Google Play Store
App Store

İnci Taneleri dizisinin sloganı gibiydi maç. “Gerçek hayat, hikayelerden esinlenir.” 3’ncü dakikada şen şakrak başlayan bir maçı skor tabelasında felaket tablosu ile bitirdi Beşiktaş. Sezonu da erkenden bitirmiş sayılır.

Gerçek hayat hikâyelerden esinlenir
FOTOĞRAF: AA

Tribünün çok sevdiğim bir sloganı vardır:

Beşiktaş Hayattır. Hayat da Beşiktaş”

Aslında bunu şöyle söylemek de mümkün::

“Futbol Hayattır. Hayat da Futbol”

Tam da bu yüzdendir ki, bu güzelim oyuna sevdalı ve Beşiktaş’a sevdalı pek çok insanın günlük konuşmalarında ve yazılarında hep “futbol analojisi” kullanılır.

Bugün İnönü’ye gelirken, her zamanki gibi o güzelim Ağaçlı Yol’da bir yandan memleketin ve dünyanın halini, bir yandan da Beşiktaş’ın halini düşünüp “Ne de güzel uyuyorlar birbirlerine” dedim.

Beşiktaş, Öğretmenler Günü’nü kutlayan ve öğretmenlerimizin ellerinden öpen bir pankartla çıktı sahaya. Kim katılmaz ki, bu “elleri en çok öpülesi insanlarımız için” dile getirilen bu dileğe.

Dizilişe bakıyoruz.

Neredeyse “ideal” denebilecek bir kadro, eldeki imkanlarla.

Ya da Basın Tribünü’nde maçı birlikte izlediğimiz sevgili kardeşim Mehmet Tezkan’ın yorumuyla “Başka da kim var zaten elinde?..”

Paulista ve Udokhai her ne kadar stoperde güven veren bir ikili oluşturmaya başladıysalar da, yine de rakibin toplu hücumlarında iş bu ikiliyle bitmiyor. Savunma denen şey, çok karmaşık ve akılm isteyen bir örgütlenme istiyor.

Aynı hayatın başka alanlarında olduğu gibi. İyi örgütlenemediğinde, çok kolay gol yiyebiliyorsun. Aynı memleketin başka işlerinde olduğu gibi.

Orta sahada Gedson - Al Musrati ikilisinin topu iyi kullanıp Rafa’ya aktarabilmelerine rakip izin verdiği oranda tehlikeli olabiliyor Beşiktaş. Veremediğinde de sıkıntı yaşıyor. Ama, rakibin de eli kolu armut toplamıyor tabii. Verir mi o fırsatı sana:

Aynı hayatta olduğu gibi.

Ve hayat kimi zaman güzel tesadüfler yaşatabiliyor insana.

Elini çabuk tuttuğunda ve hızlı düşünüp düşünceni hayata geçirebildiğinde.

Nitekim 3’ncü dakikada bunu yaptı Beşiktaş.

Tam da kalesinde acayip bir tehlike yaşamış ve bunu atlatmışken.

Sağdan Rashica’nın hızla kullandığı ortayı Semih penaltı noktası üzerinde adeta penaltı atar gibi  hafif de yatarak şık bir voleyle ağlara yolladığında, güzel bir gün yaşayacağını düşündü tribün.

Semih de öyle.

7 dakika sonra, biraz da şans Beşiktaş’ın yüzüne güldü. Göztepe kalecisi Mateus opu uzaklaştırmaya çalışırken kendi adamına çarptırdı ve Malcolm’a çarpan top 2’nci gol olarak Göztepe ağlarıyla buluştu.

Arkamıza yaslandık ve uzunca bir süre sonra 2 farkla önde oynayacak bir Beşiktaş’ın neler yapabileceğini izlemeye hazırlandık.

Fakat heyhat!

Beşiktaş bu. İzin verir mi? 3 dakika sonra, uzaklaştırılamayan bir topta. Beşiktaş’a 2’nci golü armağan eden Malcolm durumu 2-1 yapıverdi.

Hayat, bazen insana ve toplumlara bir türlü rahat bir nefes aldırmaz ya. Budur durum.

Derken 10 dakikalık bir baskı yedi Beşiktaş. Abuk bir telaş içine girdi. Hep yaptığı gibi.

Ama korkunun ecele faydası yok derler ya.Tam da bu oldu.

20’nci dakikadan sonra Beşiktaş baskıyı tersine çevirse de, hızlı hareket edemediği için ve ısrarla “gereksiz sabırlı bir set oyununda” ısrar ettiği için netice bulamadı.

Derken 32’nci dakikada Göztepe deniz tarafındaki kaleye bir korner kullandı. Net bir kafa vuruşu ile bu kez Taha, durumu 2-2 yaptı.

Maçın başındaki durum ve renk Beşiktaş için beyazdan siyaha doğru dönüyordu.

Hayatın o uğursuz “gri” dönemlerinden birine girdik o dakikada.

İkinci devrede Göztepe baskısını sürdürdü. Öyle ki, Beşiktaş’ı sağlı sollu bunaltmaya başladı.

Giovanni Van Bronckhurst en çok eleştirildiği konuda bu kez farklı tavır aldı. Değişikliklere erken davrandı. Emirhan ve Musrati’yi çıkarıp, oyuna Immobile ve Cher Ndour’u aldı.

Musrati - Gedson uyumunun bu maçta aksadığını erken gördü. Onunda ötesinde, Beşiktaş’ın sezon başında çok iyi yaptığı sonra nedense unuttuğu “Hızlı çıkabilme ve hızlı oyun kurabilme” kapasitesine geri dönmesi gerekiyordu. Buna çare olabilecek miydi?

Hayatın da, futbolunda şaşmaz kuralı.

Sen hızlı çıkamadın mı, sana “hızlı çıkarlar”. Ve çakarlar.

Göztepe kaç kez “çakmanın eşiğine” geliverdi bu dakikalarda.

Sonrasında tahteravallinin dengesi biraz tersine dönse de, 70 - 80 arasında Beşiktaş eline geçen fırsatları cömertçe harcadı. Hem de maçı çok rahat koparabilecek fırsatları.

Hayat da, eline geçirdiklerini değerlendirebilmekten ibaret değil midir?

Ve 82’nci dakikada tam da öyle oldu.

Rafa, İmmobile ve Semih’in harcadıklarını, Göztepe harcamadı ve bir kontratakta Fofana Masuaku ile kıran kırana mücadesini kazanıp, topu karşı karşıya kaldığı Mert’in yanından alt dokmsana takıverdi.

Takamayana takarlar. Çakamayan çakarlar. Atamayana atarlar.

İnönü’de iki maç üst üste 3 yiyordu Beşiktaş.

Ama yemeyi de hakediyordu.

Bukadar ağır oynar ve işi tesadüflere bırakırsan, hiçbir rakip affetmez.

Kasımpaşa da affetmedi.

İzmir’den gelen konuk da.

Golden sonra her ayağına aldığı topta Masuaku’yu yuhalayan taraftar, sorumluluğu sadece neden bu adama yükledi anlayamadım.

90 artı 1’de Göztepe yine kontrataktan yine aynı hattan 4’ncü golü bulduğunda, konuk tribün “Beş beş, beş” diye bağırıyordu.

Galatasaraylı sevgili meslektaşım Nazım Alpman mesaj attı o anda.

“Siz Galatasaray’ı 5 - 0 yenmeyecektiniz. Her şey ondan sonra tersine döndü.”

Vallahi haklıydı.

Beşiktaş’ın artık her yanı aksıyor.

Sezona büyük umutlarla ve şampiyonluğun en büyük adaylarından biri olarak başlayan Beşiktaş’ın düştüğü hal, “acıklı bir senaryo”su olan kötü bir yerli diziyi andırıyor.

Senaristi de, cast’ı da, yönetimi de öyle.

İnci Taneleri dizisinin sloganı gibiydi maç.

“Gerçek hayat, hikayelerden esinlenir”

3’ncü dakikada şen şakrak başlayan bir maçı skor tabelasında felaket tablosu ile bitirdi Beşiktaş.

Sezonu da erkenden bitirmiş sayılır.