Gerici rejimin koltuk değnekleri
Laiklik, tam da neoliberalizmle iç içe geçmiş gerici düzenin bu saldırılarına karşı en güçlü siyasal zemin. Çünkü laiklik olmadan kadınların ne eşit yurttaşlık hakkı ne özgürlüğü hakkında söz sahibi olması mümkün.

İlda Alçay SEPETOĞLU
Bir ülke düşünün ki Diyanet İşleri Başkanlığı her hafta verdiği hutbelerde, kadınların yaşam hakkına sistematik olarak saldırıyor. Her hafta, kadınların ne giyeceğini, aile içindeki konumunu, alacağı miras payını, hatta ne zaman doğum yapacağını bile “dini referanslarla” belirlemeye çalışıyor. Bu da yetmiyor boyundan büyük işlere her alanda el atarak türlü siyasi konuda yorumlar yapıyor. Bu bir çeşit yeni normal haline getirilen söylemler, elbette sürdürülemez hale gelen bu düzenin koltuk değnekliği işlevinde.
Kamusal kaynaklarla finanse edilen Diyanet, kadınlar için bir itaat ideolojisinin sistematik taşıyıcısı olarak çalışıyor. Böylece, yalnızca laiklik ilkesinin altını oymakla kalmıyor; kadınların haklarına yönelik kapsamlı bir gerici kuşatmayı da meşrulaştırıyor. AKP iktidarının 23 yıldır her şeyi talan ederek kurduğu gerici rejim politikaları, toplumu dinsel kodlarla yeniden şekillendirirken bu sürecin en ağır bedelini ise yine kadınlar ödüyor.
Türkiye’de kadınlar yıllardır iki büyük yapısal saldırıyla karşı karşıya: Gericilik ve yoksulluk. Bu iki saldırı biçimi yalnızca yan yana değil; birbirini besleyen, güçlendiren patriyarkal düzeni de yeniden üretiyor. Diyanet’in hutbelerinde verilen mesajlarla, sosyal yardımların “aile reisliği” üzerinden erkeğe bağlanması aynı politikanın uzantılarıdır.
AKP’nin özellikle “aile yılı” ilanıyla, “aile” ve “fıtrat” merkezli söylemi, kadını birey olarak değil, ailenin içinde erkeğe tabi bir figür olarak tanımlıyor. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması, nafaka hakkının hedef alınması, karma eğitime yönelik saldırılar ve erken yaşta evliliklerin teşviki gibi uygulamalar, doğrudan bu anlayışın sonucudur.
Kadınlar hem ekonomik bağımlılık ve yoksulluk hem de dinci gericilik içerisinde yaşamaya çalışıyor. Yaşamaya çalışıyor diyorum çünkü bugün kadınların mücadelesi varlık yokluk arasında, bir tür yaşamda kalabilme mücadelesine dönmüş durumda.
EN GÜÇLÜ ZEMİN
Sorunun adını doğru koymak, suyu berraklaştırmak daha kolaylaştırıcı olacaktır; Laiklik, tam da neoliberalizmle iç içe geçmiş gerici düzenin bu saldırılarına karşı en güçlü siyasal zemindir. Çünkü laiklik olmadan kadınların ne eşit yurttaşlık hakkı ne özgürlüğü hakkında söz sahibi olması mümkündür. Toplumun tüm ezilenleri, ötekileri, emekçileri için de hava gibi ekmek gibi gereklidir.
SAĞCILIK YARIŞI
Ancak Türkiye’de uzun zamandır laiklik, kadın mücadelesinin ana gündemlerinden biri olmayı başaramıyor. Bunun etrafında biriken talepler oluşturulamıyor. Elbette bunun kadın hareketleriyle sınırlandırılamayacak, daha geniş politik denklemleri de var. Toplumsal muhalefetin parçalı yapısından tutunda, siyasetin sandık sokak açmazında siyasi iktidarla sıkı sıkıya girilen sağcılık yarışına kadar pek çok neden sayabiliriz. Laiklik konusundaki çekimser tavırlar günün sonunda tüm ilerici birikimi yerle bir etti ve her bir hakkımızdan tek tek geri çekilmeyi beraberinde getirdi.
Şimdi laikliğin ortadan kaldırıldığı, kadınların ikincil pozisyona hapsedilmek istendiği ve toplumsal muhalefetin gözaltı ve tutuklamalarla kontrol altına alınmaya çalışıldığı bir durumdayız. Koca bir ülke tek adamın arka bahçesine dönüştürülmüş durumda. Tartışmamız gereken nokta tam da burada başlıyor; kadınların hak mücadelesinin laikliği kazanacak bir toplumsal mücadeleyle nasıl bütünleşeceği meselesi.
Laikliği kazanacağız diye yola çıkmak, pek çoğumuzun kulağına retorik bir slogan olarak gelse de eşit yurttaşlığın, emeğimizin, haklarımızın, toplumsal dayanışmanın çağrısıdır. Siyasetin toplumsallaşmasının çağrısıdır. Açlığa, yoksulluğa, öğrencilerin, gençlerin, emekçilerin güvencesiz bir geleceğe itirazlarının politikasıdır.
BÜTÜNLÜKLÜ YANIT
Yani yalnızca anayasal bir hakkın savunmasından bahsetmiyoruz. Nasıl bir yaşam istiyoruz? Nasıl bir ülkede yaşamak istiyoruz? sorularının bütünlüklü politikasından bahsediyoruz.
Bu nedenle kadın hareketinin toplumsal yaşamı parçalayan farklılıklar yerine, ortaklaşan talepleri dillendirme konusunda ısrarcı olmaya devam etmesi önemli. Diyanet’in kapatılmasını daha yüksek sesle talep etmek gibi. Diyanet’in kapatılması, kadınlara dayatılan bu itaat rejiminin en temel dayanaklarından birinin ortadan kalkması demektir. Bu talep, sadece sembolik değil; laiklik ısrarıyla, kadınların özgürlük alanını doğrudan genişletecek, bir mücadele başlığı aynı zamanda.
Benzer şekilde, kamu kaynaklarının aktarıldığı tarikat ve cemaatlerin kapatılması; temel haklarımız piyasacılıkla talan edilirken, örneğin eğitimin dincileştirilmesine karşı imam hatiplerin kapatılmasını öncelikli taleplerden yapmak gibi.
Bugün milyonlarca kadın güvencesiz işlerde çalışıyor, ev içinde görünmeyen emeğiyle hayatı omuzluyor, sosyal yardımlarla yaşatılan bir bağımlılık ilişkisine hapsediliyor. Düzen kadınların emeğini sömürmeden ayakta kalamazken, aynı anda onların eşit yurttaşlık hakkını sistemli biçimde tasfiye ediyor. Kadınlar AKP’nin inşa ettiği toplumsal düzenin sessiz taşıyıcılarına dönüştürülmek isteniyor. Laiklik ısrarı yoksulluğa, açlığa karşı en ön barikat olmalıdır. Kadınların hak ve taleplerini yükselttiği her zemin yoksulluk ve gericiliğe karşı en güçlü toplumsal itirazdır zaten.
Bu karanlık dağıtılabilir. Kadın hareketinin bunu aşacak tarihsel bilgisi ve pratiği mevcut. Özellikle son yıllara kadınların sesinin daha gür çıktığı, kadın mücadelesinin toplumsal muhalefeti yükselttiği bir dönemden geçiyoruz.
Kadın hareketi hem laikliği merkeze alan politik hattı büyütmeli hem de bu karanlığı dağıtacak geleceğin birleşik mücadelesini örgütlemelidir.


