Google Play Store
App Store

Kinetik heykeller, çağdaş sanatın dikkati kendisinde mutlak kılan dallarından. Alman sanatçı Jakob Grosse-Ophoff’un eserleri de gündelik rutinlerin tekinsizliğini dikkat çekici biçimde ortaya koyuyor.

Göze çarpıp seken kinetik heykel

Murat KARAKÜTÜK

Çağdaş sanatın ‘göze çarpan’ dallarından biri de kinetik heykel. Ahşap, kâğıt ve metal en bilineni olmakla birlikte pek çok malzemeden peyda olabilen ve figüratif olduğu kadar non-figüratif örnekleri de olan bu yapı(t)lar muhatabını çoğu çağdaşı gibi içine çekmekte de pek zorlanmaz. Nitekim heykelin kinetik oluşu, hele ki ilk bakışta bir başka büyüler bizi ve kökleri sanıldığından çok daha eskilere varır.

Korkuluklar, oyuncaklar, rüzgâr gülleri, mekanik yapılar, modeller, otomatlar ve daha nice devinime haiz tasarımlar ve en çok da fiziğin sihri beslemiştir kinetik heykel ile otomatizmi. Türkçede heykel kelimesi tapınakla, putla ilgili, heyula da oradan geliyor. Ötekilere ait hayaletler ve aynı zamanda büyük olanın simgeleri. Kinetik de enerjinin devinmesi esasen. Konstrüktivistler, dadaistler Hegelci bir bakışla heykel kadar onun boşluğunu da sahiplenmiş, varlığının yarattığı yokluğu ve tam tersinin unutulmaması gerektiğinin altını çizerek bu sanat dalını insan merkezcilikten, esas kitleden koparmak arzusuna yönelmişlerdir. Görelilik etiğince zaman, mekân ve hareketle ilişkilendirme isteği mevcuttu Realist Manifesto’da. Yokluğun dalgayla devinen, kütlesel bir karşılığı oluşu, atomizasyon gibi konular ve makinalaşmak kinetik heykelleri son tahlilde çağdaş sanat içinde bir kategoriye oturtmuştur. Diğer bir deyişle diyalektikten, devinimden başlayıp postmodern bir sabiteye varılmıştır.

Jakob Grosse-Ophoff

KONUMLARIMIZA KASTEDEN BİR ATMOSFER

Kinetik heykelde konumlarımıza kasteden bir yan vardır. Bir galeride hatta telefon ekranının karşısında gezerken dahi bu estetik oyuncaklara dikkat kesilmek işten bile değil yahut pek bir iştendir. Söz konusu bu üç boyutlu işlerin mekanizasyonu bizde Gerçek’ten gelen bir dura(k)lama yaratıyor. Heykellerin fiziki hareketi karşısında kalakalmamızın fiziğin bize ait olduğunu sanmamızla da ilgisi var fakat esas korkularımızla, eksikliğimizle yani özneliğimizle ilişkisi var. Bilhassa figüratife yaslanan, klasik estetiğe göz kırpan kinetik heykellerde bu afallamayla karşılaşıyoruz. Otomatizmle lanetlenen ve bizi tekinsizimize meylettiren kinetik işlerde otomatizmin özü devridaim eyliyor.

KISA SÜRELİ DİKKAT VE DALGINLIK AMBİVALANSI

Kinetik otomatizm bizde de bir tuhaf otomatizm yaratıyor. Hazzı hazla ve acıyı acıyla kat etmenin hemen ötesinde ‘joussience’ var çünkü. Her şey yapıntıdır çünkü. Kısa devre bu, bir kriz, bir (G)erçek ürpertisi, bir askıya al(ın)ma var bu heykeller karşısındaki kalakalmada. Gösterenler zincirini devindiren şeylerle karşılaşınca yaşanan afallama; bir yabancılaşmayı hatırlamanın verdiği bir ilksel yabancılaşmadır aslında. Dile müdahale eden bir yarılma içerir kinetik olanla yaşadığımız bu kısa süreli dikkat ve dalgınlık ambivalansı. Bizatihi bizlerin bir kolaj, harekete, gündelik rutine, işe dayalı olarak kurgulanmış, eksik, yabancılaşmış bir özne oluşumuza dair o mekaniktir bizi çivileyen. Otomatizm karşısında ortaya çıkan etkide, gösterene rehin olmakla ilgili bir bütünlük yanılsaması da var. Gerçek’e dair korkular ile karşılaşma riskleridir belki de bizi böyle daldıran. Gözün seğirme yani dalma sebepleri aşırı stres, yorgunluk, depresyon, obsesyon, epilepsi ve bazı başka nörolojik gerekçeler olabiliyor. Dilimizde, göz kaslarının seğirmesi, bu organın ‘yol çekmesi’ olarak deyimleşmiş. Gözün muhatabından yani şimdiden kopup gitmesi ‘misafir gelişiyle’ ilişkilendiriliyor. Büyüye içkin olanın trans ve/veya kriz halindeki durumuyla gözün dalması ilişkilendirilmiş belli ki. Gözü dalanların misafir çağırması; yitenlerin, beklenenlerin, arananların anılması, bu dile sızmış bir tepkinin, Gerçek’in kalıntısıdır belki de. Gözün gitmesi, görünmeyenin gelmesi, bakışın bizde olamayışı tam da böylesi bir dolayım.

SADELİK VE RUTİNİN TEKİNSİZLİĞİ ÖN PLANDA

Alman makine mühendisi ve sanatçı Jakob Grosse-Ophoff’un kinetik heykelleri, gündelik pratikleri sarsıcı bir etki üreterek göstermesiyle dikkat çekiyor. Bizde de bu sanatın az ve öz uğraşanları var ama bizimkiler öznenin trajedisini anlatamayacak kadar bireysellikten, yalnızlıktan uzaklar, iç ve dış kalabalıklar hâlâ. Resimleri, illüstrasyonları da olan sanatçının mühendislikle iç içe geçmiş kinetik heykelleri afallatıcı bir sadelik ve rutinin tekinsizliğiyle yüklü. Pistonlu motorlarla, mekanik tasarımlarla ahşap, kömür ağırlıklı malzemeleri buluşturan sanatçı, kendi sitesinde öznelerin günlük hareketlerinden büyülendiğinin altını çiziyor. Aynaya kafasını çarpıp duran bir insan gövdesi, gülen imgesine durmadan ruj süren bir suret, burnunu karıştırıp duran bir büst, ahşaptan otomat kelleler, kopuk beden parçalarının mekanize-sonsuz kavgaları, kapandaki bir dil, aynadakini yalayan bir başka dil heykeli, sürekli eline vurup yanındaki çiviyi ıskalayan bir çekiç ve daha başka tüm figürlerde, kinetik heykellerde açıkça sezilen gündelik rutinlerin taklide dayalı döngüsünün, otomatizm ile insanı afallatan o tanıdık etkisi. Eylem ve söylem açmazları, nesne ve kavramı arasındaki boşluk, yarık ve onun üzerine kurulan öznenin aşamaları sanatçının kinetik heykellerinde takırdıyor devamlı. Kastrasyona, imge ve simgenin sınırlarına, ‘corps morcele’ haline, ayna evresi ve özdeşleşme gelgitlerine, dil gibi yapılanan bilinçdışına, mimemise ve eylemin kısa devresine, Gerçek olanın varlığına dair birçok fikrin etkisiyle bu işlerin karşısında bir tür kısa devre yaşıyoruz.

∗∗∗

ÖZNENİN TRAJEDİSİ VE ARZUNUN DEVİNİMİ

Marksizm, sürrealizm, dadaizm ve psikanalizin modern özneyle, yabancılaşmayla yolunun kesiştiği yerlerden biri de bu otomatizm halidir. Bilinç, bilinçsizlik ve bilinçdışı arasındaki geçişlerde yaşanan bir yinele(n)medir birçok tanımıyla, etkisiyle beraber otomatizm. Özne’nin şey’likten büyük öteki oluşa kadarki tüm süreçlerini, o meşum trajedisini, arzuyu ve bakışı hissedebilme noktasında etkindir kinetik heykeller. Grosse-Ophoff’un figürleri böyle konular etrafında devinen öznelerin gösterenleriyle rehin alıyor muhataplarını.