Gerçek, ona inandığımızda kurgunun başına gelen şeydir

DİLRUBA AYDIN

Daha önce Bukalemunlar Kitabı (Pegasus, 2009) ve Unutmanın Genel Teorisi’yle (Timaş, 2018) Türkiye okuruyla buluşan ödüllü yazar José Eduardo Agualusa’nın yeni romanı Yaşayanlar ve Diğerleri, Timaş Yayınları etiketiyle raflardaki yerini aldı. Bengi De Sa Matos Paixao’nun incelikli tercümesiyle Türkçeye kazandırılan roman, kendilerini beklenmedik bir anda zorunlu bir izolasyon halinde bulan bir grup yazar etrafında şekilleniyor.

İlk olarak Unutmanın Genel Teorisi’nde karşımıza çıkan eski gazeteci ve yazar Daniel Benchimol ile eşi Moira, Mozambik Adası’nın ilk edebiyat festivalini gerçekleştirmek üzere kolları sıvar. Yedi gün sürecek bu festival için Mozambik’ten, Nijerya’dan, Angola’dan yazarlar ve şairler adada bir araya gelir. Başta her şey güzel, herkes şen şakraktır, ta ki ilk gece kıyı şeridini şiddetli bir fırtına vurana kadar. Adada hava şaşırtıcı şekilde açık olsa da anakarayla bağlantısını sağlayan köprü sislerin ve şimşeklerin ardında görünmez olur. Bu da adalıların ve misafirlerin dünyayla bütün irtibatlarının kesildiği anlamına gelir, ne telefon sinyali vardır ne internet bağlantısı ne de anakaraya ulaşmanın bir yolu. “Hem aşağıdan hem yukarıdan, her tarafı suyla ve ayrıca sessizlik ve yalnızlıkla çevrili” bu yerde mahsur kalırlar.

Agualusa’nın alametifarikası, en yalın ve sarsıcı hakikatlere büyülü gerçekçilik merceğini doğrultarak sunduğu şiirsel perspektif Yaşayanlar ve Diğerleri’nde de mevcut. Yazar gerçeklikle fanteziyi birbirinden ayırdığına inanılan sınırların üzerinde hiç çekinmeden geziniyor, bizleri de ‘gerçek’ kavramını sorgulamaya teşvik ediyor. Yedi gün boyunca takip ettiğimiz karakterler, bu post-apokaliptik dünyada tüm sevdiklerinden uzakta, kendileriyle baş başa kalıyorlar. Tabii bu da zihinlerinin en derinlerinde kalan soruların, en kuytu köşelerde saklanan hayaletlerin hayat bulması anlamına geliyor. İnsanı hem yalnızlaştıran hem de bir diğerine ister istemez yakınlaştıran bu bir haftalık tecrit boyunca, birbirinden eksantrik yazarları daha yakından tanımaya başlıyoruz: Dünyayı değiştirmek için yazan Cornelia, edebiyattan da tarihten de daha kârlı olduğu için saç alım satım işine giren Zivane, kendi sesini bulmaya çalışan ve ‘acıyı yatıştırmak için’ yazdığını söyleyen genç şair Luzia, herkeste biraz delilik olduğunu öne süren, sesinin gücüyle bir fili durdurduğu rivayet edilen Uli...

Bu karakterlerin en nevi şahsına münhasır olanı belki de Agualusa’nın romanlarında her zaman önemli bir yer tutan ‘ulusal kimlik’ meselesine dair öfkesini dik başlı bir mizahla dışa vuran şair Ofélia’dır. Angola’da doğan, Lizbon’da büyüyen ve Rio de Janerio’da yaşayan Ofélia, ‘Nerelisiniz?’ sorusundan hiç hazzetmez ve genellikle güneyden olduğunu söyleyerek lafı değiştirir. Fakat bir gün bir röportaj esnasında memleketi tekrar sorulunca dayanamaz ve tepkisini kendine özgü cümlelerle gösterir: “Ben palmiye ağaçlarındanım -seni kahrolasıca! Angolalı da değilim, Brezilyalı da değilim, Portekizli de değilim! Nerede bir palmiye ağacı varsa oradanım!” Kendisi bu söylediklerinden nefret etse de dünyanın geri kalanı hiç de öyle düşünmemektedir. Öyle ki Brezilyalı yayıncısı bu cümleyi bir tişörte bastırır ve Ofélia, trajikomik şekilde, kitap satışlarından kazandığının çok daha fazlasını insanların çok sevdiği bu tişörtlerden kazanmaya başlar. Ofélia’nın başından geçen bu talihsiz macera, Agualusa’nın muzip, cesur ama bir o kadar da gerçekçi tarzının en belirgin örneklerinden birini sunuyor bizlere.

Uluslararası Dublin Edebiyat Ödülü ve İngiliz PEN Ödülü de dâhil pek çok ödüle layık görülen yazar, romanını tamamladığında takvimler Kasım 2019’u gösteriyordu. Çok değil birkaç ay sonra tüm dünya olarak tecrübe ettiğimiz zorunlu kapanma göz önünde bulundurulduğunda Yaşayanlar ve Diğerleri bugünümüzü anlamlandırmada daha da kıymetli bir hale geliyor.