Google Play Store
App Store

Türkçe rock müziğin önemli temsilcilerinden Aslı Gökyokuş, Işıl Işıl Sahne’nin konuğu oldu. Gökyokuş, “İçinde yaşadığımız toplum hiç huzura eremedi ne yazık ki. Bunlardan bağımsız olarak üretim yapmayı kendime yediremem” dedi.

Gerçeklerden uzak şarkılar yapamam

Işıl Çalışkan

“Tüm Şehir Ağladı”, “Ölüm Kapımı Çalmasa da”, “Kördüğüm” gibi kült şarkılarda imzası bulunan Aslı Gökyokuş, en son yeni single çalışması “Sonbaharda Sevmeye Sözün Var” ile dinleyiciyle buluştu. Sözleri ve müziği Aslı Gökyokuş ve Erdal Yıldırım’a ait olan şarkının düzenlemesi prodüktör Alen Konakoğlu’na emanet. Şarkı, Gökyokuş’un geçtiğimiz yıllarda kurduğu ve kızının adını taşıyan Yaz Müzik etiketiyle müzikseverlerle buluştu. Gökyokuş ile yeni şarkısı vesilesiyle bir araya gelerek müzik serüveninde bir yolculuğa çıktık.

Hayatınızın nasıl bir dönemindesiniz?
Bir yurttaş olarak yaşadığımız ülkede neredeyse hiç kimsenin hayatının iyi bir döneminden geçtiğini duymuyorum, görmüyorum. Her ne kadar küçük anlarla özel hayatlarımızda mutlu olsak da hep o anları bozacak gelişmelerle karşılaşıyoruz. Bütünsel olarak toplu bir depresyonda olduğumuzu düşünüyorum. Ben de öyle hissettiğim bir dönemdeyim.

Son paylaşımlarınızdan birinde “Yaralı bir ülke” diyerek, “Ahlaki siyasi ve vicdani olarak çöken bir toplum” tanımlaması yapıyorsunuz. Böyle hissettiğiniz bir ülkede yaşamak ve hatta bir çocuk yetiştirmek size neler hissettiriyor?
Sadece kendi kızım için de değil gelecek nesiller için çok endişeleniyorum. Çünkü bir insanın devamlı negatif şeylere maruz kaldığında o bireyin sağlıklı bir insan olabileceğini düşünmek pek gerçekçi değil. İllaki aldığınız yaralarla nasır tutarak sertleşmeye başlarsınız ve farklı şekillerde kendinizi, savunma mekanizmasıyla korumaya alırsınız. Bence ileriki nesillerde bunları yaşayacağız. Bizler de şu anda –nasıl olabilirse– tüm olanlardan etkilendiğimiz halde ruh sağlığımızı stabil tutmaya çabalıyoruz zaten. Ama biz nispeten daha farklı çocukluklar yaşadık, bilginin bu kadar filtresiz aktığı çocukluklar yaşamadık. Anne olunca kendi çocukluğuma da gidiyorum ve neyi yanlış neyi doğru yaptığımı değerlendirmeye çalışıyorum. Çocuklarımızı kapalı bir kutuda yetiştirmeye çalışıyoruz, hayatın gerçeklerinden uzak… Kaç yaşına kadar bir çocuğu gerçekten o saf ve mutlu dünyasında tutmak gerekiyor? Ne zaman hayatın bundan ibaret olmadığını göstereceksin? Tehlikeyi fark etmesini herkesin iyi olmadığını görmesini sağlayacağın nokta nerede, nasıl? Bu ikilemi sürekli yaşıyorum açıkçası.

Ben öğretmen bir anne babanın çocuğu olarak nispeten daha bilinçli ebeveynler tarafından yetiştirildim ama ona rağmen onlar bizler kadar çocukların duygusal dünyasına hassas bir nesil değildi. Bizler bu noktada çok daha hassasız. Hangisi daha doğru inan bunu da bilmiyorum. Bu çocuklar günün sonunda her şeye, her habere erişebiliyorlar ve bizim bile bu yaşta kaldıramadığımız şeyleri her an görebildikleri noktada o çocukların psikolojisinin nasıl olabileceğiyle ilgili ciddi endişe taşıyorum elbette.

AHENGİNİ BULAMAMIŞ BİR TOPLUMUZ

Siz toplumsal meselelere duyarlı bir sanatçısınız. Denizlere ve Cumartesi Anneleri’ne şarkılarınız da var. Sizin yeter artık deme şekliniz şarkılarla mı oluyor?
İlk albümü yaptığımda 22 yaşındaydım, çok gençtim ve o zaman bile dünyanın düzenine, adaletsizliğe, ayrımcılığa kendimce tepki gösterdiğim ‘’Siz’’ diye bir şarkı yapmıştım. Sonra da hep tek tük böyle şarkılarım oldu. İçinde yaşadığımız toplum hiç huzura eremedi ne yazık ki. Bizden önce de öyle olmuş bizden sonra da öyle olacak belli ki. Dolayısıyla bunlardan bağımsız olarak üretim yapmayı kendime yediremem. Arada kalmış, kendi içinde gelgitler yaşamış, ahengini bulamamış bir toplumuz biz. Birbirimizle bir türlü tam barışamamışız. Bir taraftan çok sevgi dolu olabilirken diğer taraftan da çok çok öfkeli olan bir toplumda bu gerçeklerin, bu ruh hallerinin hiçbirine dokunmadan üretebilmek çok gerçekçi olmaz diye düşünüyorum.

Yeni şarkınızdan söz etmek isterim. “Ağaçlarda hüzün var/Bulutlarda yüzün var/Sonbaharda sevmeye sözün var” Nasıl duygularla yazıldı?
Sözlerini ve müziğini eşim Erdal Yıldırım’la birlikte ürettik. Her ne kadar nakaratı öyle hissettirse de tam bir aşk şarkısı değil. İnsanın hayat geçerken yaşadıkları ve hayatı anlamlandırması üzerine. Hayat hep sorgulayarak geçiyor. İnsanların emin olamadığı ya da bilmediği, kanıtlayamadığı inançlarla, tercihlerle hayatını baskıladığı yıllarla geçiyor. Yani siz aklınızla, okuduklarınızla, vicdanınızla, sorularınızla kendinizce bir sonuca varıyorsunuz. Evren çok büyük ve biz orada çok minik bir parça dahi değiliz. Ve aslında bunların hiçbirini –aşk da dahil– anlamadan da öleceğiz. Bununla ne kadar barışık olursanız belki de ölümden de daha az korkmaya başlayabilirsiniz. Çünkü hayattaki pek çok kaygının sebebi ölüm. Pek çok sorunun cevabını çözemeden gideceğiz, bazılarını ise çözdüğümüz yanılgısında olacağız. Ama en azından bu sorulara kendimce cevaplar bulma çabasında olmayı seçenlerdenim... Sade bir aşk şarkısı değil bu, içinde aşk da dahil hayatın, insanın kendisini barındırıyor.

Müziği keşfettiğiniz ilk ânı hatırlıyor musunuz?
Öyle bir ilk an zihnimde yok ama kendimi bildim bileli şarkı söylemeye çalışan bir çocuktum ben. Saç fırçalarından, deodorant kutularından mikrofonlar yapıp önce aileme sonra arkadaşlarıma konserler veren küçük bir Aslı vardı. Ne olmak istediğimi aslında çok küçük yaşlardan beri biliyordum.

Şarkı söylemeyi sevmek başka, müzisyen olmaya karar vermek başka bir şey. O süreç nasıldı?
Ben ortaokuldan itibaren hep konservatuar okumak istemiştim. Ama babamın bir engeliyle karşılaştım annem hep destekledi. Üniversitede de garip bir şekilde ben okumayı seçmedim aslında. Amerikan Kültürü ve Edebiyatı mezunuyum. O zamanlar çok rahat bir şekilde konservatuara girebilirdim çünkü dışarıdan eğitimler alıyordum. Ortaokul itibarıyla okul arkadaşlarımla grup kurup müzik yapmaya başlamıştım, şarkı da yazıyordum. Küçük sahnelere de çıkıyorduk ama tabii aslen sahneye çıkmam üniversitede oldu. İlk albümü de hâlâ üniversiteyi okurken çıkarmıştım.

Üniversitede siz neden konservatuar seçmediniz?
Cem Karacalar, Barış Mançolar, Erkin Koraylar’dan sonra rock müzik bizim nesille Türkiye’de başka bir kapıyı açtı. 1990’ların ortalarından itibaren 2000’lerin ortalarına kadar bir sürü çok iyi ismin çıktığı bir dönemden geçtik. O da sonraki genç arkadaşlara da başka kapılar açtı aslına baktığınız zaman. Ben üniversiteye hazırlanırken böyle bir durum yoktu. “Tamam ben müzik yapacağım ama eğer bu işi de yapamazsam aç kalmayayım başka bir mesleğim de olsun” düşüncesiyle Amerikan Kültür ve Edebiyatı okudum.

Hayatınızda müzik olmasaydı nasıl biri olurdunuz?
Zor bir soru bence. Çünkü müziğin olmadığı bir zamanı o kadar hatırlamıyorum ki… Olduğum kişi çok farklı olmazdı bence ama yaşadığım hayat çok farklı olurdu. Ben yine bir şekilde ben olurdum ama hayatım sosyal ortamım vs. elbette ki daha farklı olurdu. Ama bunun cevabı hiç kolay değil. Çünkü gerçekten çok küçük yaşlardan itibaren müzik yapmaya başlamış biriyim. Aksini görmedim. Bazı arkadaşlarımız sonradan müziğe yönelmiş ve çok başarılı olmuş ama ben onlardan biri değilim. Dolayısıyla aksini tecrübe etmedim. Ama ne yapardın diye sorsaydın gazeteci olabilirdim. Belki siyaset bilimi de olabilirdi. Ama bünyem ne kadarını kaldırabilirdi sonra onu hiç bilmiyorum. Veya içmimar da olabilirdim. Çünkü çok büyük bir ilgim var. Yakın arkadaşlarım tarafından sen neden bu işi yapmıyorsun sözünü çok duymuşumdur.