde vücut bularak çok çocuk kampanyalarıyla genişliyor. Onlara ve katillere gösterilen müsamaha eylemlerde hak arayan gençlere zerre gösterilmiyor. Olağan dışı bir öfkeyle çocuğu yaşında gençlere öldüresiye saldıran adamların sokakların güvenliğini sağlaması bekleniyor. Şiddet her biçimiyle hep haklıya, masuma yöneliyor. Katilden kaçarken diktaya, diktadan kaçarken kolluğa, kolluktan savcıya ve hâkime, işkenceden tacize, psikolojik şiddete uzanan hukuksuzluk ve haksızlık dehlizlerinde adalet ve özgürlük direnişinin en anlamlı halkası olmaya devam ediyor çocuklar. Bunca gündür haksız yere tutsak edilen gençlerin serbest kalmasını beklerken yeni gözaltılar hatta tutuklamaya dönüşen kararlar yağıyor. Ankara’da geçtiğimiz Cuma günü tutuklu öğrenciler ve siyasetçilerin serbest bırakılması için “Gençlik Ayakta, Geleceği İçin Yürüyor!” sloganıyla Adalet Bakanlığı’na yürümek isteyen ve ters kelepçeyle alınan 26 öğrenciden 7’sine adli kontrol, 4’üne de tutuklama çıktı.

Hapishane koşulları başlı başına insan hakkı ihlalleriyle doluyken özellikle hasta tutuklular ile ilgili vicdansızlıklar önce İBB Genel Sekreter Yardımcısı Mahir Polat ve ardından Esila Ayık’’a yönelik düşmanlıkla görünür oldu. Esila ve arkadaşlarına duyulan düşmanlığın nedeni onların haklılığı ve aydınlığı. Çünkü Esila içerden 8 yıldır hastaneye bir kere dahi gidemeyen, ilaçları yıllardır verilmeyen hükümlülerin sesi de oluyor. Kendi tedavisi engelleniyor. Ciddi bir böbrek rahatsızlığında tedavisinin bu şekilde kesintiye uğratılması gelecekte de sağlık sorunlarını tetikleyecek risk taşıyor. Bu çok net bir insan hakları ihlali, açık bir suç aynı zamanda. Yani Esila’ya bunu yapanların yargılanması gerek aslında. Koğuşun kapısı her açıldığında “Esila Ayık tahliye” demelerini bekliyor Esila. “Daha yetişmem gereken sınavlarım, tamamlamam gereken fotoğraf projelerim ve hayatın güzelliğine dair yazacak şiirlerim var" diyor.

Sevgili Esila;

“Bir kurt kemiriyor konsolu

Senin yokluğunda.

Oda sessiz, kimsesiz.

Ve tetikte kapı.

Boşlukta bir çınlama

Toz bile bekliyor seni

Sakın unutma.”*

Kendi açmazının farkında olan gençler kendileri için olduğu kadar okulları, öğretmenleri, yarınları için hız kesmeden barışçıl protestolarını sürdürüyor. Meydanlarda arkadaşları ve gelecekleri için ellerinde pankartlar. Pankartlarda şiirler, mizah ve talepleri. Sizinle beni etkileyen, geleceğe dair umutlandıran, asla yılmayacağız diyerek onların sesi ve omuzdaşı olma azmimi perçinleyen birkaç örnek paylaşmak istiyorum. İlki Yıldız Teknik’ten; “ODTÜ’deki sıra arkadaşlarımızın çağrısına kulak vererek akademik boykotu sürdürüyoruz” diyen öğrenciler “Dayanışmayı ilmek ilmek örgü-tlüyor!” Herkesin tığ işi ya da şişle örülmüş 20 x 20 cm karelerle bu “zanaat aktivizmine” katacağı yaratıcılıkla katkı sunmasını istiyorlar. Bu karelerin birleştirilmesiyle kolektif bir ürün olarak elde edilecek battaniyeleri eylemlerde kullanmak, gözaltında / tutuklu arkadaşlarına ulaştırmak ve ihtiyacı olan sıra arkadaşlarıyla paylaşmak üzere eylemdeler. “Direnişi ve boykotu örgü ve sanatımızla büyüteceğiz” diyorlar. Sosyal medya hesaplarında Charles Dickens’ın İki Şehrin Hikâyesi romanının karakterlerinden Madame Defarge’ın öyküsünden dem vuruyorlar. Madam Defarge aristokratlar tarafından ailesine ödetilen bedelin intikamını sabırla örgüsüne taşır. Bu eylem sizin de içinizi ışıl ışıl, kıpır kıpır etmedi mi benim gibi?

Bir başka örnek İzmir Yüksek Teknoloji’den. İYTE forumlar, dayanışma piknikleri ve yürüyüşlerle ekonomik boykot ve haksızlıklara direnişi sürdüren öğrenciler elektriklerini kesen, engeller koyan yönetime “Bunlar bizi yıldıramaz. Birlik olarak, çorbamızı, eriştemizi pişirerek, şarkımızla türkümüzle boykot alanında yaşamaya devam edeceğiz” yanıtını veriyor. Adını Çapulcu Kantin koydukları stantlarında kantinlerden ve marketlerden, boykot edilen ürünlerden uzak bir dayanışma ağı örgütlemişler. Bu stantlarda yiyecek içecek, kitap, ihtiyacı olan öğrenciler için eşya gibi çeşitli ürünler var. Artık kullanılmayan ya da ihtiyaç duyulmayan ürünleri, dayanışmaya katılmak isteyenlerin kendi kilerinden fazla malzemeyi takas yoluyla temin ediyorlar. Mutlaka karşılığında bir ürün vermekte ısrarcılar. Ayrıca ürünleri ihtiyaç sahiplerine ulaştırmak için bir ağ da kurmuşlar. İşte boykot karşıtlarının ‘ekonomiye zarar veriyorlar’ dediği gençler tam tersine ekonomiyi çürüten, ülkeye zulmeden iktidara böyle iyilik zinciriyle hayat dersi veriyor.

Son örnek yine İzmir’den. İzKitap Fuarı açılış konuşmasında İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay “Biz biliyoruz ki bir ülkenin karanlıkla imtihanı, yalnızca siyasi gelişmelerle, ekonomik göstergelerle değil; gençlerinin ne okuduğu, çocuklarının neye inandığı, insanlarının neyi savunduğuyla da ölçülür. Bu ülkeyi karanlıktan çıkaracak olanlar, okullarında, sokaklarda, meydanlarda ellerinde meşale gibi kitap taşıyan gençler olacak. Haksız yere cezaevinde tutulan, o şartlarda sınavlarına hazırlanmaya çalışan pırıl pırıl çocuklar yapacak bunu. Biz de o yolda önlerine çıkan pürüzleri gidermek ile kefil olacağız, çalışmaya devam edeceğiz.” diyordu. Bilenler bilir açılışın yapıldığı Kültür Park’ın Lozan kapısı Atatürk Lisesi ile karşı karşıyadır. Cemil Tugay konuşmasında ülkenin dört yanında direnen üniversitelerden liselere eğitim ve hak ihlallerine uzanan gençlerin dayanışmasını selamlarken hemen fuar girişinde polis öğrencilerin kamusal alan olan parka, üstelik kitap fuarına girişini önlemek için onları sıkıştırmış ve ablukaya alıyordu. Gençler bana ve başkanımıza ulaştılar. İstedikleri kitap fuarı boyunca çimlerde bir “Adalet Nöbeti” başlatmak ve forumlar/sohbetler düzenlemekti. Polisle görüştükten sonra gençlerle çimlerde oturarak direnişe dayanışmayla ortak olduk. Bizim ayrılmamızla birlikte yeniden gelen polise yine yeniden ‘karanfil elden ele’ diyerek ve kendi aramızda haberleşerek bu hakkı engelleyemeyeceklerini söyledik. Alanı özgürleştirdik. Benim ardımdan geçmiş dönem milletvekilimiz Tacettin Bayır, onun ardından başka arkadaşlarımızla her gün oradaydık. Elif, Buğra, Orçun, Ayşe, Elvan… ve Esila! Evet Esila da gözaltında tutulan tüm arkadaşlarıyla birlikte bizimleydi!

Gençlerin yerlere dizdiği pankartlarda bir soru: Anne ben Anayasa’ya aykırı mıyım?