Google Play Store
App Store

“Faiz arttı, dolar yükseldi, enflasyon azdı, üretim düştü, sanayi duruyor.” Yeni Şafak gazetesinin manşeti, AKP içinde klikler ve çıkar grupları arasında kuvvetli bir yarılmayı işaret ediyordu. Ülkeyi tek başına aldığı kararlar ve atamalarla yöneten “ekonomist” AKP Genel Başkanı’nın uzmanlığında atanan damattan, bugüne dek koşar adım çöküşe geçen ülke ekonomisinin hali halkın cebinde, ocağında büyük bir yangınla hissediliyor. Bu yangına Mehmet Şimşek tek başına kaç takla atarsa atsın, hangi önlem ve/ya çözümü geliştirirse geliştirsin, yetebilir mi, yetişebilir mi? Bu sorunun yanına, yerine gelmesi muhtemel en yetkin kişinin sihirli değneğinin yeterli olup olmayacağını da ekleyebiliriz. Evet,  ülkenin en önemli gündemi ekonomi olmalı. Ancak gündem, gerek iktidar gerekse muhalefet kanadından sürekli bomboş iç siyasi tartışmalara, kavgalara çekiliyor. AKP, hiç değilse ekonomi politikaları üzerinden birbirini yiyor ve hesaplaşma peşinde. Ama bu durum dahi, muhalif görünümlü gazetecilerin dar alanda paslaşarak attığı mesnetsiz bir taş kadar tartışılmıyor... Birileri her zamanki gibi görevini yapıyor; gazetecilere dedikodular fısıldanıyor, servis ediliyor. Zamanlama manidar!

İktidarın en büyük hedefi şüphesiz İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu. Ekrem İmamoğlu’nun başarılı Belediye Başkanlığı yanında partisi içinde her gün pekişen liderliği AKP kadar başkalarını da rahatsız ediyor olmalı ki siyaset, tarihi bile gündemde olmayan bir erken seçim başlığı altında “Cumhurbaşkanı adayı kim olacak?” sorusuna sıkıştı kaldı. Yerel seçim sonuçlarına da yansıyan bu başarı CHP’yi uzun yıllar sonunda 1. Parti konumuna taşıyan en önemli faktörlerden biriydi. İşte bu başarının ardından memleketin türlü sorununa yönelik kapsayıcı bir program ile halkta karşılık bulan değişim fikrinin altı doldurularak, iktidara aday partinin bu konuda iddiasının kabulü pekiştirilmeli ve hep eksik olan güven yaratılmalıydı. Ne yazık ki bunun yerine bu güven sadece isimlerle, liderlik ve makamlarla yaratılmaya çalışıldı. “İki santrforun” yarıştırıldığı süreçte okların Ekrem İmamoğlu’na dönmesinin hem olumlu hem de olumsuz etkileri olduğunu düşünüyorum. Adaylık tartışmalarına hapsolan söylemlerin iktidarın İstanbul ve İmamoğlu üzerinde aşikâr olan korkusu ve tedirginliğiyle uzundur fırsat kolladığı hamleleri hızlandırdığını ya da kaçınılmaz görmesine sebep olduğunu söyleyebiliriz. Madem siyaset içe dönük ve konumlar üzerinden yapılıyor, o zaman kongre, kurultay, aday tartışmaları bu oyunu bozacak hamlelerle yönetilebilir miydi sorusunu da sormak gerekiyor. Örneğin Ekrem İmamoğlu’na yönelik operasyonun en başında hızla olağanüstü kurultay kararı alınarak Ekrem İmamoğlu’nun Genel Başkan seçilmesi düşünülemez miydi? Bunu 2 Ekim tarihinde önermiştim. Her koşulda Cumhurbaşkanı adaylığı için hem siyasi etkinliği ve yöneticiliğiyle hem halktaki karşılığıyla en güçlü aday Ekrem İmamoğlu’yken ivedilikle hiç başlamaması gereken yarışa ve bu tartışmaya son verilmesi doğru olurdu. Böyle bir hamle operasyonu önleyebilir, hiç değilse geciktirebilirdi. Siyasi yasak gelmesi durumunda yol haritasının ne olacağı sorulduğunda Yargıtay aşamasının işaret edilmesi hatta istinafta onaylanacağı kanısının yüksek sesle dile getirilmesini önemli bir hata olarak değerlendiriyorum. Ekrem başkanın tutuklanması ve her gün derinleşen operasyonun bir parçası olarak “şaibeli kurultay” iddialarıyla oklar bu kez giderek güçlenen CHP’ye döndü. Az önce önerdiğim benzer bir strateji ile yola çıkıldığı ifade edilen olağanüstü kurultay ise içerideki hesaplaşmayı derinleştirdi. Şayet bu hamle seçilmiş tüm PM üyelerini yarıştırmadan bir duruş sergilemek ve mesaj vermek üzere gerçekleştirilseydi bu güne uzanan yarılmanın da önünü alacak güçlü bir birliktelik ve kapsayıcılık Özgür Özel’e pek yakışırdı. Bunun yerine tek sesli bir parti meclisi için çift görünümlü tek liste ile “deliksiz” sonuçlanan kurultay iç tartışmaları dindirmemiş gözüküyor.

En başta söylediğim gibi. Memleket yangın yeri. Açlık, sefalet yanında totaliter rejimin demokrasiyi ortadan kaldıran uygulamaları ve barış görüşmeleriyle süslü yeni Anayasa gündemde. Ama gündem Kemal Kılıçdaroğlu! CHP’nin 1,5 yıldır yeni bir Genel Başkanı var. Ama tutturmuşlar sanki yargının tüm kararları, ülkenin tüm sorunları, ufukta gözükmeyen seçimin adayı ve sonucu Kılıçdaroğlu’nun iki dudağının arasında! Başka bir siyasi çözüm, gündem gelecek konuşulamıyor. Hâlâ aday olmasaydı şöyle olurdu, olsaydı böyle olmazdı, ifade verseydi, gitseydi, gitmeseydi, şunu söyleseydi, şunu yapsaydı… Bitmiyor. O bitse bu kez sadece “kim aday olacak?” sorusu konuşuluyor. Şimdi şu saçmalık üzerinden her makamdan her meslekten insan ciddi ciddi açıklamalar yapıyor. Kemal Kılıçdaroğlu eğer savcılığa gidip “ben kurultayda yolsuzluk yapıldığına şahit olmadım” deseymiş dava kapatılacakmış. Ve o gitmemiş! Peki, bu hukuk ve akıl dışı iddiayı ciddiye alıp gündem yapmak kimin işine yarayacak ona bakmak gerek. Hukuka yansımış saçma sapan yolsuzluk iddialarının sadece Kemal kılıçdaroğlu’nun sözüyle, talebiyle kapanması için önden haber göndermek, pazarlık yapmak, dava sonucuna ilişkin söz vermek hukuki mi, bu mantıklı mı, normal mi? Bu davayı açanlar, onlarca kayyumu keyfi atayan, belediye başkanlarını tutuklayan, aydınları, gazetecileri, muhalifleri uydurma suçlarla yaftalayıp tutuklayanlar değil mi? Neden böyle bir haber göndersinler? Velev ki gönderdiler bu saçmalık ve usulsüzlüğe Kemal bey neden itibar etsin? Velev ki ifadeye gitti, bu iddialar 1200 delegeli kurultayda sadece onun görmediğini söylemesiyle ortadan kalkabilir mi? Neden onu dinlesinler? 28 Şubat komutanları için ricada bulunarak serbest kalmalarını sağlayan Özgür Özel’i dinlediği, hukuku yok sayarak insanlık suçu işlemiş katilleri bir talimatıyla serbest bıraktığı gibi şimdi de Kemal beyi dinleyecekse şahsım hukuku sanırım talep önceliğini kent uzlaşısı tutukluları, belediye başkanları, kayyumlar üzerinden açmak daha anlamı olacaktır!

“Güvenilir kaynaktan” bilgi alıp bu iddiayı ortaya atan kişi “Bu nasıl bir hukuk sistemi ki, savcı KK'nin ifadesine göre siyasi bir karar vereceğini açıklıyor, bu nasıl bir ciddiyetsizlik” diyeceğine iktidarın işine yarayacak ve Chp iç tartışmalarını tetikleyecek şaibe yaratmakta beis görmüyor. Biri bir kuyuya bir taş atıyor kırk kişiye gün doğuyor! Normalleşirken görevdeki yeni Genel Başkanı dinlemeyen neden şimdi öncekini dinlesin? Koca ülkede aklı başında muhakeme, mantık, siyasi okuma yapan kalmadı. Her ahlaksız teklif meşru görülüyor ve normalmiş gibi bu saçmalık üzerinden önceki Genel başkan davayı sonlandırmamakla itham ediliyor. Yetmiyor hakaretler, çirkinliklerle gündem meşgul ediliyor. Sürekli komplo teorileri, günah keçileri, popülizm sloganları, karşılıksız meydan okumalar, asla yapamayacakla kahramanlık taslamalar… Kemal Kılıçdaroğlu üzerinden iftira ve itibarsızlaştırma çabalarıyla CHP içindeki kayyum ve hizip tartışmalarını kışkırtan, derinleştiren, köpürten herkes, bilinçli veya bilinçsiz Erdoğan'ın kurduğu tuzağa düşüyor ve onun ekmeğine yağ sürüyor demektir. Bu işi köpürten sol görünümlü ulusalcılar ve liberaller her zaman olduğu gibi işin özünü kaçırıp kullanışlı zemin sunuyor. Mantık, sağduyu, muhakeme ülkeyi terk etti. Aklımıza mukayyet olmaya çalışmaktan yıldık.

Bu olup biten karşısında iddiayı ortaya atan, inanan kadar bu son derece haksız ithama yanıt veren büyük çoğunluk da aynı hataya düşerek iddianın içeriğini meşru görerek ve meşrulaştırarak “böyle bir şey yok” argümanıyla konuşuyor. Kemal beyin böyle ahlaksızca hedef alınması ve iftiraya maruz kalması çok çirkin ancak bunu söylerken önce gömleği doğru iliklemeyi de ihmal etmemek gerek.

Tüm bunlar olurken iftira, komplo ve vesayet davalarının ardı arkası kesilmiyor. Bu davaları hukuksuzluğu, içeriği konuşmak gerekirken benzer hukuksuzluğu benimsemiş görünen bu yaklaşım çözümsüzlüğü pekiştiriyor. Ekrem İmamoğlu’nun tutukluluğunun öncelikli gündem olmasından doğal bir şey yok. Ancak bu içe dönük siyaset odağını salt buraya yönettiği sürece Ahmet Özer, Rıza Akpolat, Alaaddin Köseler, Emrah Şahan, Mehmet Murat Çalık ve kent uzlaşısı sanığı bürokratları hedef alan süreç yeterince gündem alıyor mu? Genel Başkanlık makamından başlayarak İl Başkanı, İlçe Başkanı, PM üyesi, Milletvekili ve Belediye Başkanı hedef alındığında kişiler değil CHP temsili hedef alınmış olur. Bu nedenle ayrışmalar, fikir ayrılıkları ve görevin devam edip etmediğine bakılmaksızın parti yönetiminin tüm süreçlerde bu kişileri yalnız bırakması düşünülemez. Bugün CHP İstanbul il başkanını, belediye başkanlarını hukuksuzca hedef alanlar benzer davalarda güçlü temsil ve itiraz eksikliğinden güç alıyorlar.

10 yıldır süregelen CHP PM Bildirgesi üzerinden suçlanan 60 PM üyesinin davaları, Canan Kaftancıoğlu’nun devam eden davaları, geçmiş dönem Belediye Başkanlarımızdan Şükrü Genç’in davası sessizleştikçe, yalnızlaştıkça yenilerinin gündemde kalışı da günler ve yıllar sıraya dizilirken benzer akıbete uğrayacaktır. Örneğin; darbe girişimi sonrası Parti Meclisi üyelerine önce ayrı ayrı açılan ve şimdi birleştirilen davada yargılanan doğrudan ana muhalefet partisinin siyasi iradesidir. Bu da CHP’nin eleştiri hakkı, örgütlenme hakkı, temsil hakkı yanı sıra ifade ve düşünce özgürlüğü ihlal edilerek ana muhalefetin susturulması, sindirilmesi ve siyaset alanının kapatılması anlamına gelir. Hal böyleyken bırakın o günden bu güne bu gerçeğin kamuoyuna aktarımını bu dava gün günden unutulmuş kendi kaderinde sürüklenen bir dava haline getirildi.

Son olarak, yerel yönetimleri hedef alarak iktidar yolunu da tıkamayı hedefleyen antidemokratik ve hukuksuz yargılama süreçlerine eşlik eden zulüm ve kasıt da giderek artıyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde dördüncü dalga tutuklamalarla neredeyse gözaltına alınıp tutuklanmayan geride bir tek Saraçhane binası kalmış gibi. Ankara’da insanlık anıtını ablukaya alıp tutuklayanlar binayı da, bahçesindeki ağaçları da tutuklayabilir! Genel Sekreter Yardımcısı Mahir Polat’ın sağlığına yönelik kasıtlı ihmal, İPA Başkanı Buğra Gökçe’nin nikâhına ailesinin katılımına izin verilmemesi, Özel Kalem Müdürü Kadriye Kasapoğlu’nun ortada bir suç bile tanımlanmamışken tek başına büyüttüğü 12 yaşındaki evladının vasisiz bırakılması, tutuklu siyasilere görüş engeli gibi hak ihlalleri ve derin kötülük artarak sürüyor.