Google Play Store
App Store

“Görevden affını isteyen ve görevden af talebi kabul edilen Fahrettin Koca’dan boşalan Sağlık Bakanlığına Kemal Memişoğlu … Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 104üncü ve 106ncı maddeleri gereğince atanmıştır.”

Resmi Gazete’de yayınlanan hepi topu bir cümlelik bir atama kararı.

Fahrettin Koca ne olmuş da görevden affını istemiş? Pandemi döneminde yüz binlerce insan ölü kuş sürüleri gibi toprağa düşerken başarılıymış da şimdi mi başarısız olmuş? O yoğun salgın günlerinde bile yorulmamışken şimdi mi yorulmuş? Ortada bir yolsuzluk, usulsüzlük filan mı var? Ya da ne?

Hiçbirinin cevabı yok. Kamuoyunu aydınlatma konusunda herhangi bir ihtiyaç da, görevden affını kendisinin istediğine inanan da yok. Belli ki Saray böyle buyurmuş. “Ben atadım, ben aldım. Keyif benim, kime ne?”

∗∗∗

Peki biz nasıl hatırlayacağız Fahrettin Koca’yı?

Şüphesiz her şeyden önce COVID-19 pandemisi günlerindeki icraatlarıyla akıllarda kalacak.

Aslında başlangıçta ne kadar da pozitif bir imaj çizmişti. Dünya Sağlık Örgütü salgını duyurduğunda hızla bir Bilim Kurulu oluşturmuş, rehberler hazırlatmış, pandemiye karşı ciddi önlemler aldığı izlenimi yaratmıştı.

Salgın bir kasırga gibi vurduğunda bile bu imajı devam etmişti. Her akşam elinde turkuaz bir tabloyla kameraların karşısına geçiyor; günlük vaka sayıları, ölüm sayıları, yapılan test sayıları, pozitif çıkan test sayıları, yoğun bakımda yatanlar filan, tek tek açıklıyordu.

AKP’li diğer siyasetçilerden farklı bir portre çiziyor, basın mensuplarının sorularına cevap bile veriyordu!

Salgının başlarında üç, beş maskeyi dağıtamaması bile bozmuyordu imajını. O kadar ki muhalefet dahi sempatiyle yaklaşıyor, Bakanın her şeye rağmen elinden geleni yaptığına inanıyordu.

Sonra giderek imajı bozuldu. Hele de 10 Aralık 2020’de toplam vaka sayısına 1 milyon 190 bin kişi birden ekleyince güvenilirliğini hepten kaybetti. O her gece elinde tuttuğu turkuaz tablodaki rakamların “Koca” bir yalan olduğu; aslında “salgın”ı değil “algı”yı yönettiği ortaya çıktı. Neticede Fahrettin Koca ve ekibinin kötü yönetiminde ne yazık ki 300 bin insanımız hayatını kaybetti.

∗∗∗

Fahrettin Koca’nın bir diğer öne çıkan özelliği de kendinden önceki Sağlık Bakanlarından Mehmet Müezzinoğlu gibi özel hastane patronu olmasıydı. Muhtemelen Amerika gibi vahşi kapitalist bir ülkede bile pek rastlanmayacak, kabul edilmeyecek bir durumdu. Üstelik de söz konusu olan Medipol grubu gibi nedense AKP iktidarında hep devletin mallarına konarak büyüyen bir hastane grubuydu. Kendisi Bakan olduktan sonra hastaneyle ilişkisini kestiğini söylüyordu ama özel hastane patronlarının üye olabildiği Özel Hastaneler ve Sağlık Kuruluşları Derneği OHSAD ile ilişkisini hiç kesmemişti. Zaten halen de Mehmet Ali Aydınlar, Mehmet Müezzinoğlu, Azmi Ofluoğlu ve Muharrem Usta’yla birlikte OHSAD’ın Yüksek İstişare Kurulu üyeliğini sürdürüyordu.

Gerisi herkesin malumu.

Hekime yönelik şiddet, hekim göçü, haftalarca uğraşılıp alınamayan randevular, beş dakikaya inen muayene süreleri, nüfusun iki katı acil başvuruları, depremde enkaz altında kalan sağlık sistemi, Bakan’ın görevi devrederken yirmi beş yıllık yükü 322 milyar avro düzeyinden 27,5 milyar avro düzeyine indirdiğini açıkladığı şehir hastaneleri, kendisinin bile sahip çıkmadığı “Aile Hekimliği Türkiye Modeli”, bizatihi kendisinin başarısızlığını kabul ettiği “performans sistemi”.

Bütün bunları saydım ama Fahrettin Koca’nın hakkını da yemeyeyim. Birinci olarak, kendisi zaten daha önceki AKP’li Sağlık Bakanlarından enkaz devralmıştı. İkinci olarak, biz kameralar karşısında Sağlık Bakanlarını görüyoruz ama Türkiye’nin sağlık politikaları artık Bakanlıkta değil Saray’da belirleniyor.

O yüzden de Fahrettin Koca’nın istese de elinden gelen pek bir şey yoktu. Belki kişisel olarak neden daha önce istifa etmediği sorulabilir kendisine.

Benim bir eleştirim de TTB ile ilişki kurmaktan, görüşmekten ısrarla kaçınmasına. Saray’ın talimatı mıydı, kendi öz güven eksikliği miydi, bilmiyorum ama TTB’yle o kadar karşı karşıya gelen Recep Akdağ bile böyle yapmamıştı.

∗∗∗

Fahrettin Koca’nın yerine atanan Kemal Memişoğlu’yla doksanlı yıllardan SSK Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nden tanışırız. Ben acil servis pratisyeni olarak çalışırken aynı hastanede genel cerrahi ihtisası yapmıştı. Birlikte cerrahi kapı nöbetleri tutardık.

Kendisi aslında politikayla yakından ilgili bir ailedendir. Babası Fehmi Memişoğlu 12 Eylül’de askerlerin kurdurduğu Milliyetçi Demokrasi Partisi’nde Rize, dedesi Mehmet Necati Memişoğlu da Birinci Meclis’te Lazistan milletvekilliği yapmıştı.

Kendisiyle birlikte İstanbul Tabip Odası Hastane Temsilciliği de yapmıştık o yıllarda. Sağlık politikaları için Saray’ın talimatlarının dışına çıkabilmesi mümkün değil ama belki TTB’yle diyalog konusunda selefinden daha öz güvenli bir tutum sergileyebilir.