Google Play Store
App Store

Kimin kuklacı, kimlerin kukla olduğu belli değil. Bu şekilde, yirmi yıldır, birilerinin önceden seçtiği adamı güya seçe seçe, bir Hacivat Karagöz oyunu gibi bütün olup bitenleri izleye izleye, ülkenin geldiği yer burası! Bu Hacivat Karagöz oyunundan, bu bitip tükenmez çaresizliklerden, bu bataklıktan kurtulmanın yolunun, kıyısından kenarından oyunda bir rol kapmaya çalışmaktan değil, bu oyunu bozmaktan geçtiğini anlamalıyız!

Gösteri dünyası ve ötesi

Hazırlayan: Yol Politika Kolektifi

Türkiye ekonomisiyle siyasetiyle toplumsal yapısıyla büyük bir altüst olma sürecinde ortalık adeta bir yangın yerini andırıyor. Sanayi üretimi daralıyor, hizmet sektörü küçülüyor, bunlara bağlı olarak işsizlik tarihsel zirveyi zorluyor. Emekliler üç kuruş maaşla ölüme terk ediliyor. Enflasyon ve durgunluk aynı anda yaşanırken hayat emekçiler açısından bir cehenneme dönmüş durumda.

Ekonomik krizin bütün yükünü çeken tarım üreticileri isyanda. Domates, kayısı, fıstık ve çay üreticileri bu isyanlarını eylemlerle dile getiriyorlar. Traktörlerle yolları kesip, topladıkları ürünleri ateşe vermeye başladılar. İşçiler, fabrikaların önünde kurdukları çadırlarda direniyor. Patronlarla ve onların özel güvenlik görevlisi gibi hareket eden polis-jandarma grubuyla kora kor mücadele ediyorlar. Halkın bu kendiliğinden direnişi kendini çeşitli biçimler altında ortaya koyuyor.

Tüm bunlar yetmezmiş gibi AKP iktidarı, yasa tanımaz, canı istediğinde AYM ile bile kapatmaktan söz ederek, en antidemokratik uygulamaları hayata geçirmekten çekinmeden, çevre, hayvan ve insan düşmanı bir anlayışla ülkeyi yönetmeye devam ediyor. Yargıtayla Anayasa mahkemesinin, Anayasa Mahkemesiyle TBMM’nin birbirine girdiği devlet içindeki çatlak ve bu çatlağın arkasındaki güç savaşı ayan beyan ortada. Bu devlet krizinin ve devlet içindeki güç savaşlarının sonuçları yoksul halk kitlelerine yaşatılıyor.

İktidar halk desteğini kaybettikçe daha fazla baskıya yöneliyor. Siyaset alanı parlamentonun anlamını yitirdiği bir “oyun” ve gösteri alanına dönüşürken gerçek hayattaki ve sokaktaki hak mücadelelerinden gittikçe uzaklaşan bir karaktere bürünüyor ve toplumsal talepleri görünmez kılan bir perde işlevi görüyor.

İktidarın kural ve yasa tanımaz politikaları hayata geçirdiği koşullarda muhalefet gerçekten de anlaşılmaz bir görüntü sergiliyor. Bu kadar pespayeliğin olduğu yerde muhalefet partilerinin, hareketlerinin ve sendikaların gündemdeki tek siyasetinin ana talebi mevcut iktidara son vermek olmalıdır. Oysa bu konuda tek bir politika geliştiremeyen bir muhalefet manzarasıyla karşı karşıyayız. Adeta düzen siyasetinin içine hapsolmayı gönüllü olarak kabullenmiş iktidar sırasının kendisine gelmesini bekleyen bir muhalefet anlayışı belirleyici hale geliyor.

NORMALLEŞME BİTTİ ADAYLIK BAŞLADI

31 Mart 2024 seçiminde iktidarı alaşağı eden halk inisiyatifini kendi başarısı sananlar daha şimdiden bir sonraki seçimi düşünür oldu. Erdoğan’ın yumuşama-normalleşme taktiğine fena halde kapılıp iki ay içinde hüsrana uğramaları yetmezmiş gibi şimdide önümüzdeki seçimde kimin aday olacağı tartışması başladı.

Mesele o kadar ileriye gitti ki İBB Başkanı İmamoğlu’nun cumhurbaşkanı adaylığını kesinleştirenler belediyeye başkan aramaya başladılar. Bu tartışma bize bir kez daha CHP’li kurmayların 2019-2023 tarihleri arasında yaşanan süreçten zerre ders almadıklarını gösteriyor.

2019 yerel seçimi, AKP için sonun başlangıcı, CHP için ise iktidar olma şansı anlamına geliyordu. İktidarın yıpranmışlığına, derinleşen ekonomik krizin katkısı da eklenince muhalefetin önündeki son engel de kalkmış görünüyordu. Ancak öyle olmadı. Erdoğan kendi cephesini genişletirken, Millet İttifakı’nda gedikler açtı, oyunun kurallarını değiştirdi ve bir kez daha o koltuğa oturdu.

Şimdi de benzer bir durumla karşı karşıyayız. Enflasyon ve ekonomik krizin iktidarı ciddi bir şekilde yıprattığını ve durumun artık geri dönülmez olduğunu düşünen bir kesim, şimdiden yapılacak ilk seçim sonuçlarına göre pozisyon alıyor. Türkiye’nin gerçek sorunlarıyla yüzleşmekten çekinen, oradaki değişim talebinin kendi bahçelerine kadar girmesinden endişe eden ve sürecin kendiliğinden "mutlu sonla" bitmesini bekleyen bir muhalefet fotoğrafıyla karşı karşıyayız.

Muhalefet utangaç şekilde dillendirdiği erken seçim talebinin arkasında "boş tencerenin götüremeyeceği iktidar yok" sözünü çok kullanır oldu. Yanlış bir değerlendirme değil. Ama mutlaka eklenmesi gereken bir koşul var: Halkın yakıcı taleplerine sahip çıkan, onu örgütleyen bir muhalefetin yenemeyeceği iktidar yok. Bu olmaksızın da mevcut iktidara son vermek bir hayalden başka bir şey değil. Açık ki muhalefet güçleri bu anlayış ve tempoyla yol yürümeye devam ederse, bugünkü yağma ve sömürü düzeninin sürdürücüsü mevcut iktidara son verebilmek mümkün olmayacaktır.

Oysa ülkenin son derece köklü sorunları var. Bu köklü sorunları sadece seçim dönemlerinde alınacak oy sonuçlarını bekleyerek çözebilmek mümkün değil. Yukarıdan aşağıya inşa edilen ve toplumun bütün dokularına yayılan dinci faşist örgütlenmelere karşı bir direniş hattı geliştirmeyen mevcut düzenin değiştirilmesini temel hedef haline getiremeyen bir muhalefetin kazanma şansı yoktur.

BİRLEŞİK BİR DEVRİMCİ MUHALEFET İHTİYACI

Türkiye içine sürüklendiği ekonomik ve sosyal yıkımın daha çok başında. Şimdi Şimşek eliyle yürütülmeye çalışılan Erdoğan politikalarının olumsuz sonuçları henüz tam olarak ortaya çıkmadı. Kriz derinleşerek geniş halk kitlelerine doğru yayılmaya devam ediyor.

Milyonlarca insanın yaşadığı yıkımın tek sorumlusu olan, ülkenin geleceğini ipotek altına alıp emperyalistlerin oyuncağı haline getiren rejim teşhir olmuş, toplumsal desteklerini yitirmiş, ülkede yaşayanların ezici çoğunluğu tarafından sorun kaynağı olarak ifade edilmeye başlamıştır.

Bu ülkenin düzen siyasetinin durumu ise sanki “seyirlik bir gösteri dünyası” gibi. Birileri ortaya çıkıyor, 2018 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden bir ay önce, güya muhalif parti lideri bir hanımefendinin danışmanına “sebebini sorma, adamı seçeceğiz” dediğini açıklıyor, kimsenin umurunda değil.

Kimin kuklacı, kimlerin kukla olduğu belli değil. Bu şekilde, yirmi yıldır, birilerinin önceden seçtiği adamı güya seçe seçe, (Deniz bey ikide bir Recep’i kurtarırken, bir gün Kemal bey Ekmeleddin’i bize seçtirmeye çalışırken, bir gün Alpay Ahmet’i yumruklarken...) bir Hacivat Karagöz oyunu gibi bütün olup bitenleri izleye izleye, ülkenin geldiği yer burası!

Bu Hacivat Karagöz oyunundan, bu bitip tükenmez çaresizliklerden, bu bataklıktan kurtulmanın yolunun, kıyısından kenarından oyunda bir rol kapmaya çalışmaktan değil, bu oyunu bozmaktan geçtiğini anlamalıyız!

Bugün ülkenin dört bir yanında, ürününü tarlada yakan üreticilerden, açlığa mahkûm edilen milyonlarca emekliye, okullarını terk edip başka ülkelerde çare arayan gençlere, hakları için mücadele eden kadınlardan işçi sınıfına kadar... Elbette kendi hakları için ve ülkenin geleceği için mücadele eden devrimci kesimler, birleşik bir güç ve irade oluşturarak sahneye çıkmadan bu oyun böyle sürüp gidecektir.