Google Play Store
App Store

Yaşadığımız dünyayı distopik romanlarla açıklamak, benzerlikler üstünden politik ve estetik eleştiriler üretmek bir zamanlar çok heyecan vericiydi. Cesur Yeni Dünya’nın ekstatik toplumundan girip 1984’ün korkunç kitle iletişim yalanlarından çıkmak, J. G. Ballard veya Philip K. Dick’in tüketim toplumuyla ilgili anlatılarının gerçek dünyadaki karşılıklarını bulmak, yazınsal bir bulmaca çözmek gibiydi. Artık o eski keyif yok, büyük bir sıkıntı var: Örneğin, sanki aslında 1984 diye bir roman yokmuş, biz diktatörlerin tüm iletişim ortamlarını kendi çıkarlarına göre yönlendirip gerçekliği değiştirdiği bir  simülasyonda yaşıyormuşuz da, 1984 romanı da o simülasyondaki basit bir ipucuymuş gibi bir duygu durumu söz konusu artık.

Çocuk ve kadınların sürekli tecavüze uğrayıp katledildiği, sadece temel kurallara uyulsa kimsenin zarar görmeyeceği otel yangınlarında 78 kişinin öldüğü, depremlerde zarar görenlerin gördüğü zararla kaldığı, işçinin yasal olan ve olmayan tüm yollarla sömürüldüğü, eğitimde bilimsel düşüncenin değil dinsel inancın hakim kılındığı, ileriye değil sürekli geriye doğru giden bir ülkede, RTÜK diye bir kurumun çıkıp “Siz niye olumsuz haber yapıyorsunuz?!” diyerek gözdağı vermesi, gazete ve televizyon habercilerinin sürekli baskı altında tutulması, bu baskıları gündeme getirenlerin ‘darbeci’ olarak nitelendirilip polisiye uygulamalarla tekrar baskı altına alınması... Bir yandan ‘çözüm süreci’ deyip diğer yandan en basit darbeci mantığıyla her yeri kayyımlarla doldurma meselesine daha gelmedik bile!

Bunlar dünyanın pozitif gerçekliğiyle açıklanabilecek durumlar değil...

∗∗∗

1984’ün baş karakteri George Winston’ı anımsarsınız: Doğruluk Bakanlığı’nda çalışır, kurbanı olduğu sistemin çarklarını yağlar. Bu romandan kısa bir bölümü alıntılayayım da, görün, Kaç-Aksaray’lar nasıl bir medya istiyor, yayın denetleme kuruluşları, istatistik kurumları, iletişim başkanlıkları nasıl bir görev için uğraşıyorlar:

“Winston telekran üzerindeki ‘eski sayı’ kodlarını tuşladı ve Times’ın ilgili sayılarını talep etti. Sadece birkaç dakikalık gecikmeyle basınçlı borudan o sayılar geldi. Aldığı mesajlar şu ya da bu nedenle değiştirilmesi ya da resmi ifadeyle düzeltilmesi gerektiği düşünülen haber ya da makaleleri gösteriyordu. Örneğin on yedi Mart tarihli Times’a göre Büyük Birader önceki günkü konuşmasında Güney Hindistan cephesinin sakin kalacağı ama Kuzey Afrika’da yakın zamanda bir Avrasya taarruzu yaşanacağı tahmininde bulunmuştu. Ne var ki Avrasya Komuta Kademesi taarruzu Güney Hindistan’da başlatmış ve Kuzey Afrika’ya dokunmamıştı. O yüzden Büyük Birader’in konuşmasının bir paragrafını yeniden yazmak ve aslında onun gerçekleşmiş olanı tahmin ettiğini gösterecek hale getirmek gerekiyordu. Ya da başka bir örnekte on dokuz Aralık tarihli Times’ta 1983’ün dördüncü çeyreğinde çeşitli tüketim malı kalemlerindeki çıktıya dair resmi tahminler yayımlanmıştı ki bu aynı zamanda Dokuzuncu Üç-Yıllık Plan’ın altıncı çeyreğine denk düşüyordu. Gazetenin bugünkü sayısında gerçek çıktıya dair bir haber vardı ve anlaşıldığı kadarıyla tahminler her kalemde fena halde yanlış çıkmıştı. Winston’ın işi ilk rakamları düzelterek sonrakilerle uyumlu hale getirmekti. Üçüncü mesaj birkaç dakikada halledilebilecek çok basit bir hatayla ilgiliydi. Daha o yılın Şubat ayında Bolluk Bakanlığı 1984 yılı boyunca çikolata tayınının kesinlikle düşürülmeyeceğine söz verdiğine (resmi ifadeyle ‘kesin teminat verdiğine’) dair bir duyuru yayımlamıştı. Gerçekte ise Winston’ın da bildiği üzere çikolata tayını o haftanın sonunda otuz gramdan yirmi grama düşürülecekti. Tek yapılması gereken ilk baştaki sözün yerine, Nisan ayında tayının düşürülmesinin büyük ihtimalle zorunlu olacağına dair bir uyarı yerleştirmekti.

...Times’ın belli bir sayısındaki gerekli görülen tüm düzeltmeler alındıktan sonra o sayı yeniden basılıyor, eski nüsha yok ediliyor ve tüm dosyalara düzeltilmiş nüsha yerleştiriliyordu. Bu sürekli değiştirme işlemi sadece gazetelere değil, kitaplara, dergilere, ilanlara, afişlere, bildirilere, filmlere, ses kayıtlarına, karikatürlere, fotoğraflara, siyasi ya da ideolojik önem taşıyabilecek her türlü esere ve belgeye uygulanıyordu. Her gün ve her dakika geçmiş güncelleniyordu. Böylece Parti’nin her türlü tahmininin doğru olduğu belgelere dayanarak gösterilebiliyor, o anın ihtiyaçlarıyla çelişen tek bir haberin ya da görüşün kayıtlarda bulunmasına izin verilmiyordu. Tarihin tamamı bir palimpsestti, gereken sıklıkta kazınıp temizleniyor ve yeniden yazılıyordu. Eylem gerçekleştikten sonra, herhangi bir yanlışın yapıldığına dair hiçbir kanıt bulmak mümkün değildi. Arşiv Dairesi’nin en büyük bölümünde, yani Winston’ın çalıştığı daireden çok daha büyük olan bölümde sadece yenisi çıktığı için imha edilmesi gereken kitapların, gazetelerin ve başka belgelerin tüm kopyalarını arayıp bulmakla görevli kişiler çalışıyordu. Siyasi gruplaşma ve ittifaklardaki değişiklikler ya da Büyük Birader’in ağzından çıkan yanlış kehanetler yüzünden Times’ın belki on kez değiştirilmiş nüshaları dosyalarda ilk tarihleriyle duruyordu ve onlarla çelişebilecek başka tek bir nüsha da yoktu.” (Çev: Bülent O. Doğan, İş Bankası Kültür Yay., İstanbul, 2021, s.42-4)