Facebook, Whatsapp ve Instagram kesintisi, artık dünyada elektriğin olmadığı distopik TV dizilerini anımsattı. Bir panik havası… Ve hemen üretilen komplo teorileri… Şirketlerin yaptığı açıklamalara inanmama eğilimi baskındı, mutlaka her şeyin arkasında gizlenen bir sır varmış gibi… Zamanlama da ilginçti, ABD’deki Facebook davası, Pandora belgelerinin ortaya çıkışı… Sadece Türkiye’nin değil, dünyanın da kaygı ve güvensizlikle başı dertte. Ama ilginçtir, sanki geniş yığınlar, bir yandan da bu kaygı ve güvensizliği bilinçdışı bir biçimde arzuluyor gibi…

TEK BAŞINALIK

Sosyal medyayla ilgili yapılan araştırmalar gazetelerde şu şekilde karşılık bulmuştu bir ara: “Amerikalılar tek başına olmaktan korkuyor.” Dün geceki kesinti, böyle bir korkuya neden olmuş muydu? Ama aynı araştırmalar, sosyal medyanın yalnızlık duygusunu da daha çıplak hale getirdiği yönündeydi. İnternet, insanlarda dikkat eksikliğine ve derinleşememeye neden oluyordu, bir yandan tek başınalık korkusunu azaltsa da… Korkuyu azaltmakla, tek başınalığı gidermek farklı şeylerdi...

BAŞARIDAN KORKU

Sanırım, kapitalizm, herhangi bir arzunun tatmin edilemezliğiyle ilgili durumu pek güzel kullanıyor çeşitli biçimlerde. Örneğin sağlıklı yaşam takıntısı olan birini düşünelim, ideal kilosuna ulaşsa bile, sanki ulaşamamışçasına aynı kaygıyla yaşamaya devam eder. Ya da orgazm olmayı çok isteyen biri, aynı zamanda orgazm olacağı sırada orgazm olmaktan korkup dikkatini dağıtır ve başa döner. Rahatlama, hem istediği, hem de korktuğu bir şeydir. Başarılı olmak için çok sıkı çalışan bir öğrencinin sınavda panik yapıp başarısız olmasındaki gibi, gerçekte başarısızlıktan değil başarılı olmaktan korkuyor olabilir kişi. Her zaman illa böyledir, tek nedeni budur denemez elbette, ama başarılı olmaktan, yaratıcılığından, cinsel enerjisinden, ilişki kurmaktan korkabilir kişi, çok arzuluyor olsa da, hatta arzusu ne kadar yüksekse korkusu da o kadar yüksek olabilir.

Kaygı, yaygın olarak bilinenin aksine, sadece bir tatminsizlik hali, kişinin hayatından memnun olmadığında hissettiği bir uyarım değildir; jouissance ile acılı karşılaşmaya dair uyarıda bulunan bir duygu, koruyucu kalkandır da… Kaygı, arzuyu canlı kılmaya devam eder. Örneğin yaptığı doktora yüzünden yoğun kaygılar yaşayan biri, doktorasını bitirdiğinde bir boşluğa düşebilir, sanki arzusunu yitirmiş gibi hissedebilir bir süre. Kapitalizm, Lacan’ın herhangi bir dile çevrilmesi zor olan jouissance kavramının mantığını çözmüş gibidir. Lacan’dan ya da jouissance kavramından haberdar olmayan biri, hayattaki bütün hedeflerine ulaşmış, onu mutlu edeceğini sandığı bütün ‘mal’lara, yatlara, arabalara vs. sahip olmuş birinin yaşadığı boşluğu ve acıyı anlamakta zorlanabilir, ilk yapacağı tespit yaşamın derin anlamına dair bir sorun olduğu yönünde olacaktır.

Dijital ya da biyolojik çeşitli salgınlarla, güvensizliklerle ve kaygılarla kuşatılmış insanlık, artık sadece ‘kendin ol’ vs güdülenmelerle değil, ‘hayatta kalma’ arayışı içinde bugün. Eğer artık herkes kendisini ‘yetersiz’ hissediyorsa ve bugün güvenebileceği herhangi bir otoriteye inanç (bilim, iktidar, devlet, yasalar) kalmadıysa, medya ve sosyal medyada sürekli bir nasihat bombardımanı altında ve tercih yapma kaygısı içinde pürdikkat yaşamak zorunda. Eskiden uykunun sağlık ve güzellik için elzem olduğuna dair nasihatlerde doluyken ortalık, şimdi uyumanın gereksizliğine dair yazı ve çalışmalarla kuşatılan günümüz insanı, öylesine bir kafa karışıklığı içinde ki… Bu kafa karışıklığı aşıda da, iklim kriziyle ilgili tartışmalarda da, her yerde karşımıza çıkıyor. Bu kafa karışıklığı ve kaygı, bir yandan iyiye de işaret; çünkü insanlığın otoritelerden bağımsız bir şekilde gerçeklikle yeniden bağ kurma isteğini de gösteriyor, bunun nasıl olacağını henüz bilemese de…