Göstergeler ve şeyler
Her gönderdiklerinde çocuklar gibi seviyorduk önceleri; umudumuz vardı, koşar adımlarla kapılara yöneliyorduk, fakat kapılar dışarı değil, koridorlara açılıyordu. Kim bilir kaç kez denedik? Yalnız değildik, çıkışı arayan başkaları da vardı. Kimileri çıkışı kutsal metinlerin koridorlarında arıyor, sürüler halinde ruhani önderlerin peşinden gidiyorlardı. Benim gibilerin ise tek istediği, yeryüzüne çıkabilmek ve göstergelerin gösterdiği şeylere dokunabilmekti. Dünyevi metinlerde, filmlerde gösterilen imgelerin yeryüzüne açılan kapılar olduğunu düşünüyorduk. Fakat imgeler başka imgelere açılıyor, göndermeler başka göndermeleri izliyordu. Gönderilmelerin ardı arkası kesilmedi, her göndermeyle birlikte labirentin içinde biraz daha kaybolduk, yeryüzü bizden giderek uzaklaşıyordu. Göstergeler artık yeryüzünün maddi şeylerini göstermiyor, göndergeler ise sadece yeni koridorlar keşfetmeye, labirenti daha da karmaşık hale getirmeye yarıyordu. Dil, maddi bir şeyi maddi olmayan bir düzleme aktarıp onu saf bir göstergeye dönüştürdükçe gerçeklikten koptu. Çıkışı olmayan bir göstergeler labirentinde yaşıyorduk.
∗∗∗
Yeryüzü hâlâ orada, görüyoruz. Fakat dil bize özgün şeyleri göstermiyor artık, gösterdikleri soyut göstergelerdir. Ve dilimiz sayesinde şeyler hakkında pervasızca konuşabiliyoruz: “Ağaçlardan, renklerden, kardan ve çiçeklerden söz ettiğimizde şeyler hakkında bir şey bildiğimizi sanıyoruz, fakat özgün varlıklarla hiç örtüşmeyen metaforlardan başka bir şey yok elimizde” (Nietzsche). Çoğunluk yeryüzünün şeylerini tamamen unuttu ve yeryüzünü soyut göstergelerden ibaret sanıyor. Oysa göstergeler, zamansal ve mekânsal varlıkların zamanın ve mekânın koşullarına göre değişen nitelikleridir. Bir zamanlar ağaçların, bulutların, ormanın, suyun, ışığın ve gölgelerin yaydığı göstergeleri okuyabiliyorduk. Göstergeler her an değişebiliyor ve göstergeleri okuyabildiğimiz ölçüde hayatta kalabiliyorduk. Balıkçılar, suda balık olup olmadığını suyun yaydığı göstergeler sayesinde anlayabiliyor, bulutların yaydığı göstergeleri okuyarak hava koşullarını tahmin edebiliyorlardı. Dersu Uzala filmini izleyenler bilir, yağmur yağarken kuşlar ötmeye başlamışsa bu yağmurun kesileceğinin göstergesidir. Doğada her gösterge gerçek bir olayı gösterir ve şeyleri birbirleriyle ilişkilendirir. Oysa dil, şeyleri söze dönüştürerek onu gerçeklikten arındırır ve saf bir göstergeye dönüştürür.
Göstergelerin artık maddi şeylere ihtiyaçları yok, metaforik göstergeler başka göstergelere gönderiyor; imgeler de artık gerçeğin aynaları değil, gerçekliği örtmeye yarıyor. Charles Dickens bize İki Şehrin Hikâyesi’ni anlatmıştı. Biz de birbirimize iki alemin hikâyesini anlatılıyoruz. Biri, “bir zamanlar” diye başlıyor ve geçmiş bir zamanda doğada yaşanmış olaylardan, maddi şeylerin nasıl göstergeler yaydığından bahsediyor. İlk başlarda cümleleri “dı” ile biterken şimdi “mış” ile biten anlatı anlatıldıkça hayal mahsulü bir masala dönüştü. Diğer alemde ise olaylar şimdi ve burada geçiyor. Olayların failleri ve kurbanları ise saf göstergeler ve imgelerdir. Öldürülenler, tecavüz edilip katledilenler canlı bedenler değil, salt isimlerdir. Olaylar maddi şeylerin başına değil, göstergelerin başına gelir. Çünkü dil, bir şeyi ancak onun gerçek mevcudiyetini yadsıyarak, onu maddi olmayan bir düzleme aktararak söyleyebilir. Yeryüzünde yaşanan her olay tenlerde titreşim yaratır, fakat sözlere döküldüğü an maddi özelliğini yitirip soyut bir göstergeye dönüşür. Dil, yaşayan her şeyi maddi olmayan bir düzleme taşıdıkça şeyler mevcudiyetini yitiriyor. Dili sayesinde insan, yaşamı yadsıyarak varlığını sürdürüyor.
∗∗∗
Yaşadığımız her kriz dilsel bir krizdir. Kelimeler ile şeyler arasındaki boşluk giderek derinleşiyor. Ve krizi atlatmak için durmadan konuşuyor ve yazıyoruz; boşluğu kelimelerle dolduracağımızı sanıyoruz. Fakat olmuyor. Boşluk hala orada duruyor ve varlığıyla bizi tehdit etmeye devam ediyor. Boşluğa bakıyoruz, boşluk da bize bakıyor. Biliyoruz, karşı kıyıda göstergeler yayan maddi şeyler dünyası, gerçeklik uzanıyor. Karşı kıyıya ulaşacak olanlar, boşluğun kaotik sularında yüzmeye cüret edenlerdir. Ve onlar, şeylere dokunabilen ve göstergelerini okuyabilendir. Dünya onların sayesinde güzelleşecek.