“Hem din hem de ahlakla ilgili güven tutulmaları yaşanırsa şaşırmayalım. Bu yüzden ahlak, etik ve özgürlüğe ilişkin eleştirel tartışmayı yürütecek devrimci-felsefi bir bakışa ihtiyaç var”

Gülenç ile marksizm ve ahlak üzerine

SONER TORLAK

Marksizm özgürlük, kurtuluş, eşitlik, adalet ve sömürüye, yabancılaşmaya son verilmesi gibi vurguları üzerinden güçlü bir ahlaki tona sahip görünürken; öte yandan ise tarihsel materyalist görüşün “ahlak” gibi metafizik tınlayan bir kavramla ilişkilendirilmesinin ne kadar mümkün olduğu meselesi var. Bu ilişkiyi ve bugün bu tartışmanın toplumsal mücadeleler için anlamını Marksizm’de Ahlak Tartışmaları: Adalet, Özgürlük, Mutluluk kitabının yazarı Kurtul Gülenç ile konuştuk.

Kurtul hocam, “Marksizmde Ahlak Tartışmaları: Adalet, Özgürlük, Mutluluk” kitabınız yayınlandı. Öncelikle elinize sağlık. Yekten girelim konuya: Marksizm ile ahlak bir arada düşünülmesi oldukça netameli bir alan gibi görünüyor. Buradan başlayalım isterseniz.

Belirttiğiniz gibi Marksist düşünce açısından ahlak meselesi oldukça sıkıntılı. Alman İdeolojisi’ni anımsayalım, “Komünistler hiçbir şekilde ahlak vaaz etmezler.” Ben de kitapta bu söylemi farklı açılardan analiz etmeye çabaladım. Bu çerçevede ilk olarak, “Marx’a göre ahlak sistemlerinin ve ahlaki inançların kaynağında ne vardır?” sorusuna yanıt aradım. Marx için ahlak, insan zihninin ürettiği diğer tüm sistem ve fikirler gibi insanların içinde yer aldıkları ekonomik düzenlemeler tarafından koşullanır. Bundan çıkarılabilecek sonuç şudur: eğer ahlakın kaynağında değişen maddi koşullar ve ekonomik düzenlemeler var ise, Marx’a göre evrensel ahlak yasalarından, mutlak değer ve ilkelerden, ezeli-ebedi ahlak sistemlerinden söz etmek olanaklı değildir.

>>Ahlaki sistemlere ilişkin bu tespit çerçevesinde Marx’ın kapitalizm eleştirisini nereye oturtabiliriz?
Meselenin düğümlendiği nokta burası zaten. Kitapta yanıtlamaya çalıştığım diğer soru da bu. Eğer ahlak sistemleri ve ahlaki ilkeler maddi düzenlemeler tarafından koşullanıyorsa, Marx kapitalizmi eleştirmek için aşkın ya da evrensel bir ahlak ilkesi geliştirmiş olamaz. Çünkü bu türden bir yaklaşım tezine tamamen aykırı bir hareket noktasından eleştirisini gerekçelendirmesi anlamına gelir. O halde, Marx için evrensel bir ahlaki ilkeden, örneğin adalet ilkesinden yola çıkarak meseleyi sorunsallaştırmak yapıcı bir eleştiri değil. Yapıcı olmamasının ötesinde böylesi bir hamle sınıfsal çelişkileri gizlediği oranda ideolojik de bir çaba. Çünkü maddi koşulları soyut bir evrensel ilke ile dönüştüreceğinize yönelik bir inanç geliştiriyorsunuz. Halbuki Marx için maddi koşulların dönüştürülmesi gerek. O halde, adaletle bağlantılı geriye şu seçenek kalıyor: burjuva üretim tarzının içinden yükselen bir ahlak sistemi ve bu sistemin mantığı tarafından örgütlenen adalet ve hakkaniyet düşüncesinin varlığı. Marx birçok metninde doğal bir adaletten söz etmenin saçma olduğunu, burjuva adalet düşüncesinin burjuva üretim tarzına uygun düştüğü yerde herhangi bir problemden söz edilemeyeceğini vurgular. Yani kapitalizmi adalet ilkesinden hareketle eleştirmek ve aşmaya çalışmak mümkün değil çünkü zaten söz konusu adalet anlayışı kapitalist üretim tazı tarafından belirlenmiş.

>>O halde size göre Marx’ın kapitalizm eleştirisinde adalet ya da hakkaniyet nosyonlarına yer yok. Peki hocam Marx’ın kapitalizm eleştirisinin ahlaki bir boyutunun olmadığını söyleyeyebilir miyiz?
Ahlakın içeriğini adalet, hak, eşitlik gibi nosyonlarla dolduruyorsak, evet söyleyebiliriz. Wood-Tucker tezi olarak bilinen bu yaklaşım esasen, Marx’ın kapitalizm eleştirisinin adalet-eksenli bir boyutu olduğu iddiasını reddediyor. Ben de bu teze katılıyorum, ama kanımca eleştirisinin ahlaki olmasa da etik bir boyutu var. Etik nedir peki? Etik daha çok kişinin doğru bir değerlendirme ve bunun sonucunda etik/politik bir sorunsal kümesi içinde doğru bir eylemde bulunabilme imkanıyla bağlantılı. Ancak kişinin bunları yapabilmesi için kendi sınırları üzerine kafa yorması; yeni sosyal bağlamları göz önünde bulundurarak kendisini sürekli yeniden inşa etmesi gerekiyor. Ve insanın kendisini inşa etmesi başkaları dolayımıyla gerçekleşebilen bir etkinlik. Yani etik, insanın hem kendisini hem de başkalarını gözeterek bilinci ve pratiğiyle kurduğu ilişki ağıyla bağlantılı. Bu bağlamda etiğin özgürlük kategorisini gerektirdiği öne sürülebilir çünkü bunların yapılabilmesinin koşulu özgürlüktür. Kısaca Marx’taki etik boyut özgürlükle ilişkilidir. Bir tür kendini gerçekleştirme etiği de diyebiliriz buna. Ama bu kendini gerçekleştirme salt bir öznellik içinde gerçekleşemez, tam anlamıyla gerçekleşebilmesi için doğru bireyselliği üreten bir kolektif yapı gereklidir. İşte tam da bu sebeple Marx kapitalizmi aşacak komünist toplum tasarımından söz eder.

>>Bugün toplumsal mücadeleler açısından düşündüğümüzde Marksizm, ahlak ve etik tartışmasının önemi nedir?
Özellikle 70’lerden itibaren büyüyen bu tartışma bugün bizler için çok önemli. Son yirmi yılda siyasal alanın içeriği bir hayli genişledi, artık sadece sınıfsal meseleler değil, birçok farklı öğe ve kimlik, hatta insan ve doğa arasındaki ilişki bile siyasal düzlemde sorunsallaştırılmaya başlandı. Kısaca toplumsal muhalefet zemininin oldukça geniş bir yelpazeye yayıldığını söyleyebiliriz. Bu da devrimcilerin kendilerini sürekli yeniden yapılandırmalarını zorunlu kılıyor. Örneğin kendisine devrimci diyen biri artık işçi cinayetlerine duyarlıyken kadın cinayetlerine duyarsız kalamaz, ya da ekolojik hareketleri gereksiz bulamaz, ya da eğer varsa homofobik eğilimleriyle yüzleşmesi gerekir. Bu liste daha da uzatılabilir.

Kanımca Marksizm bizlere böylesi bir öznellik sorgulaması yapabilmemizin imkânını sunuyor. Bu yüzden bu tartışma devrimciler açısından son derece belirleyici. İkinci olarak, ülkemizde ahlak tartışmasının çoğunlukla din tartışmasıyla birlikte yürütüldüğünü biliyoruz. Bugün artık neredeyse ahlaklı olmak ile dindar olmak özdeş konuma getirildi. Ne var ki bu fikri inşa eden ideoloji şu an için güçlü gibi görünse bile aslında çok ciddi bir handikap taşıyor. O da neoliberal kapitalizme aşırı şekilde entegre olması. Bu türden bir eklemlenme toplumsal gerçekliğin farklı alanlarında derin yozlaşmalar yaratacak. Hatta çoktan yaratmaya başladı bile. Bu, neoliberalizme entegre olmanın öngörülebilir bir sonucu. Dolayısıyla bir süre sonra hem din hem de ahlakla ilgili güven tutulmaları yaşanmaya başlarsa hiç şaşırmayalım. Bu yüzden ahlak, etik ve özgürlüğe ilişkin eleştirel tartışmayı yürütecek devrimci-felsefi bir bakışa ihtiyaç duyulabileceğini düşünüyorum. Öyle bir pesrpektif ki devrim yapılmaz, devrim olunur diyen bir perspektif. Bu da devrimci politika için vazgeçilmez bir unsur zaten.