Göremedim, duyamadım, bilmiyorum!
Bilimkurgu ve yapay zekâ temalı kitaplarıyla okuru her seferinde hem şaşırtan hem de düşündürten Luigi Ballerini, son romanındaki psikolojik çözümlemeleriyle, okuru bu sefer içsel bir sorgulamayla baş başa bırakıyor.
Elif ERDAĞI
Çocuğunuz ders çalışmak istemiyor mu, yaramazlık mı yapıyor veya en basiti… Size “itaat” etmiyor mu? Çözümü oldukça basit! Telefona gir, uygulamayı aç ve ta tamm! Artık istediğin duyu, istediğin gibi kontrol altında!
Kulağa ilk başta oldukça ütopik gelen bu senaryo; psikanalizin, empatinin, heyecanın ve elbette bilimkurgunun havada uçuştuğu, Luigi Ballerini’nin ON8 Kitap’tan çıkan yeni romanı Bloke 5 (Türkçesi: Tülin Sadıkoğlu) evreninde oldukça normal! Peki, insanın kendisine ve hayatına dair arzularının olmadığı distopik bir kurguyla yaratılan Bloke 5’te bizleri neler bekliyor?
Romanın ana kahramanı Mathias, son derece disiplinli ve otoriter bir ailenin, “disiplinsiz” ve “öfkeli” çocuğu. Ancak bu disiplinsizliği ve öfkesinin elbette bir sonucu olacak: Ödevlerini yapmadığı için dokunma, ailesine karşı geldiği için tatma gibi duyularını, Duyuhareket adı verilen sistemin geliştirdiği uygulama sayesinde “geçici” süreyle engellenmesi gibi… “Son yapılan bilimsel bir araştırmaya göre, nöral implantın yalnızca varlığı bile, çocuğunun komutlara uymama olasılığını yüzde 92 azaltmaktadır. Duyuhareket yalnızca tedavi etmez, aynı zamanda önler.”
Zevklerin, tercihlerin, en basit olarak duyuların, ebeveynlerin istediği zamanda, istediği yerde elinden alınması her “birey” gibi Mathias’ı da rahatsız eder ancak elinden tam olarak gelen hiçbir şey yoktur… Ta ki kendisine gelen gizli mesaja kadar. “Mathias, sen bir Blokeli’sin. Tüm Blokeliler gibi, sen de bir sorun; toplumun kurallarına göre oynamayan, geleceğini düşünmeyen bir dışlanmış olarak görülüyorsun.” Kendisine bir çıkış kapısı, sisteme ve otoriteye karşı mücadele edebileceği bir ışık huzmesi bulduğunu düşünen Mathias’ın, tanımadığı bir grup insandan ve güvenden başka kaybedecek bir şeyi yoktur. Bir de elbette duyularından…
Ebeveynlerin, çocukları üzerindeki baskısı, elbette hepimizin içinden geçtiği, belki de hâlâ içinde olduğu bir durum şüphesiz. Ancak iş, devlet tarafından desteklenen bir proje haline geldiğinde özellikle de “Duyularımızı bizden alıp, bunu bir eğitim metodu olarak” kullandıklarında işin rengi elbette değişiklik gösteriyor. Doğrunun ve görecelilik denilen kavramın varlığını sorguladığımız, atılan her adımın otorite karşısındaki “özgürlük” merdivenine gitmediğini kanıtlamaya çalıştığımız, birey olarak kendi bedenimiz hakkında söz sahibi olmak için çaba gösterdiğimiz romanda akıllara elbette şu soruyu getirtiyor yazar: Ne kadar özgürüz?
“Çocuğun seni endişelendiriyor ya da umutsuzluğa düşürüyorsa, işi bize bırak. Çocuğunu tekrar doğru yola sokup, onu tam olarak istediğin şekilde sana teslim edeceğiz.”
Romanda “sözde” eğitim modeli olarak tanıtılan blokaj sistemi ve verim aldığını düşünen ailelerin karşındaysa sessiz kalarak ceza almaktan korkan, tepkisiz kalan veya kalmaya zorlanan, “iyi” öğrenci modeli varlığı yer alıyor. Derslerden iyi not almak, başarılı bir öğrenci ve gelecek vaat eden bir birey olmak, iradesiz kalmak ve “uyumlu” olmak devamında şimdinin çocukları, geleceğin belki de ebeveynlerin aklında şu soru lambasını açıyor: “İyi ebeveyn nedir?”
Bilimkurgu ve yapay zekâ temalı kitaplarıyla okuru her seferinde hem şaşırtan hem de düşündürten Luigi Ballerini, son romanındaki psikolojik çözümlemeleriyle, okuru bu sefer içsel bir sorgulamayla baş başa bırakıyor. Gelişen teknolojinin ve yapay zekânın ne denli “tehlikeli” olduğunu bas bas bağıran insanlara şunu hatırlatmakta fayda olduğunu düşünüyorum: Asıl tehlike kim? Teknoloji mi?