Google Play Store
App Store

Almanya’nın entegrasyon politikaları, göçmenlerin topluma uyum sağlamasını hedeflerken, bunun şartlarını egemen kültürün normları belirler. Göçmenlerin eğitimde karşılaştıkları yapısal engellerle toplumsal hareketlilikleri de sınırlanıyor.

Göçmenler eğitim siteminde yutuluyor
Fotoğraf: Depo Photos

Zafer TAŞKIN

Almanya, ikinci paylaşım savaşından sonra yeniden inşa süreci ve artan ekonomik gücü sebebiyle Avrupa’da göçmen nüfusun çekim merkezi oldu. Bu durum günümüze kadar 2015 yılına kadar kontrollü şekilde devam etti. Özellikle 2015 yılında yaşanan mülteci krizi, Almanya’yı hem göçmen politikalarında hem de eğitim sisteminde yeni sorunlarla karşı karşıya bıraktı. Bu bağlamda, göçmenlerin Almanya’daki sosyal ve ekonomik entegrasyonu AfD gibi faşizan partinin basıncıyla kritik bir süreç haline geldi.

1950’li yıllarda Batı Almanya, savaş sonrası yeniden inşa sürecinde büyük bir işgücü ihtiyacıyla karşılaştı. Türkiye, Yunanistan, İtalya ve daha sonra Fas ve Tunus gibi ülkelerle imzalanan anlaşmalar sonucu “Gastarbeiter” (misafir işçi) politikası başlatıldı. Bu politikayla Almanya’ya gelen işçiler, genellikle niteliksiz ve düşük ücretli işlerde çalıştırıldılar. Bu durum, sermayenin ucuz işgücü ihtiyacını karşılarken, göçmenlerin kalıcı yurttaşlığa geçmeleri önlenmeye çalışıldı.

Bu işçiler, zamanla aile birleşimi yoluyla Almanya’ya yerleşti ve kalıcı hale geldi. Ancak bu kalıcılık, eğitim, konut ve sağlık hizmetlerinde eşit erişim anlamına gelmedi. Göçmenler, yapısal olarak toplumun alt sınıflarında tutuldu.

Ancak 2000’lerden itibaren AB içi serbest dolaşım, göçmen politikalarında yeni bir evre başlattı. Polonya, Romanya gibi ülkelerden gelen işçiler, Almanya’nın iş gücü ihtiyacını karşıladı. 2015’teki mülteci krizleri ile birlikte yeni bir göçmen dalgasıyla karşılaştı. Özellikle Suriyeli, Afganistan vb ülkelerden mültecilerin gelişi, entegrasyon politikalarının yeniden şekillenmesine neden oldu. Bu politikalar çoğunlukla kültürel asimilasyon ve ekonomik entegrasyon odaklı olup, sosyal eşitsizlikler ve ayrımcılık sorunlarını yeterince çözmedi.

EĞİTİM VE SINIFSAL AYRIŞMA

Almanya’nın üç kademeli eğitim sistemi (Gymnasium: Lise/üniversite hazırlık; Realschule: orta seviyede mesleki eğitim; Hauptschule: daha düşük seviyede mesleki eğitim), öğrencileri erken yaşta akademik başarıya göre ayrıştırır. Göçmen kökenli öğrenciler, istatistiksel olarak çoğunlukla Hauptschule veya Realschule’ye yönlendirilirken, Gymnasium’a kabul oranları düşüktür. Bu ayrım, öğrencilerin ilerideki mesleki ve sosyal konumlarını belirler. Hauptschule gibi düşük nitelikli okullara yönlendirilen çocuklar, eğitim ve kariyer imkânlarından mahrum kalmaktadırlar.

OECD PISA (2022) sonuçlarına göre Almanya’da göçmen kökenli öğrenciler, okuryazarlık ve matematik alanında hâlâ yerli öğrencilerin gerisindedir. Bu başarısızlık, çoğu zaman bireysel eksikliklere atfedilse de, asıl neden sosyal sermaye eksikliği, dil bariyerleri ve ayrımcı yönlendirme pratikleridir.

ENTEGRASYONUN KÜLTÜREL İKİLEMİ

Almanya’nın entegrasyon politikaları, göçmenlerden Alman toplumuna uyum sağlamasını hedeflerken, bu uyumun şeklini ve şartlarını egemen kültürün normları belirler. Entegrasyon kavramı özünden koparılarak “uyum” kavramı etrafında şekillenir. Göçmenlerin Almanca konuşmaları, Alman değerlerine saygı göstermeleri ve kültürel normlara adapte olmaları ile tarif edilir. Gramsci’nin hegemonya kuramı bağlamında bakıldığında, entegrasyon söylemi kültürel üstünlük üzerinden bir ideolojik tahakküm kurarak egemen sınıfın değerlerinin göçmenler tarafından içselleştirilmesi ve kabul görmesi hedeflenmektedir. Sistemdeki eşitsizlikler “uyum eksikliği” gibi bireysel nedenlerle açıklanarak, göçmenler suçlanır ve kurumsal yapılardan kaynaklı tartışmaları bastırılarak meselenin ekonomik eşitsizlik boyutları göz ardı edilir.

Anca bu süreçte çoğunlukla, göçmen toplumunun farklılıklarını bir zenginlik değil “uyum sorunu” olarak adlandırılır ve sık sık “öteki” kategorisinde tanımlandırılır.

2015 mülteci krizi sonrası getirilen entegrasyon kursları, Almanca dil eğitimi ve temel vatandaşlık bilgisi sunarken, aslında göçmenlerin iş gücüne ve topluma uyum sağlamasını teşvik eden ideolojik araçlar olarak işlev görür.

Kurslarda verilen içerik, göçmenlere yalnızca dil öğretmekle kalmaz; Alman değerleri, hukuk sistemi ve sosyal normlar da aktarılır. Bu durum, göçmenlerin sisteme uyum göstermesi ve onun yeniden üretiminde yer almaları anlamına gelir. Ancak kursların içeriği, göçmenlerin ekonomik ve sosyal sorunlarına çözüm sunmakta yetersiz kalır. Bu kurslar, göçmenlerin sermaye sahiplerinin çıkarları doğrultusunda üretim süreçlerine entegrasyonunu kolaylaştırır. göçmen topluluğu bu çerçevede sermayenin bir yeniden üretim aracıdır; buradan da anlaşıldığı üzere göçmenlerin siyasal ve ekonomik anlamda sistem dışına itilmesi, işgücü piyasasında ucuz emeğin sürekliliğini sağlar.

ÖRGÜTLENME VE ALTERNATİFLER

Göçmen kökenli topluluklar, eşitsizliklere karşı çeşitli direniş ve dayanışma pratikleri geliştirmiştir. Özellikle sendikalaşma, öğrenci inisiyatifleri, kültürel dayanışma dernekleri ve mahalle örgütlenmeleri, eğitim ve işgücündeki yapısal ayrımcılığa karşı mücadele alanları sunmaktadır.

Ayrıca alternatif eğitim girişimleri, göçmen çocuklarının akademik başarılarını destekleyen etkili araçlara dönüşmektedir. Bunlar arasında hafta sonu destek kursları, ana dilde eğitim kulüpleri ve göçmen mentor programları sayılabilir.

Almanya’daki göçmen politikaları ve eğitim sistemi, Marksist analizle değerlendirildiğinde, kapitalist üretim ilişkilerinin yeniden üretiminde kilit roller oynayan sınıfsal ayrışmayı sürdüren ideolojik aygıtlardır. Göçmenler, işgücünün ucuz ve esnek parçası olarak sistem içinde sınıfsal konumlarını pekiştirmekte, eğitimde karşılaştıkları yapısal engellerle toplumsal hareketlilikleri sınırlandırılmaktadır.

Daha adil ve kapsayıcı bir sistem için kültürel entegrasyonun ötesine geçmek için; ekonomik adaletin sağlanması, ayrımcılıkla etkin mücadele ve eşit haklara dayalı bir sistem  anlayışı için geldiği toplumun devrimcileriyle de dayanışmayı reddetmeyen, yeni ülkelerindeki sınıf kardeşleriyle bir yol yaratacak Sol Sosyalist bir harekete ihtiyaç var. Gerçek anlamda eşitlikçi bir toplum, sadece entegrasyon politikalarıyla değil; kapitalist sistemin sınıfsal eşitsizlikleri ortadan kaldıran bir dönüşüm süreciyle mümkündür.