Gezi’nin anlamı uzlaşmaz çelişkisinde saklı
Türkiye’nin, ABD emperyalizminin Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde İslamcı bir faşizme dönüştürülmesinde 2010 referandumu en kritik eşiklerden birisi oldu. Yargı başta olmak üzere devletin FETÖ ve AKP ortaklığında ele geçirilmesi ile Türkiye yeni bir döneme girdi.
Gezi Parkı’ndan başlayarak bütün ülkeye yayılan Haziran halk isyanı esas olarak referandum sonrasında hızlanan bu dönüşüme bir itirazdı.
***
Haziran isyanı ÖSYM’nin şifre skandalı sonrasında sokağa dökülen on binlerce gencin; kürtaj yasağı girişimine kadınların direnişleriyle ülkenin her yanında giderek biriken yaygın tepkilerin açtığı kapılardan sokağa döküldü.
Ülkenin tüm sokaklarında gencecik insanların öncülüğünde toplumun çok geniş kesimlerinin direnişi siyasal İslamcı dönüşüme karşı birleşik bir mücadele için büyük bir çağrıydı.
İsyanın sönümlenmesinin sonrasında bu devrimci direniş dinamiklerinin siyasal İslamcı faşizme geçiş sürecine karşı örgütlü bir toplumsal mücadeleye dönüştürülmesi doğrultusundaki en önemli adım kuşkusuz ki birleşik muhalefet hareketi ile başlayarak gelişen Birleşik Haziran Hareketi oldu.
“Ülkemiz emperyalizmin bölge politikalarıyla uyum içinde, mehzepçi faşist bir diktatörlüğü sürükleniyor. AKP iktidarı baskı ve hileyle, sokak çeteleri kurup, devlet şiddetini sonuna kadar kullanarak bu yolda ilerliyor. Bu gidişata dur demek, yarınlarımızı AKP’nin pençesinden kurtarmak için bir araya geliyoruz” çağrısı ile yola çıkan Haziran Hareketi, hile ve her tür zorbalıklara başvurularak; sokak ortasında patlatılan bombalardan, 10 Ekim’e uzanan kanlı katliamlarla dolu bir süreç içinde kora kor bir mücadeleyi örgütleyemeye çalıştı.
Muhalefetin büyük bir bölümünün tüm siyaseti parlamento aritmetiklerinde arayan yanılsamalarıyla birlikte CHP’nin eski genel başkanının hileli başkanlık referandumuna neden itiraz etmediğini “silahlı adamlar vardı” diyerek TV’lerde itiraf ettiği büyük bir teslimiyet içinde ülke tek adam rejimi altında İslamcı bir faşizme dönüştü.
***
Şimdi büyük bir toplumsal-sosyal kriz içinde hızla çözülen siyasal İslamcı rejim tüm çürümüşlüğü ile her tür mafya-çete ve tarikatlarıyla kaldırılması gereken bir hurda yığını olarak ortada duruyor.
Yıkılmaya yüz tutmuş olsa da şimdi muhalefet partilerinin hiçbirinin ağzına almadığı tek adam rejimi ortada duruyor. ABD ve NATO’ya bağımlılık yeminleriyle güç toplamaya çalışarak, uluslararası sermayenin atadığı M. Şimşek’in halkı her gün biraz daha açlığa ve sefalete mahkum eden sömürü politikaları -Ekrem İmamoğlu’ndan övgüler alarak dolu dizgin sürüp gidiyor… Bir elinde tek adam kararnameleriyle eline aldığı seferberlik yetkisine “kuvvetli eylemli bir kalkışmayı” de ekleyen zorbalıkla bir elinde uzlaşma-normalleşme oltasıyla…
Bu olup bitene bakınca sanki böyle zamanlar için yazılmış bir yazıyı hatırlamadan geçemiyor insan. Devrimci Yol, 77’de Ecevit’in izlediği politikalarını değerlendirirken şu soruları soruyordu: “Egemen sınıflarla emekçi halk yığınlarının çıkarlarını uzlaştırmak mümkün olmadığına göre, Ecevit ne yapabilir? Hayatla ölümü, özgürlük talebiyle zulüm ve baskıyı, insanca yaşam özlemiyle daha çok sömürme hırsını uzlaştırmak mümkün mü?”
11 yıl sonra şimdi Gezi ne anlam ifade ediyor diye soracak olursak cevabı tam da bu bir avuç haraminin, her gün ortalığa saçılan cinayetlerinin, uyuşturucu şebekelerinin, kirli tarikatlarının üzerinde yükselen siyasal İslamcı faşizmle halkın insanca yaşam ve özgürlük talebi arasındaki bu uzlaşmaz çelişkide saklı…
Gezi’nin güzel çocuklarına, Ali İsmail’lere, Berkin’lere selamla mücadeleye devam…