Geçtiğimiz Pazar, Türkiye’nin geleceği için kötü bir karar verildi. Tabii demokrasilerde seçimin sonucu, halkın kararı saygıyla karşılanır. Ancak seçim, baskısı hilesi olmadan adil ve hukuka uygun yapılırsa ve kazananın arkasında “toplumsal meşruiyet” oluşursa… Son 4 gündür ülkenin yarısı, seçimde oynanan oyunları konuşuyor. Dilini bilmeyen hatta yurttaşı olduğu ülkenin nerede olduğuna dair tam bilgi edinmeyen ithal yurttaşların sevinç gösterilerini içleri acıyarak izliyor…

Bunca kaygı ve üzüntü içinde olan “benim gibi Galatasaraylıları mutlu eden şampiyonluk” bile geleceğe dair üzüntümüzü hafifletmiyor… Evet, Cumhuriyet’imizin 100. yılı olan 2023’te Galatasaray hak ederek 23. kez şampiyon oldu. Önce futbolcuları, Okan Buruk ile teknik heyetini ve başta Kulüp Başkanı Dursun Özbek, Erden Timur ve yönetim kurulu üyelerini kutluyorum. Hiç olmazsa bize, dayanışma, kararlılık ve doğru stratejiyle kazanabilmenin yollarını gösterdiler, bir günlük olsa da sevinç ve mutluğu tattırdılar.

***

Bugüne kadar seçim değerlendirmesi yapanlar arasında Prof. Mustafa Durmuş’un 7 sayfalık raporu çok önemli. Katıldığım bu değerlendirmenin özetini paylaşmak istiyorum. Durmuş diyor ki; “Tek başına seçime katılımın yüksekliği seçimlerin adil yapıldığını göstermez. İktidar yanlıları seçimlere katılım oranının yüksekliğini ülkede demokrasinin işlediğini ve yapılan seçimlerin de adil bir biçimde yapıldığını kanıtlamak için kullanıyor. Oysa Türkiye’de 1982 yılında, 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’nin gölgesinde yapılan ve darbeci Kenan Evren’in cumhurbaşkanı seçildiği yeni anayasa oylamasına katılım oranı yaklaşık yüzde 92 idi… 1982’de seçime katılım darbecilerin zoruyla, asker korkusuyla (ayrıca oy kullanmayanlara uygulanan bir para cezası da vardı) yapıldı. Son seçimlerdeki katılımsa bir yandan parti devletinin kendi kitlesini mobilize etme başarısıyla, diğer yandan da toplumun diğer yarısından gelen değişim isteğiyle yüksek oldu. Türkiye’deki demokrasi konusundaki gelişmeleri de takibe almış olan V-Dem Enstitüsü mart ayında yayımlanan ‘Demokrasi Raporu’nda’ yer alan veriler, ‘seçimli otokrasinin’ küresel çapta ne durumda olduğunu ortaya koyarken, devletlerin resmi açıklamalarını değil, asıl olarak ‘özgür ve adil seçimler’, ‘hukukun üstünlüğü’, ‘bilgi edinme hakkı ve örgütlenme özgürlüğü’ ve ‘ifade özgürlüğü’ gibi göstergeler ışığında değerlendirmeler yapar. Bu veriler, son 10 yılda demokratik seçimlerin en fazla aşınmaya uğradığı ya da demokratik seçimlerden en fazla uzaklaşan ülkeler sıralamasında Türkiye’nin ilk 4 ülke arasına girdiğini gösteriyor.

Dahası Türkiye, ‘Demokrasi Endeksi’nin en alttaki grubunu oluşturan, Ruanda, Vietnam, Mısır, El Salvador, Kazakistan, Etiyopya gibi ülkelerin arasında yer alıyor. Hele ki, 21 yıllık iktidarında, özellikle de son yıllarda çok ciddi bir yıpranma yaşayan, tarihimizdeki en büyük depremde resmi olarak 55 bine yakın insanımızın kaybında ciddi sorumluluğu bulunan, üstelik deprem sonrasındaki müdahalelerinde yetersiz kalan ve ülke ekonomisini tarihinin en derin krizlerinden birine sokarak, insanlarını yüksek enflasyon altında ezdiren, onları açlığa yoksulluğa, işsizliğe sürükleyen bir iktidar hala ayakta kalabiliyorsa, burada seçim hileleri dışında başka şeylere de bakmak gerekir. Aslında, demokrasiden uzaklaşmanın, giderek otoriterleşmenin ve gericileşmenin asıl nedenlerinin, son 21 yıldır ülkede hâkim olan ‘neoliberal-neomuhafazakâr/siyasal İslamcı düzen’ ve onun ideolojisi ve uygulamalarıdır. Bu düzenin egemenleri/yönetenleri, bilinçli olarak ülke ekonomisini krize sokarken, insanımızı hem yoksullaştırdılar hem aşırı borca soktular. Amaç halkı AKP’ye, cemaat ve tarikatlara el açar bir hale getirerek onlara olan biatı zorlamaktı. Uygulanan bu politika halkı, süratle demokrasiden, insani değerlerden, özgür düşünceden ve laiklikten uzaklaştırdı. Dahası; Yaşanan derin ekonomik sorunların üzerini örtebilmek için milliyetçiliği ve militarizmi körüklediler, her türden politikleştirilmiş dinci fikirlerle insanımızı kuşattılar. Böylece istedikleri gibi bir kitle tabanı yarattılar. Bilinçli çabanın sonucunda, özellikle ekonomik sıkıntılar yüzünden yaşamından memnun olmayanlar, öfkelerini kendilerini bu duruma sokanlara değil, yanlış bir biçimde değişim isteyen muhalefete yönelttiler. Topluma kabul ettirilmiş, Siyasal İslam’la sarmalanmış bir faşist ideoloji de bu seçimlerde çok etkili oldu. Sosyalistlerin çok zayıf olduğunu, onların dışındaki demokratik muhalefetin yetersiz kaldığını ve stratejik yanlışların yapıldığını da hesaba kattığımızda, seçimlerin neden kaybedildiği aslında ortada. Ancak asıl tehlike ile henüz karşılaşmadık. Zira yapılan balkon konuşması, özellikle de yerel yönetim seçimlerine 9 ay gibi kısa bir süre kala, güç tazelemiş iktidar blokunun daha da sertleşebileceği, ekonomik krizin enkazının altında kalmamak için krizin faturasını emekçilere ve halka yıkacağı, sorgulayanların sesini kısmak adına her türlü baskıyı yapacağı açıktır. Bu nedenle emek, demokrasi ve barış güçleri, bu seçimlerden dersler çıkartarak, ideolojik ve örgütsel yenilenmeyi sağlamalı ve acil ekonomik sorunlarına emekten yana çözümler koymalı, daha da önemlisi, onlara güven verecek bir siyasal ve örgütsel kararlılık sergilemelidir…”

***

Bu raporu sol ve sosyal demokrat olan CHP, dikkatle değerlendirmelidir. Devrimcilik ilkesi ışığında “laik demokratik yönetim” anlayışını yok edenlere karşı daha kararlı ve cesur olmalıdır. Emekçi halkın sömürülmesini engellemeli, refaha ulaşmasının yolu yalın bir dille anlatılmalıdır.