Gidenlerin ardından özlemler ve acılar arkeolojisi: Kör Noktada
Emine UÇAR İLBUĞA
Ayşe Polat sinemasını iki dönemde almak mümkün. İlk dönem filmlerinde göçmenleri merkezine alan Polat, göçmenlerin uyum süreçleri, gençlerin kimliklenme, büyüme sancıları, farklı oryantasyon süreçleri gibi, cinsiyet rolleri ve gündelik yaşamda var olma stratejilerini tartışmaya açmıştır. Öğrencilik döneminde çektiği Entfremdet, Fremdennacht (1992), Ein Fest für Beyhan (1994), Gräfin Sophia Hatun (1997) gibi kısa filmleriyle birçok festivalden ödüller alan Polat, ilk uzun filmi Yurtdışı Turnesi’ni 1999’da çekti. Türk kökenli travesti bir sanatçı ile ölen arkadaşının 11 yaşındaki kızının birlikte mücadelesini konu edindiği filmle Ankara Film Festivali’nde umut vaat eden yönetmen ödülünü aldı. İkinci uzun filmi En Garde (2004) yaşama tutunmaya çalışan, mülteci Berivan ile annesi tarafından Katolik Kız Yurduna bırakılmış 16 yaşındaki Alice’in hikâyesini perdeye aktardı ve bu filmiyle Fatih Akın’dan sonra ulusötesi sinema alanında kariyerini daha da pekiştirdi. Sinemaya verdiği dört yıllık aradan sonra Almanya’da loto kazanan Türk göçmen bir ailenin trajikomik yaşamını konu edindiği Luks Glück (2010) adlı filmi çekti. İkinci dönem sinemasında ise Türkiye’nin toplumsal tarihi ve travmaları filmlerin ana konusu oldu.
2013 yılında Berlin’den Kars’a gelen bir yazarın hikâyesi olan Mirasçı (2013) ve Van’da Ermenileri merkezine aldığı Ötekiler (2016) filmlerinde bir bakıma göçe neden olan koşulların arka yüzünü göstermek ve geçmişle yüzleşmek daha bir öne çıktı. Son iki belgesel filmin devamı olabilecek son filmi Kör Noktada (Im Toten Winkel) ise ’90’ların Türkiye’sini merkeze alıyor ve yönetmen o dönem gözaltında kayıpları, işkenceleri, devlet içinde devleti farklı bakış açılarından sunmayı tercih ediyor böylece hem failler hem mağdurların hikâyelerini iç içe geçirerek, faillerin de bir gün o sistemin mağduru olabileceğini gösteriyor. Ayşe Polat’ın yönetmenliği yanında senaryo ve ortak yapımcılığını da üstlendiği Kör Noktada 34. Ankara Film Festivali’nde En İyi Yönetmen, En İyi Erkek Oyuncu, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu, En İyi Görüntü, En İyi Sanat Yönetmenliği, En iyi Kurgu ve Onat Kutlar Senaryo olmak üzere toplam yedi ödül aldı. 2024 Alman Film Ödülleri’nde ise En İyi Yönetmen ve En İyi Senaryo dallarında Altın Lola ödülünün sahibi oldu.
Bugünlerde Mubi’de gösterimde olan Kör Noktada yakın tarihimizden bir dönemi sorunsallaştırsa da doğrusal bir anlatıdan uzak, iç içe geçmiş hikâyeleri ve çoklu bakış açıları ile anlaşılması hiç de kolay değil. Cep telefon videoları, belgesel film görüntüleri ve güvenlik kamerası kayıtları ile çoklu medya araçlarını kullanan Polat flu görüntüler ve devingen kamera ile politik gerilim türünde bir film ortaya koymuş ve bu çoklu anlatı stili ile günümüz kaotik koşullarına uyan bir dili benimsemiş. Ancak filmi anlamak için çok uzağa gitmek gerekmiyor, her hafta sonu Galatasaray Lisesi önünde oğullarını, kızlarını, eşlerini, kardeşlerini kaybetmiş ve yıllarca dönebilecekleri umudunu yeşertmeye devam eden Cumartesi Annelerinin hikâyelerine, mücadelelerine bakmak yetiyor.
Kör Noktada üç bölümden oluşuyor. Birinci bölümde belgesel bir film projesi için Kars’a gelen film ekibi aynı zamanda insan hakları aktivisti olan Avukat Eyüp (Aziz Çapkurt) aracılığı ile 1990’larda gözaltında kaybedilen Musa’nın (Baran) annesi Hatice (Tudan Ürper) ile röportaj yapmak istemektedirler. Ne var ki Türk Gizli Servisi tarafından takip edilen ve ekibin de güvenliğini tehlikeye atmak istemeyen Eyüp film ekibi ile ayaküstü bir araya gelir ve onlara yardımcı olması için çevirmen Leyla’yı önerir. Türkiye’de hâlâ kayıpların izinin sürülmesi bir sorundur ve Eyüp de 12 yaşında iken köyünden alınan ve bir daha dönemeyen Musa ile aynı kaderi paylaşır, gözaltında kaybedilir. Kameraman Christian (Maximilian Hemmersdorfer), yönetmen Simone (Katja Bürkle) ve çevirmen Leyla (Aybi Era) röportaj için Hatice’nin yaşadığı köye gelirler. Hatice 25 yıl önce gözaltına alınan ve bir daha kendisinden haber alınamayan oğlunun ardından yas tutar ama öte yandan her hafta oğlunun en sevdiği çorbayı yaparak, köylüye dağıtır ve onun geri döneceğine ilişkin umudunu yeşertmeye, dolayısıyla unutmaya karşı hatırlamayı diri tutmaya devam eder.
Filmin ikinci bölümünde derin devlet adına Eyüp ve film ekibini takip eden gizli servis üyesi Zafer’in (Ahmet Varlı) iç dünyası, ailesi ve Eyüp’ün kaçırılarak öldürülmesinin hikâyesi hem gizli kameralar hem belgesel görüntüler hem de Zafer’in cep telefonunda çektiği görüntüler ile faillerin dünyasına evrilir. Zafer ve eşinin çevreye uyum sorunu yaşayan kızları Melek (Çağla Yurga) için özel eğitim desteği aldıkları komşuları Leyla aynı zamanda Alman film ekibi ve Eyüp ile birliktedir ve Leyla ile tanışıklığı nedeniyle Zafer de sıkı kontrolcü o sistemin hedefi haline gelir. Zafer görev ânında, evde, sokakta kimlerle ne yaptığına ilişkin görüntüleri WhatsApp üzerinden aldıkça kontrolünü kaybeder, o da telefonu ile gizli çekimler yapar ve bu çekimler karşılığında Almanya’ya iltica edebilmek adına Alman ekipten yardım ister.
Filmin üçüncü bölümünde film ekibinin güvenliği, çekimlerin durması, Zafer’in evinde bir akşam yemeğinde bir araya gelen gizli servis üyeleri arasındaki kırılma ve gizli servisin eylemleri öne çıkıyor.
Yönetmen Ayşe Polat filmde sıkça zaman atlamalarına yer veriyor, çoklu perspektiften olayları göstermeyi seçiyor, aynı sahnelerin öncesi ve sonrası üzerinden tekrarlara yer veriyor. Zafer’in kızı Melek’in olaylar hakkında bilgisi, geleceğe ilişkin öngörüleri aracılığı ile Polat anlatıdaki boşlukları ustalıkla doldurmayı başarıyor. Böylece derin devlet tarafından kaçırılan, hapsedilen, gözaltında kaybedilen insanların hikâyelerini, o döneme ilişkin travmaları, sıkı kontrole maruz bırakılıp, baskı altına alınarak yaşamlarının nasıl altüst edildiğini görünür kılıyor. Öte yandan filme hâkim olan gerilim ve paranoya atmosferi belge görüntüler, iç ve dış mekânlarda gözetleme, suçlama ve takip ile Zafer’in sürekli izleyenden, sürekli izlenene dönüşmesinin ağırlığını hissettiriyor. Kör Noktada aynı zamanda gidenlerin, kaybedilenlerin ardından bir özlemler arkeolojisi, zamansal algının değişimi, geçmişte yaşanan travmalarla şimdiki zamana geçişi engelliyor. Polat’ın kamerası flu, kaygan, hareketli, ara ara netleşen görüntüleriyle Hatice’nin geçmişe ilişkin bellek yolculuğuna eşlik ediyor, biz izleyiciler de faili meçhullerin hikâyelerine, geride bıraktıkları acılara ve Cumartesi Annelerinin mücadelesine sessizce ortak oluyoruz:
Hatice’nin kayıp oğlunun iki ismi var: “Evde Baran, dışarda Musa ve 26 yıl önce de olsa bir ömür gibi geliyor, başka bir hayat gibi. Oğlunun nasıl gittiğini bazen hatırlıyor. Eğer ne olacağını bilseydi, ona son kez sarılır, kokusunu içine çekerdi.”
Alman yönetmen Simone de Hatice’nin anlatıları üzerinde kendi içinde eleştirel bir tartışmaya giriyor ve zamansal algıdaki değişimlere odaklanıyor: “Travmanın insanı geçmişe hapsettiğini söylerler, bu şimdiki zamanın olmadığı anlamına gelir. Geçmişe müdahale edilememe, geri dönemeyeceğini bilememe ve o anki süreci bilinçte açık tutma çabaları, bugünün mücadelesini tetikleyen acılar, pişmanlıklar değil mi?”
Sonuç olarak filmin ilk bölümü; gözaltında kaybedilen Musa’nın annesinin belleğinin izinden ’90’lı yıllara, politik cinayetlere, gözaltında kayıplara şimdiki zamandan geriye bir yolculuğu içeriyor. Ancak bu yolculuk hiç de kolay değil, pişmanlıklar, özlemler gibi yoğun duyguların hâkim olduğu, kaybedilen bir oğulun ardından geçmişi yeniden anlamak ve o zamana müdahale edebilmek arzusu üzerinden ilerliyor. İkinci bölümde derin devletin hâlâ cinayetlere devam ettiğini ama kendi içinde, gözetleme, yok etme, güvensizlik, tekinsizlik gibi, devlet içinde derin devletin işleyişini, mikro ölçekte şimdiki zaman üzerinden hem kahramanın hem gözetenin bakışıyla sunuyor. Bu süreçte kendileri için çalışan ama kendilerinden olmadığını düşündükleri, arkadaşlarını takip eden, o görünmez olan tehlikeyi ise sadece evin küçük kızı Melek görebiliyor. Wim Wenders’in Berlin Üzerinde Gökyüzü filminde olduğu gibi Kör Noktada filminde de kız çocuğu meleklere özgü yeteneği ile olayları görüyor, duyuyor.
*Prof. Dr.
1 Susan Sontag, Ben Vesaire, çev. Gökçin Taşkın, Can Yay., 2015