Google Play Store
App Store

‘‘Hakim’in Yolculuğu’ isimli üçlemesiyle tanıdığımız, dünyaca ünlü çizer Fabien Toulmé, 26-28 Eylül’de İstanbul’a geliyor. Toulmé ‘‘Bu işte en çok sevdiğim şeylerden biri sesli bir şekilde aktarılan hikâyeyi, çizgilere dökmek’’ diyor.

Grafik romana dönüşen hayatlar

Beklenmedik olaylar ve sarsıcı duygular karşısında değişime uğrayan hayatları grafik romana uyarlamasıyla tanınan Fransız sanatçı Fabien Toulmé, Tudem Yayınları’nın 40. Yıl kutlamaları kapsamında İstanbul’a geliyor. Fransız Kültür Merkezi’nin katkılarıyla düzenlenecek etkinlikler öncesinde kendisiyle bir söyleşi gerçekleştirdim. Sanatçıyı yakından tanımak isteyenlere fikir vereceğini düşündüğüm söyleşimizi, eserlerini takip eden okurların ve meslek profesyonellerinin keyifle okuyacağına inanıyorum.

Fabien merhaba. Ülkemiz okurları seni otobiyografik özellikler taşıyan grafik romanın “Beklediğim sen değildin” ile tanıdılar, “İki yaşam” adlı eserinle okur kitlen genişledi. Övgüler alan çalışmalara imza attın. Mühendislik eğitim almış ve dünyanın farklı bölgelerinde yaşamayı deneyimlemiş biri olarak nasıl oldu da anlatım sanatının grafik roman türünü seçip profesyonelleştin?

Açıkçası çizgi romanla çocukluğumda, çok erken yaşlarda tanıştım. Sanırım 5-6 yaşlarındaydım. O andan sonra kendimi çizgi roman okumaya kaptırdım. Özellikle Tenten, Lucky Luke, Asterix gibi klasik Fransız serilerini okuyordum. Tenten’i okurken çizimlerin ve konuşma balonlarının çok etkileyici olduğunu düşündüm ve o dönem tüm çocukluğumu ve düşünme biçimimi etkiledi. O noktadan sonra çizgi roman benim için çok tutkulu bir hal aldı ve çizgi romancı olmaya karar verdim. Evet sonrasında mühendis oldum, ama çizgi roman hayatımda olmaya devam etti. Hala üretmek istiyordum. Bundan yaklaşık on sene önce de çocukluk hayalimi gerçekleştirmek istedim ve bu işi profesyonel olarak yapmaya karar verdim.

Hayata yüklediğimiz anlamlar üzerine düşünüp senaryolaştırdığın İki Yaşam adlı eserin Konfüçyüs’ün “İki yaşamımız vardır ve ikincisi sadece tek yaşamımız olduğunu fark ettiğimizde başlar” sözü ile açılıyor. Kitapta “halinden memnun musun?”sorusu kilit rol oynuyor. Sana ‘halinden memnun musun?’ diye sorsam. Sanatçı Toulmé böylesi bir farkındalık anı yaşadı mı? Hayatında, meslek yaşamında ertelediğini düşündüğü şeyler oldu mu?

Aslında evet. Çizgi romana biraz geç atılmış oldum. İki Yaşam’daki Boudouin de bu yüzden biraz otobiyografik bir karakter aslında. Hayal ettiğim gibi bir iş hayatım yoktu ama finansal rahatlık, stabilite gibi sebeplerden dolayı devam ettim. Sonra da hayatın gerçekten kısa olduğunu ve hoşumuza giden şeyleri yapmamız gerektiğini anladım. Yani evet bir farkındalık anı yaşadım.

Eserlerinde insan ilişkilerini gerçekçi bir biçimde ele alıyorsun fakat yarattığın atmosfere baktığımızda oldukça derinleşen bir psikoloji ile karşılaşıyoruz. Basit olanın görkemi diye bir şey var sanki! Kadın erkek ilişkileri, aşk, nesiller arası bağ, gelenekler, evrensel benzerlikler ve keskin kültürel farklılıklar, kavga, suç, ceza, pişmanlık, toplumsal sorumluluklar ve dahası… Bunca etkiyi damıtmak ve senaryolaştırmak kolay olmasa gerek. Başlangıç noktan nedir? Bir eserin hazırlık sürecindeki ilk duyguyu nasıl tarif edersin?

Soruda bahsettiğiniz tüm konuları aynı kitabın içine yedirmeyi düşünerek başlasam bu yapısal olarak kurması çok karmaşık olan bir olay örgüsü haline gelir. Öncelikle basit bir fikirle başlıyorum. Söz edilen konular da tematik bir paketin içinde yer alıyor diyebiliriz. Yani başlangıç olarak her zaman bir konuyu alıyor ve onu sabit nokta yapıyorum, çünkü hikâyenin senaryosu o noktadan başlıyor. İki Yaşam’da Boudouin’i merkeze koyarak çoğumuzun zorluk yaşadığı iş hayatı ve hayatın akıp geçmesi gibi bir konuyu baz alırken, Büyük Aşk’ta ise yine basit bir düşünceden yola çıktım. Jenerasyonlar arası iletişimi görece yaşlı olan bir çiftle anlatmaya çalıştım. Bizden önceki jenerasyonların belki de genç yaşta pek de tanımadıkları kişilerle evlendirilmesi ve tüm hayatlarını bu şekilde geçirecek olmaları gibi. Bir hikâyenin başlama noktasına karar verdikten sonra karakterlerin görünümünü, yedirebileceğim başka temaları ve hikâyeleri düşünmeye başlıyorum. Evet, çizgi roman yapıyorum ama aslında bütün bu konular beynimde bir tohum gibi yer ederek başlıyor. Bu tohumun etrafında bir hikâye şekillendiriyorum.

Büyük Aşk adlı grafik romanın, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sıkça tartışıldığı bir dönemde çeşitli tabular  nedeni ile layıkıyla yaşanamamış hayatlara dikkat çeken yüreklendirici bir tavra sahip. Annene, büyükannene ve büyük büyükannene ithaf etiğin kitabının ortaya çıkış hikâyesinden bahseder misin? Yanındakiyle ‘elinden geldiğince iyi ilişkiler inşa etmek isteyenler’e neler söylemek istersin?

Az önce de bahsettiğim gibi, belirli bir konuyu düşünerek başladı hikâyenin şekillenmesi. Büyükannemi, annemi, kendimi ve kızımı, özellikle onların jenerasyonlar süren bağlarını düşündüm. Oldukça ilgi çekici bir evrim var aslında burada. Mükemmel eşitlikten uzak olsa bile, kadınlar açısından daha büyük bir denge var. İlişkiler konusunda uzman değilim, ama bir ilişkinin dengede olması için tek bir yolun bulunmadığını söyleyebilirim. İlişkinin parametrelerine, yaşa, hayata bakışlarına kadar pek çok unsur belirleyici olabilir. Ama sanırım esas fikir, arada olabildiğince büyük bir saygı ve eşitlik olması. Sonuç olarak hiçbir ilişki ideal olmayabilir. Hepimizin zayıf noktaları var ve mükemmel değiliz, dolayısıyla mükemmel bir ilişkiden de bahsedemeyiz.

Doğadan giderek uzaklaşıyoruz. Teknoloji hızına ek olarak -isteyerek ya da istemeyerek- bireyselleşip  yalnızlaşmamız da cabası. Yalnız yetişkinler için yazmıyorsun. Senaryosunu yazdığın ve Oliver Dutto’nun resimlediği Marilu serisi de küçük okurları ve ailelerini etkisi altına alan açık sözlülüğe sahip. Doğanın Büyüsü ve Arkadaş Hırsızı kitapları Türk okurlarla buluştu. 28 Eylül’de Fransız Kültür Merkezi’nde bu iki kitap özelinde çocuklarla bir atölye çalışması yürüteceksin. Çocuklarla aran nasıl? Çocuklarının Marilu’yla arası nasıl?

İki tane ergenlik yaşında çocuğum var. Öncelikli olarak onların fikirlerine ve yaşam biçimlerine saygı gösteren bir baba olmaya çalışıyorum. Ve aslında mesleğimi düşündüğümde, onu ele alma biçimi olarak oldukça masumane olduğunu varsayıyorum. Diğer yetişkinleri düşündüğümde kendimi o şekilde bir yetişkin gibi görmüyorum. Bir çocuk-yetişkin veya bir ergen-yetişkin olarak görüyorum diyebilirim. Çocuklarla ilişkim de bu biçimde şekilleniyor. Çocukları çok seviyorum. Marilu dünyasında yaşadıklarını asla düşünmüyorum. Kendimin oldukça kentli olduğunu söyleyebilirim. Marilu karakterini de büyük kızım Louise’den esinlenerek yarattım.

Tanıklık hikâyelerine gelmek isterim. Unutulmazlar adlı kitabın farklı insanlarla yaptığın görüşmeler sonrası en dikkat çeken olayların altını çizip grafik romana uyarladığın bir çalışma. Amacının, öykülerin bizlere kim olduğumuz hakkında bir şeyler söyleyebilmesi ve çağımızın zorluklarını da güzelliklerini de gösterebilmesi olduğunu söylüyorsun. Sana anlatılanların özüne zarar vermeden hassas bir değişiklik yapmak gerekiyor mu? Bu noktada izlediğin yol nedir? 

Hikâyelerin bazıları uzun olduğu için hassas bir şekilde kısaltmam gerekebiliyor. En önemli değişiklik bu diyebilirim. Ayrıca “an”ların seçiminde de değişiklik yapmam gerekebiliyor. Bazen 2-3 saat röportaj yaptığım oluyor. Dolayısıyla hangi anları hikâyeye yedireceğimi seçmem gerekiyor. Röportajdan sonra genelde 10 sayfalık bir senaryo çıkarıyorum. Senaryo çıkarıldıktan sonra planı hazırlamak için çalakalem bir story board yapıyorum. Tabii ki çizimlerle gerçekte olan arasında değişiklik olabiliyor. Ama esas önemli olan hikâyenin ve anlatılanın birbirini tutması.

Unutulmazların ilk anlatısı olan ‘Parantez içindeki yaşam’ başlığı ne anlama geliyor? İnanç sistemleri ve korku kültürünün birey ve toplumlar üzerindeki etkisi hakkında Birgün okurlarına neler söylemek istersin?

Bu başlığın Türkçede ne ifade ettiğini bilmiyorum. Aslında olaya tanıklık eden kişinin, o andan önce, o an esnasında ve o andan sonra yaşadıklarını ifade ediyor. Yıllarca yaşadığı yanılsama, farkındalık aşamaları ve tüm geçişler gibi anları parantez içindeki yaşam olarak adlandırdım. Ben, inançları olmayan bir adamım. İnançları olan kişilere de çok büyük bir saygım var. Benim için ideal bir inanç Tanrıya olandır. Ama toplumun çoğunun da farklı bir inanç sistemi olduğunu anlamamız gerekiyor. İnanırken aynı zamanda başka şeylere de şüpheyle yaklaşmak gerekebiliyor.

Bedel ödemeden üzerindeki yüklerden kurtulamıyor insanlar. Ruanda iç savaşına ilişkin ‘anıları korumak’ başlıklı anlatı çok etkileyici. Birey ve basın özgürlükleri, haklar, halklar, coğrafyaya bağlı kader ve keder gerçeği sarsıcı. Suç dünyası ve mahkumiyetten bürokrasiye uzanan başarı öyküsü de etkileyici. Doğru sorularla yaşamdaki kilitlerin kırılabileceğini gösteren bir hikâye… Anlatı sanatının gücüyle duygusal yüklerden, öğrenilmiş çaresizlikten kurtulmak da mümkün, bir nevi yol göstericisin. Beş farklı tanığın öyküleri arasında seni en çok etkileyen hangisi oldu?

Bu çok zor bir soru, çünkü beş hikâye de beni farklı nedenlerden dolayı etkiledi. “anıları korumak” adlı hikâyede bir çocuğun gözünden bir savaşta olup bitenleri anlatmaya çalıştım. Bu hikâyede sanırım beni en çok etkileyen, çocuğun ülkeden ayrılmadan önce bırakmak zorunda kaldığı pelüş oyuncakla ilgili hala pişmanlık yaşamasıydı.

İnsan hakları, mültecilik, savaşın izleri ve geleceğe etkileri düşünüldüğünde Suriye’den Türkiye’ye, Türkiye’den Yunanistan’a, Makedonya’dan Fransa’ya uzanan Hakim’in Yolculuğu adlı üçlemede Suriye savaşıyla beraber hayatı alt üst olan genç bir adamın hikâyesi bir insanlık dramı olarak gün yüzüne çıkıyor. Ülkesinden kaçmak zorunda kalanlara ithaf etiğin kitabın ön sözü dikkate değer. Gazete okurları için kısaca anlatır mısın?

Hakim’in Yolculuğu serisi aslında özellikle 2015 yıllarında başlayan ve Ege Denizi’nde pek çok mültecinin ölmesiyle sonlanan olaylardan yola çıktı. Savaş sonucunda Suriye’den kaçmak zorunda olan mültecilerin yaşadığı dramın gerçekliğiyle karşılaştım ve Hakim’in Suriye’den Avrupa’ya olan yolculuğunu tüm gerçekliğiyle anlatmak istedim.

Bir eser ortaya çıkarken hele ki anlatılan insan hikâyeleri ise, psikoloji, sosyoloji, tarih, kültür ve sanata hakimiyet de gerekiyor. Tanıklık anlatılarından yola çıkarsak çok ses getiren Hakim’in Yolculuğu serisi aynı zamanda bir siyasal perspektif çizmeyi de zorunlu kıldı diyebilir miyiz?  

Daha önce söylediğim gibi, Hakim’in Yolculuğu da basit bir düşünceden başladı. Biriyle tanıştım ve bana hikâyesini anlattı, sonra da çizimlere aktardım. Hikâye çok akıcı ve çok doğal şekilde gelişti, dolayısıyla psikoloji, sosyoloji veya sanat hakkında bir eğitim görmedim. Bu işte de en çok sevdiğim şeylerden biri sesli bir şekilde aktarılan hikâyeyi, çizgilere dökmek. Bu seri de bana Unutulmazlar’ı yapmam için ilham verdi.

Sana emanet edilen hikâyelerin içeriğine sadık kalırken kişiler zarar görmesin diye bazı ad ve yerleri değiştiriyorsun. Peki bu süreç içinde duygusal olarak, bir insan, bir baba ve bir sanatçı olarak ne gibi değişimler yaşıyorsun?

En başta işin teknik aşaması yer alıyor. Röportaj ve çizimler yani. Bu noktadan sonra röportaja konsantre oluyorum. Hikâyeyi dinlerken belirli hisler hissetsem bile sürecin teknik aşamasına odaklanıyorum. İşin çizim aşamasına geldiğimde duygular daha belirgin olmaya başlıyor çünkü anlatılan hikâye çizimlerle tekrar hayat buluyor.

Gündelik yaşamdan, siyasi baskılara, çatışmadan, ceza evi koşullarına, mültecilere yaklaşımlardaki farka, güvensizlik ve nefret kavramlarına, suçlulardan ‘düzen ve kanun insanı’ yaratan zihniyete ve tüm bunların arasından aşk, aile, dostluk ilişkilerine bakıyoruz. Ne kadar yabancı ama bir o kadar tanıdık. Türkiye bu konuda her ağızdan bir sesin çıktığı bir nevi kaynayan kazan. Sen o dönemi ve hala içinden geçtiğimiz süreci nasıl değerlendiriyorsun? Ülken Fransa’nın ve Fransız halkının göçmenlere yaklaşımı nasıl? Kitabın ülkende ne şekilde karşılandı ve yorumlandı?

Bu dönemi ve süreci tam olarak anladığımdan emin değilim. Aslında, biraz çelişkili olabilecek ikili bir hareket içinde olduğumuz izlenimine sahibim. Ticaret, alışveriş ve sosyal ağlar açısından giderek daha fazla küreselleşmiş bir dünya sağlama eğilimindeyiz. Tabii ki tüm bu dönemi açıklamak için yeterli değil ama ikili bir hareket olduğunu düşünüyorum. Unutulmazlar ve Hakim’in Yolculuğu başta olmak üzere yarattığım kitaplar, biraz da bu ikili harekete bir cevap niteliğinde. Yakında Türkiye’de de çıkacak ‘Dünyadan Yansımalar’ı da sayabiliriz. Uzak gibi görünen durumlar ve olaylar bize oldukça yakın ve evrensel hale geliyor. Aslında oldukça konuşulan bir konu, çünkü Fransa da ev sahibi ülkelerin başında geliyor. Toplumda tabii ki birbirinden farklı bakış açıları var. Eğitim, barınma ve sosyal açıdan desteklenmesi gerektiğini ve Fransa’nın yeterince yardımcı olmadığını düşünüyorum. Kitabım özellikle mültecilerle ilgili olaylar hakkında bilgisi olanlar tarafından ilgiyle karşılandı.

Dünya’nın diğer bölgelerindeki mülteci hikâyelerini de anlatmayı planlıyor musun?

Şu an için böyle bir gündemim yok. Ama tabii ki olabilir. Eğer böyle bir projeye girişirsem aynı formda yapacağımı düşünmüyorum.

‘Medeniyet’in tanımı nedir? Medeni insanın vasıfları nelerdir? diye sorsam!

Cevabı çok karmaşık bir soru bu aslında. Medeniyet, sürekli bir gelişimi beraberinde getirir sanırım. Ama bence medeni bir insan, başkalarına karşı duyarlı olan, farklılıklara saygı duyan kişilerdir. Medeniyet, birlikte var olmaya çalışmaktır bana göre.

Fransa’dan Türkiye’ye baktığında gündemlerimiz, içinden geçtiğimiz politik-ekonomik süreç nasıl görünüyor. Ülkenle kıyaslamanı istesem?

Biraz zor bir soru. Çünkü daha önce hiç bulunmadığım bir ülke, bu nedenle yüzde yüz biliyormuşum gibi konuşmak istemem. Son zamanlarda çok fazla olay olduğunu biliyorum, mesela deprem veya hükümetle bağlantılı problemler gibi. Ama dediğim gibi çok fazla bilgiye sahip değilim fakat oldukça modern olduğunu, kültürel ve dinsel çeşitlilik olduğunu biliyorum. Açıkçası Türkiye’ye gelmek için de can atıyorum.

Sanatını etkileyen alternatif ögeler neler? İlham aldığın sanatçılar var mı?

Bir sanatçı olarak çevremdeki her şey bana ilham verebiliyor. İzlediğim bir filmdeki bir plan, bir resim sergisinde gördüğüm çizim vs. Her şeye oldukça dikkat etmeye çalışıyorum çünkü çevremdeki küçük bir nokta bile bana ilham verebilir. En başta ilhamlara karşı çok hassastım. Özellikle çocukluğumda etkilendiğim yazarlar konusunda. Ama şu anda en çok sinema ilham veriyor diyebilirim. Tabii ki bu ilerleyen süreçte değişebilir.

27 Eylül’de profesyonel çizerlerle ‘Ustalık Sınıfı’ başlıklı bir buluşma da gerçekleştireceksin. İçeriğin ana başlıkları neler olacak?

Çok güzel bir soru ama ben de henüz çok fazla düşünmedim. Sanırım üretim süreci, story board gibi konular üzerinden gidebilirim.

Peki grafik roman tasarlamak isteyen gençler nereden başlamalılar?

Öncelikle kesinlikle bu konuda tutkulu olmaları gerekiyor. İster mühendis, ister karikatürist ister sinemacı olun sevdiğiniz işi yapmak çok önemli. Kesinlikle yazmaya ve çizmeye başlayarak ve bunu sürekli bir hale getirerek ilerleyebilirler.

Etkinliklerde ‘Mücadele’ adlı yeni kitabın da bizlerle buluşacak. Okurları nasıl bir tema ve atmosfer bekliyor?

Mücadele, aslında birçok unsurun bir araya gelmesiyle oluştu. Röportajlar, yolculuklar ve tanıklıklar. Birinci kitabı ‘Mücadele’ olan ‘Dünyadan Yansımalar’da ilk prensibim insan olmaya dair bir fikirle yola çıktı ve bu tema üzerine şekillendi her şey. Üç ülkeye gittim ve bu temayı yaşayan insanlarla görüştüm. Zaman geçtikçe tema biraz daha şekillendi. Lübnan’daki devrimi dinlemek için oraya gittim, bir favelanın yıkım sürecine karşı direniş gösteren kişilerle konuşmak için Brezilya’ya ve kadın haklarını savunan genç bir kadınla röportaj yapmak için de Benin’e gittim. Kitabı yazarken ülkelerin de yakın geçmiş tarihlerine odaklanmaya ve ortamı iyice anlatabilmeyi amaçladım. Aynı zamanda konuyla ilgilenen bir sosyologla da görüşmelerimiz yer alıyor.

Yapay zekanın ulaşacağı noktalar ve sanatına olası etkileri üzerine düşüncelerini öğrenebilir miyim?

Bence kaçınılmaz bir şekilde çizgi romanları da yapay zekâ ile yapmaya başlayacağız. Aynı zamanda Fabien Toulmé veya başka bir sanatçı tarzında bir çizgi roman yarat da diyebileceğiz. Bundan sonrası da biraz okura bağlı, nasıl bir eser okumak istiyor. Benim jenerasyonum belki bundan etkilenmeyebilir ama bunu bilemem.

Teşekkürler Fabien. İstanbul’daki günlerinin verimli ve ilham dolu geçmesini dilerim.

∗∗∗

Etkinlik programına ve sanatçının Desen Yayınları etiketiyle basılan kitaplarına Tudem web sayfasından ulaşabilirsiniz. Yanlışı doğruya, çirkini güzele, hatayı kazanıma dönüştürme cesareti taşıyan anlara tanıklık etmeniz dileğiyle…